TAŞ YERİNDE AĞIRDIR-162. UNUTMAYALIM, UNUTTURMAYALIM.
“Kantar” eski dönemlerde özellikle pazar yerlerinde kullanılan büyük bir teraziydi.
Kütlelerin ağırlığını ölçerdi.
Kantar, uzun metal bir çubuktan oluşan, çubuğun üzerinde cetvel gibi ölçü işaretleri bulunan, ortasında hareket edebilen silindirik bir ağırlık yer alan bir aygıttır.
Kolu dengeleyen ve ölçümlemeyi sağlayan yuvarlak metal “topuz”, çubuğun bir ucunda bulunur.
Çubuğun ortasındaüstte büyük bir kanca, altında ise zincire bağlı iki adet kanca yer alır. Üstteki büyük kanca kantarın bir yere asılmasını sağlarken, alttaki zincirli kancalar tartılacak yükün tutturulması için kullanılır.
Ölçüm, silindirik ağırlığın metal çubuk üzerindeki ölçü çizgileri boyunca kaydırılmasıyla yapılır. Kantarın topuzu ile silindik ağırlığın dengelendiği ölçü çizgisi yükün ağırlığını bildirir.
(Kantar ve topuzu)
Eğer ölçümü yapan silindirik ağırlık topuzla dengeye gelemez, dengenin sağlanacağı yerden kayarsa veya bilerek yanlış yere kaydırılırsa ölçüm hatalı olur; yani ağırlığı ölçülmek istenen nesnefazla ya da eksik tartılır.
Buna “kantarın topuzu kaçtı” denir.
“Kantarın topuzu kaçtı” mı denge bozulur.
Eski zamanlarda ahlaksız kimi satıcılar/alıcılar kantarın topuzuyla oynayarak yanlış tartı yaparlar, haksız kazanç elde ederlerdi.
Günümüzde de bazı yerlerde bu tür kantarlar hâlâ kullanılırken, modern ölçü aletleri olarak kantarlar mekanik ve elektronik aksamla donatılmış şekilde üretiliyor.
Bu bağlamda eski zamanlarda kantarla yapılan ölçümlerde doğru tartı yapmak için topuzun duruşu, silindirik ağırlığın kantarın metal çubuğu üzerindeki yeri çok önemliydi.
Topuz kantarın, ağırlık ölçümünü belirlemesini ve ayarlamasını sağlayanen dikkat çeken parçasıydı.
Osmanlı döneminde, malların fiyatının devletçe belirlendiği “narh (sabit fiyat) sistemi” uygulanırken, kantarın doğru tartmaması hem hukuken suçtu hem de büyük bir ahlaki ayıp sayılırdı.
Sanatkârların ve esnafların çalışma disiplinini sağlayan Ahilik geleneğinde dürüst ölçü ve tartı, “helal kazancın” temel şartıydı.
Topuz dengede değilse ölçüm yanlış olur, adil olmazdı.
Terazi aynı zamanda adaletin simgesiydi.
Doğru ile yanlışı, haklı ile haksızı ayırırdı.
Dolayısıyla “kantarın topuzunun kaçması” deyimi, zamanla dengeyi, adaleti veya ölçüyü kaçırmak anlamında mecazi bir ifadeye dönüştü.
Çünkü topuzla denge sağlanmazsa, tartının anlamı kalmaz; tıpkı ölçüsüz uygulamalarda olduğu gibi, sistemin güvenilirliği ortadan kalkardı.
Bu nedenlerle siyasette, toplumsal ve kültürel yaşamda “kantarın topuzunu kaçırmamak” gerekliliği, evrensel ahlak bağlamında halkın bilincinde yer etmişti.
Evrensel erdem “kantarın topuzunun kaçırılmasını” hiç hoş karşılamaz.
Tabii ki eskiden olduğu gibi günümüzde de yaşamın her alanında, özellikle yöneticilerin “kantarın topuzunu kaçırdığı” zamanlar az değildir!
Dünya yönetiminde de ülke yönetiminde de böyle ortamlarla sık sık karşılaşılır!
Bu durum zaman zaman felaketlere de yol açar
***
Kantarın topuzunun kaçtığı alanlardan biri de tarihi eserlerimizin ve kültür varlıklarımızın yurt dışına kaçırılması konusudur.
Arkeolojik ve kaçak kazılar;“tarihi öğrenmek, kültür varlıklarımızı ortaya çıkarmak, onlardan ibret almak için” değil; bir meta olarak alıp satmak, bir prestij nesnesi olarak kullanmak amacıyla bulundukları topraklardan koparılmıştır.
Ülkemiz acımasızca ve hoyratça talan edilmiştir.
Bu durum, kaçakçılık, hırsızlık ve verilen şaibeli izinlerle karşımıza çıkar.
Üstelik bunlar kaçırılıp hapsedildikleri müze denilen yerlerde de iyi korunmazlar, hatta onlara zarar verilir.
Bunlardan biri, Bergama’nın tarihi eserlerinin nasıl kaçırıldığının ve 2. Dünya Savaşı’nda bombalanan Berlin’de nasıl zarar gördüğünün en açık örneklerinden biri olan küçük bir heykelciktir.
Heykel küçüktür ama taşıdığı anlam büyüktür.
Anadolu’dan kaçırılmış binlerce başka eserin başına gelenlerin belki de bir simgesidir!
37,2 cm boyunda, 10,8 cm genişliğindeki bu metal (muhtemelen bronz) heykelcik, bir ağırlık ölçeğinin kantar topu olarak kullanılmış parçasıdır.
Bu tip kantar topuzlarına arkeologlar Konstaninopolis/İstanbul tipi diyor.
Heykelde, muhtemelen bir imparator/kral olarak tasvir edilen bir kişi tahtta oturmaktadır. Sağ eliyle bu parçanın kantar topuzu olarak kullanıldığını ima eden yuvarlak bir nesne tutmaktadır.
Adam sağ omzundan aşağıya, beline kadar çıplaktır. Sol omzunu örten bir pelerin, belden aşağıya ve ayaklarına kadar bedenini örter.
Başında çift katlı, taç benzeri bir başlık bulunur. Tepesindeki çıkıntının ortasındaki delik, ölçüm sırasında bağlanabileceği kayış/çengel için açılmış olmalıdır.
Kantar topuzu olarak kullanılan bu heykelcik, İ.S. 5. yüzyıla, Bizans İmparatorluğu dönemine tarihlenir.
Berlin Hapishane/Müze kayıtlarında Bergama’da bulunduğu kaydedilen kral biçimindeki bu kantar topuzu, dışardan Bergama’ya getirilmediyse Pergamon’un daha eski dönemlerdeki sanatsal kimliğini yansıttığı söylenebilir.
Bizans zamanında Batı Anadolu’da ve Pergamon’da artık Hristiyanlık iyice yerleşmişti.
Yine de bu dönemde, çok tanrılı/pagan inançların egemen olduğu Zeus Sunağı çağından kalan kültürel ve sanatsal mirasın varlığını koruduğu görülüyor.
Buralarda yaşayanlar, pazarlarda ve dükkânlarda tartı yapmak için böyle zarif heykelli, süslü kantarlar yapmaya üşenmemişler.
Demek ki o zamanlar da Pergamon/Bergama’da, böyle bir sanat eserini üreten ve ağırlık ölçüm aleti olarak kullanan bir gelenek ve gelişmişlik vardı.
Bu eser, Bergama’da 1906 yılında, muhtemelen kazı yapılan bir yerde bulunmuş, gizlenmiş ve bir vesile ile yurt dışına çıkarılmış.
Ya da sivil kaçakçılardan satın alınarak edinilmiş; Berlin Müze/Hapishanesi’ne nakledilmiş veya kaçırılmış.
Kentte nerede ve nasıl bulunduğu açıklanmıyor.
Berlin Müze/Hapishane kayıtlarına “Ident.Nr. Misc. 10817” numarasıyla eklenmiş.
***
Oysa Osmanlı Devleti’nin “13 Recep 1302” (27 Nisan 1884) tarihinde yayımlanan “üçüncü Asar-ı Atika Nizamnamesi”ne göre tarihi yerlerde kazı yapmanın koşulları iyice ağırlaştırıldı:
“Kazı yapabilmek için Maarif Nezareti’nden (Eğitim Bakanlığı) izin alınması şart koşuldu. Çıkarılan eserlerin tümü devletin malı sayıldı. Kazıyı yapan kişiye sadece fotoğraf, kopya veya kalıp alma izni verildi. Eserlerin yurt dışına çıkarılması kesin şekilde yasaklandı.”
Bu süreçte, şaibeli izinlerle ve Osmanlı Müze-i Hümayunu’nun başında bulunan bazı kişilerin (!) göz yummasıyla bazı eserler yurt dışına çıkarıldı.
“13 Cemaziyelahir 1324” (24 Temmuz 1906) tarihinde çıkarılan, daha kapsamlı olan “dördüncü Nizamnameyle”, bir önceki nizamname güncellenerek kaçakçılığa karşı daha sıkı önlemler getirildi:
“Osmanlı topraklarındaki kazıların, buluntuların ve kültür varlıklarının yurt dışına çıkarılması neredeyse tamamen yasaklandı.”
Durum böyle iken, 1900-1913 yılları arasında Alman arkeolog W. Dörpfeld, H. Hepding ve İsviçreli P. Schatzmann tarafından bir süre daha Bergama Akropolü’nde kazılar yapıldı.
Kazılarda bulun eserler, kâğıt üstünde Bergama’da bırakılmış/kalmış görünüyordu.
Peki, Berlin Müze/Hapishane kayıtlarında 1906 yılında Almanların ele geçirdiklerini belirttikleri bu tarihi eser, “kral görünümlü kantar topuzu” Almanya’ya nasıl gitti?
Üstelik o zaman Bergama’da, yine anlı şanlı Alman arkeologlar kazı yapıyordu!
Tekrar yazalım:
Hangisi bu anlamlı eseri cebine, çantasına koyup gitti ki?
Ağır bir ifade ama, hangisi çaldı?
Ya da çalıntıyı satın aldı!
Bir nesnenin çalıntı olduğunu bilerek satın almak da “çalma” eylemine ortak olmaktır!
Anlaşılan “kantarın topuzu” iyice kaçmış.
Öyle ya da böyle kaçırılanlar yetmemiş, sert yasakların olduğu bir süreçte de Bergama eserleri yurt dışına götürülmüş.
Kim bilir daha niceleri!
“Oysa, tekrarlamakta yarar var:Arkeolojik kazılar, tarihi anlamak ve öğrenmek için yapılır.”
Buluntuları korumak başka, hırsızlık başkadır.
Zaten kaçırılan eserler de korunamamış!
“Kantarı, kantarın topuzunu elinde tutan kralı da!”
Bakın ne olmuş!
Berlin Müze/Hapishane kayıtlarında “Ident.Nr. Misc. 10817” numarasıyla bulunan zarif, heykelcik biçimindeki kantar topuzuyla beraber kantarın diğer parçaları, muhtemelen diğer birçok Pergamon eseri gibi, 2. Dünya Savaşı’nda Berlin’in bombalandığı ortamda, ateş altında ortadan kaybolmuş.
Bu durum resmen kayıtlı kuyutlu!
Eserin önemli parçalarının edinilip (!) Almanya’ya götürüldüğü kayıtlara alınmış ama eserin tümü Berlin Müzesi/Hapishane raflarında/depolarında yok!
Bu yok oluşun anlamı bir türlü “yargısız infaz”dır!
Ne hakları vardı Anadolu’nun, Bergama’nın eserlerini yok etmeye!
Yok edilebilecek yerlere götürmeye!
Hele Alman kayserlerinin, şansölyelerinin savaşmayı çok sevdikleri bilindiği halde!
Lafı dolandırmaya gerek yok! Bu durum Alman emperyalizminin yüz karasıdır!
Bu yüz karalığına günümüz Alman yetkilileri ortak olmamalıdır!
***
(https://recherche.smb.museum/detail/696643...Berlin Müze/hapishanesi kaydı.)
Bakın, Berlin Müze/Hapishane belgeleri bu durum için ne diyor:
“İkinci Dünya Savaşı'na kadar tamamen korunan kantarda kiriş, askı kancası ve ağırlık mevcuttu.”
“Von der bis zum ZweitenWeltkriegvollständigerhaltenenWaagewaren der Balken, einAufhängehakenunddasGewichtvorhanden.”
“…bugün askı kancası ve kiriş ve yük çengeli eksik.”
“sodaßheute nur nocheinAufhängehakenunddaskompletteLastgeschirrfehlen.”
Yani bugünkü Alman yetkililer de tuttukları kayıtlarda: “Bu eşsiz eserin büyük kısmı bizim yüzümüzden yok oldu.” demiyor, diyemiyor, sadece “eksik” diyor.
Geçmiş hataları açıkça itiraf da etmiyor!
Yani, bu heykelli ölçüm aletinin, kantarın parçaları bütün halde Bergama’dan çalınmış, Berlin’e kaçırılmış; ancak bir kısmı orada, 2. Dünya Savaşı sırasında yok olmuş.
Ya da oradan da başka biri çalmış!
Berlin Müze/Hapishane belgeleri bunu açıkça söylüyor.
Daha ne?
Hani Bergama eserleri “korunmak için” Berlin’e götürülmüştü! Hani onlar Almanya’da korunuyordu!
Hani cahil Türkler bunları koruyamaz, kireç yapardı!
Oysa Berlin’de bombalar altından toz oldu, buhar oldu!
Yıllardır, Dünya ve Türkiye kamuoyu böyle safsatalarla kandırıldı.
Bu hırsızlıkların üstü örtülmeye çalışıldı!
Ayıp, ayıp!
Kabahatini, suçunu kabul etmek de bir erdemdir.
Büyük Alman filozof Arthur Schopenhauer;“Dünya, mantığa tam olarak uymayan ve akılla kolayca kavranamayan birtakım temel nedenler ve işleyişler üzerine kuruludur….
Erdem, ödül beklemeden iyiyi yapmaktır.”, diyor.
ZEUS SUNAĞI VE BERGAMA ESERLERİ SOĞUK ve PUSLU BERLİN’E DEĞİL, GÜZEL BERGAMA’YA AİT. MUTLAKA GERİ GELMELİ, EVİNE DÖNMELİDİR
(Kaynak:http://www.smb-digital.de/eMuseum,Database-Antikensammlung) /// https://recherche.smb.museum/detail/696643 ///
https://www.academia.edu/90919807/Osmanl%C4%B1_Devletinde_Asar_%C4%B1_Atika_Nizamnameleri)
Sefa Taşkın
17.08.2025
Bergama-Dikili/İzmir
Çok Okunanlar

Üç erkek tarafından öldüresiye dövülen kadından şaşırtan karar

AKP'ye topuklayan Çerçioğlu'ndan CHP'ye şok suçlama!

Şamil Tayyar'dan 'yeni transferler geliyor' mesajı

Florence Nightingale - Taburcu

AKP’ye geçen Umut Yılmaz Gaziantep’te açıklamalarda bulundu

Devlet Bahçeli'den yeni hazırlık! Yeni 'açılım' için harekete geçti

Hakan Çakır’ın katilinin skandal görüntüleri ortaya çıktı

Mühendis koca kalmadı avukat koca verelim

Furkan Bölükbaşı hem erişim engeli yedi hem de saldırıya uğradı

Vera Dumesnil’in işgal İstanbul’u