Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
41,0398
Dolar
Arrow
37,9477
İngiliz Sterlini
Arrow
49,1971
Altın
Arrow
3811,0000
BIST
Arrow
9.659

'Hayırlıysa olsun, hayırsızsa olmasın!'

BERGAMA’DAN SİYANÜR GÜNLÜKLERİ-8. 

Çevre kirliliklerinin Dünya’nın ve Türkiye’nin başına ne işler açtığını artık sağır sultan bile duymuştur muhakkak.

Fosil yakıtlar; kömür, petrol, gaz, organik atıklar; özellikle hayvan dışkı çürümeleri atmosferin canına okuyor.

Yakında belki soluk alacak hava bile kalmayacak.

İklim değişikliğinin yarattığı sorunlar; hortumlar, fırtınalar, seller, kuraklık Dünya’nın her yanında felaketlere yol açıyor, canlar alıyor.


Bu bağlamda bir avuç altın için “Siyanürlü Altın Madenleri” toprağı deliyor, zehir ekiyor.

Ağaçlar kesiliyor, ormanlar yok ediliyor.

Ülkemiz de bu zehirli çemberin içinde.

Erzincan’da, Fatsa’da, Şebinkarahisar’da ve birçok yerde yaşanan çevre felaketleri geleceğin, olası değil olacak felaketlerin habercisi.

Nasıl başladı bu siyanürlü, arsenikli altın işi Türkiye’de?

Zehirci şirketler nasıl üşüştü ülkemizin üstüne?

Neler yaptılar?

Nasıl fark edildi bu durum ilk kez?

Kimler direndi, kimler görmezlikten geldi-getirildi, anlamadı, aldırmadı?

***

(Bergama -Ovacık Siyanürlü Altın Madeninde iki zehirli atık barajı doldu, üçüncü için girişim var)

Atatürk’ün genç Cumhuriyeti 1926 yılında çıkardığı kanunla, Türkiye sınırları içinde bulunan yer altı zenginliklerinin ve madenlerin T.C. Devletine ait olduğunu yasalaştırmıştı.

Özel şirketlerin ve bireylerin Devlet izniyle maden işletmeye girişmesine ve yabancı sermayeye belli, sınırlı ölçüde izin verilmişti.

1986 yılında Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde çıkarılan Maden Kanunu’yla yabancı şirketlerin Türkiye’de maden arama ve işletmeleri için kapılar ardına kadar açıldı.       

Hatta 1989’de dönemin Enerji Bakanı Ersin Faralyalı yabancı “siyanürlü altın şirketlerini büyük bir iştahla ülkemize davet ediyor, ilgili kuruluşlara onlara yardım edilmesi için genelge yayınlıyordu.

Bu bağlamda aynı yıl, 1989’da çokuluslu, Alman-Fransız-Avustralya (ABD) ortaklı Eurogold adlı şirket, ünlü holdingimiz Eczacıbaşı’ndan Bergama’da “altın arama ruhsatını” satın alınca yörede sondajlara başladı.

Altın ne kadardı acaba? Altın bulunan damarlar nerelere kadar uzanıyordu?

İlk adım Bergama’ya 10 km, İzmir Çanakkale karayoluna 2-3 km uzaklıkta bulunan Narlıca köyünde atıldı. Kozak yaylasına uzanan Geyikli Dağının etekleriydi burası.

Verimli Bakırçay Ovasının kıyısı.

Tabii, büyük büyük delgi makineleriyle sondajları yapanlar, siyanürcü şirketin Avrupalı, Amerikalı teknisyenleriydi.

Delinen toprağa su veriyorlar, sonra su geri geliyor, eğimli topraktan kirli sular oluk oluk akıyordu. Pis bir koku yayılıyordu ortalığa.

***

(Bergama-Narlıca Köyü çevresi)

Başlangıçta bazı köylüler işletilmek istenen bu altın madeninin çevreye ve kendilerine vereceği zararların farkındaydı, bazıları değil.

Bu zehirli madenin çevrede etkileyebileceği 17 köydeki genel eğilim kafa karışıklığıydı.

Bir yanda zehir korkusu, bir yanda Devlet’ten çekinme, bir yanda bir sürü vaat.

Siyanür, arsenik öldürürdü. Devlet’e karşı çıkılmazdı. Siyanürcüler tepelerinde alıcı kuş gibi bekliyordu.

Ankara TRT’den bir TV çekimi için yöreye gelen yapımcı İsmail Ergöçmen’in maden konusunda düşüncelerini sorduğu köylüler genellikle “Hayırlıysa olsun, hayırsızsa olamasın!” diyorlardı.

Tabii ki siyanürcü yabancı Eurogold şirketinin köylüler üzerinde yaptığı propaganda, köylülerin altın madeni aracılığıyla nasıl zengin olacaklarına dair verdikleri vaatlerin sınırı yoktu. 

Siyanürcü yabancı Eurogold Bergamalıları ikna etmek için elinden geleni esirgemiyordu.

İzmir’den bölgeye yayın yapan İzmirli ambalaj fabrikaları sahibi Cem Bakioğlu’na ait, Erol Yaraş adlı gazeteci yönetimindeki o zamanki EGE TV adlı kuruluş bütün gücüyle zehircileri savunuyordu.

Bu Alman, Fransız, Avusturalya kılıklı ABD’li şirket; Türkiye’ye zehir saçacak “Siyanürlü Altın Madenleri”nin önünü açacak Bergama’daki işletmenin gerçekleşmesi için her türlü çareye baş vuruyordu.

Monşer edalı sözde bilim adamları, Atatürkçü geçinen TV sunucuları, aşırı ünlü köşe yazarları, hatta Kıbrıs’ın emekli bir büyükelçisi memleketimiz başına konan “altınlı” talih kuşunu kaçırmamak için faaliyetteydi.

 Ülke olarak zengin olacaktık ne de olsa!

Ne güzel!

“Siyanürlü Altın” için girişilen yaygın propaganda kampanyasının genel düzenleyicisi İstanbul’dan Betül Mardin hanımefendiydi.

Kökleri Hz. Muhammed'in torunu Hz.Hüseyin'e kadar uzanan bir Osmanlı ailesinin çocuğu olan Betül Mardin ABD’li Türk plakçı Arif Mardin’in ablasıydı. Bir ara ünlü tiyatrocu Haldun Dormen’le evli kalmıştı. 

O yıllarda Betül Mardin Türkiye’de “Halkla İlişkilerciliğin” “Divası” olarak kabul ediliyor, “PR” yapmayı Türkiye’ye onun getirdiği, öğrettiği söyleniyordu. 

Bu bağlamda Türkiye’ye “zehirli altıncılığı” yerleştirmek için her şey yapılıyordu.

Ataktı zehirci şirket!

Mis gibi “siyanür” kokuyordu altın!

Altın kokusu, kolay para kazanmanın yolu bulunmuştu bir kere!

Daha işletme ruhsatı almadan, üzerine tesis kurmayı tasarladıkları arazileri satın almak için köylülere değerlerinin üç, beş, on katı teklif ediliyordu.

Çamköy’den Polat Bektaş’ın tanıklığına göre: ”Ramazan Bayramında un, şeker gibi yiyecekler dağıttılar evlere”

Adnan (Hoca) Öner’in anlattığına göre ise: “Ovacık’ta bir gün köyün kahvesine geldiler, size bir cami yapmak istiyoruz, dediler. Ben ayağa kalktım, bizim köyümüzün bir camisi var, bir taneye daha gerek yok dedim”.

Topluma yapılan propagandanın amacı yerel halkı razı etmekti: Yeter ki ses çıkmasın. Zehirli madene razı olunsun.

Nasıl olsa kaderciydi köylü sınıfı, kolay baş eğerlerdi!

Küçük büyük yardımları da reddetmezdi!

 Tabii ki köylülerin bazıları sunulan vaatlere inanıyordu.

Kamuoyunun dikkatini “siyanüre” yöneltmek, bu çokuluslu zehirci şirket için büyük tehditti.

***

(20 Kasım 1990 tarihli Bergama’da bir sondaj haberi)

Tartışmaların alevlendiği böyle bir ortamda, işletilmek istenen maden alanın dibindeki köylerden, bir Alevi-Çetmi (Çepni) köyü olan Narlıca’da durum biraz farklıydı.

Dillerini anlamadıkları adamlar, bir tercümanın eşliğinde, kimseye selam bile vermeden koca koca makinelerle gelmişlerdi köye.

Madenin sınırları içinde bulunan “Ovacık Köyü” yakınına da derme çatma bir cevher inceleme kulübesi yapmışlardı.

Sondaj sırasında çevreye yayılan kötü koku ve akan pis sular köylüyü tedirgin etmişti.

Zaten yörede “altın madeni işletileceği”, “siyanür zehri” kullanılacağı iyice duyulmuştu. 

Köylülerin teşvikiyle Narlıca Köyü Muhtarı Haydar Eftal ve İhtiyar Heyeti Üyeleri yapılan sondajda siyanür kullanıldığı endişesiyle, burada içme suyu kuyuları bulunan Bergama Belediyesine haber verdiler.

Belediyenin ilgilileri duruma gördüler, yabancı madencileri uyardılar ama onlar aldırış bile etmediler. 

Ellerinde “kapı gibi” Devlet’in verdiği izin belgelerini gösterdiler.

(1990’da Siyanürcü şirketin Bergama-Ovacık’ta cevher inceleme kulübesi.) 

Bergama Belediyesi’nde Encümen üyeleri tarafından yapılan iç değerlendirme sonucunda Belediyeciler durumu yerel Devlet yetkililerine şifahen bildirdiler.

Ne de olsa kentin içme suyunun bir kısmı sondaj yapılan Narlıca köyündeki derin kuyulardan sağlanıyordu.

O zamanlar Büyükşehir Yasası yoktu, köy Belediye sınırlarının dışındaydı.

Belediye’nin görevlendirilen genç iletişim görevlileri Özcan Durmaz ve Nail Çetin durumu basına intikal ettirdiler. 

Yörede olanları ülke duymalıydı ve kamuoyu bu zehirli madenciliğin Bergama’da yapmak istediklerinden haberdar olmalıydı.O sıralarda İzmir çevresinde TRT için çekimler yapan Uğur Dündar ekibine ulaşıldı, konuyla ilgilenmeleri için Bergama’ya davet edildiler.

Ekip köye geldi, durumla ilgili bilgi aldı. Çekimler yaptı.

Gazetecilerin haber topladığını görünce yabancılardan oluşan sondajcılar apar topar köyden ayrıldı.

Kötülük aydınlıktan ve toplumdan korkar!

Yörenin deniz kıyısındaki sayfiye kenti, köye yakın Dikili’de sahilde bir ev tuttukları, orada kaldıkları öğrenilince Uğur Dündar’ın TV ekibi bu eve gidip yabancı madencilerle röportaj yapmak istedi.

Haberi izliyor, genişletmek istiyorlardı genç gazeteciler.

İlginç bir durum vardı ortada: Altın, yabancılar, siyanür, çevre kirliliği: Tam habercilik konusu!

Televizyoncu ekiptekiler Dikili’ye gittiler, ancak görüşme reddedildi.

Yabancı teknisyenler konuşmak istemiyorlardı.

Belki ağızlarından patronları aleyhine bir söz çıkardı. Ya da telefonla öyle talimat almışlardı.

Oysa neyden çekiniliyordu ki!

Patronları taa Avrupalardan, Okyanus ötesinden yöreye “uygarlık” getirmeye gelmişti!

Altınla her şey satın alınabilirdi! 

Gazeteciler ise haber yapmak istiyordu sadece. 

Yoksa, Dünya’yı kollarıyla saran ve zehirleyen “Siyanücü Ahtapot”ın Türkiye’deki kolu “Eurogold”un adamları kabul edilemez gizli bir şeyler mi yapıyorlar, yapmak istiyorlardı!

Ardından yabancı sondajcılar yerli korumalarıyla birlikte, görüşme yapmak için ısrar eden TV ekibine silah çekti.

Demek ki her türlü duruma hazırlıklıydı siyanürcüler.

Ortalık karıştı!

Olayın daha büyümemesi için, Belediyecilerin de araya girmesiyle durum yatıştı, Uğur Dündar’ın haberci elemanları Dikili’den ayrıldı.

Ertesi gün yabancı sondaj ekibinin yöreyi terk ettiği duyuldu.

Köyde sondaj çalışmaları durmuştu.

Çabalarıyla siyanürcüleri püskürttüklerini düşünen, topraklarına sahip çıkan köylüler sevindiler. 

TV ekibi yöreden ayrılınca yapılan çekim ve haberin TV’de yayınlanmasını heyecanla beklediler. 

Ne de olsa sesleri duyulacaktı.

O zamanlar TV kanalları pek azdı, TRT ana kanaldı.

Uğur Dündar’ın TRT’ye yaptığı “Hodri Meydan” haber programı farklılığı ve sahiciliyle ülkede en çok izlenen ve ilgi çeken programların başında geliyordu.

Ancak, Türkiye’nin başına çok çorap örecek “siyanürlü altın” olayının başlangıcı olacak bu olay, yaşananlar ne TRT haberlerinde ne de Uğur Dündar’ın programında yer almadı.

Durum haber merkezinde, haber değerinde görülmemişti demek!

Oysa yöre fokur fokur kaynamaya başlamıştı!

Toprağı delmek, vatanı delmek miydi?

Tarih balık hafızalı değildir. Yaşananları hemen unutmaz.

Daha geçenlerde, Erzincan-Çöpler “Siyanürlü Altın Madeni”nde ölen işçilerin ölüm yolculuğu bakın nerelerde başlamış.

Yaşanmış olumsuzlukları unutmayalım unutturmayalım.

Döner dolaşır yine önümüze çıkar!

(Kaynak: Banu Aysu Koçer (12.2007): Eight Karats of Justice: Analysis of the Grassroots Resistance Movement Against Goldmining in the Villages of Bergama, Turkey: University of Tennessee – Knoxville (12.2007). Sefa Taşkın (1998): Siyanürcü Ahtapot: Sel Yayıncılık)

Sefa Taşkın

08.12.2024

Bergama/İzmir