"…Hiç savaş çıkmasaydı, elli yaşında olacağımıza yirmi yaşında olsaydık, aramızdan hiç kimse ölmeseydi, aramızdan hiç kimse ihanet etmeseydi, aramızdan hiç kimse sürgüne gitmeseydi, ülkemiz hâlâ Doğu'nun incisi olsaydı, dünyanın alay konusuna, saplantısına, öcüsüne ve şamar oğlanına dönmeseydik, hayat güzel olurdu…"
Bir özlemi en yalın biçimde ifade eden, geçmişle yüzleşip bugünü sorgulayan bu cümle sanki her şeyi özetliyor…
İç savaşın gölgesindeki bir coğrafyadan, Beyrut'tan; dostlukları, sevinçleri, umutları, acıları bütün bir gençliği geride bırakarak dünyanın dört bir yanına dağılan bir arkadaş grubu... Ve günün birinde 'Murad' isimli arkadaşlarının cenazesi dolayısıyla yeniden bir araya gelişlerinin romanı; 'Doğu’dan Uzak'ta (YKY).
Dünya edebiyatının merak edilen ve beğenilen yazarları arasında olan Lübnan asıllı Amin Maalouf'un romanları, ülkemizde yayımlanmaya başladığı 90'lı yıllardan bu yana geniş ve sıkı bir okuyucu kitlesine sahip. Aklıma ilk gelenler; 'Semerkand', 'Afrikalı Leo', 'Doğu'nun Limanları', 'Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri'…
Maalouf, bir insanın yapmaktan asla vazgeçmemesi gereken bir şeyi, yani en iyi bildiği işi yapıyor; en iyi bildiği Akdeniz'i ve Doğu'yu anlatıyor eserlerinde…
'BAŞIMIZA GELENLERİN TEK SUÇLUSU…'
"Adımda doğmakta olan insanlığı taşıyorum, ama ben nesli giderek tükenen insanlığa aidim, diye kayıt düşecekti Adam not defterine acı olaydan iki gün önce."
Adam (ya da Adem), Maalouf'un kendisi gibi ülkesini terk ederek Fransa'ya yerleşen roman kahramanının adı. Kitabı bitirdiğinde şu soruyu sormadan edemiyor insan; Adam ne kadar Maalouf’un kendisi, ne kadar değil?
Ali Berktay'ın çevirdiği Doğu'dan Uzakta bütünü itibarıyla bakıldığında bir yüzleşme, en çok da sorgulama romanı gibi. Kahramanımız Adam’ın ‘eve dönüşüyle’ birlikte başlayan ve Ortadoğu’nun uzun yıllardır kanayan yaralarıyla 16 günlük bir yeniden yüzleşmenin romanı.
Kitapta da ifade edildiği gibi 'her şeyin bir tek gerçek suçlusu var: Savaş'.
1970'lerin ortasında başlayarak 1990'lara kadar süren bir iç savaş. İsmi hiç geçmese de anlatılan yer Beyrut… Amin Maalouf, Adam'ın dilinden bir yandan 1970'ler Lübnan'ını anlatırken bir yandan da sanki kendi yaşamını aktarıyor…
Adam'ın eski arkadaşı Murad'ın ölümüyle birlikte uzun yıllar sonra döndüğü 'evi'ne varıyor, Beyrut'a gidişiyle birlikte zaman zaman not defterine düştüğü satırlardan, arkadaşlarına yolladığı elektronik postalardan, zaman zaman da sohbetlerinden çocukluğuna, gençlik yıllarına ve sonrasında ülkesinden ayrı geçirdiği yıllara zaman tüneli misali tanıklık ediyoruz.
HERKESİN HİKÂYESİ…
Anlatılan kimine göre, ülkesinden kaçmak zorunda kalanların, kimine göre kaçanların, kimine göre ise mülteciliğe zorunlu bir geçiş yapanların hikâyesi.
Adam'a göre hepsi bir mülteci. O kendini Fransa’da buluyor. Arkadaşı Naim Brezilya'da, Semiramis Mısır'dan ayrılmak zorunda kalıyor. Ve diğerleri…
Üniversitede kendilerine 'Bizanslı' adını veren ve her biri bir köşeye dağılan kadim bir arkadaş grubu… Arkadaşları Murad'ın ölümü nedeniyle yıllar sonra bir araya gelmeye çalışıyorlar. Adam bu buluşmanın öncüsü. Her biri dünyanın başka başka yerlerinde, başka başak kaygılar içerisinde. Hepsine ulaşmaya çalışır Adam. Bu yolda büyük gayret gösterir. Kimdi bu arkadaşlar? Sanki bütün Ortadoğu yahut Doğu, belki de en doğru bir ifadeyle belirtmek gerekirse; bütün gezegenimiz!..
"Müslümanlar arasında en iyi arkadaşım Ramiz'di; Yahudiler arasında en iyi arkadaşım Naim'di. Hıristiyanlar arasında en iyi arkadaşım da Adam'dı…"
Savaşın etkisiyle kimliklerdeki dönüşüm, gidenlerde oluşan noksan yanlar, bölünmüşlükler; kalanların değişen ruh halleri, dünya görüşleri, yaşam biçimlerini bulabiliyorsunuz kitapta…
'ASIL KALDIRILAMAYAN, GELECEĞİN YOK OLMASI'
Doğu'yu Batı'ya taşıyan yazar Amin Maalouf, sancılı bir coğrafyada yetişen bireylerin ruh hallerini ortaya koyuyor romanında. Gösterişsiz ve sade bir yolculuğa çıkarıyor insanı. Maalouf'un otobiyografisinde yapılmış bir yolculuk da diyebiliriz buna. Maalouf'un ülkesinin adını hiç geçirmemesi bu romanın en dikkat çekici yanı. Sanki ismine andığında yarasının daha beter kanamasından çekinmiş gibi…
Bu geri dönüş esnasında birçok soru soruyor ve tespitte bulunuyor Maalouf; ama her seferinde de özlemini, düşsel kırıklıklarını dışa vurmaktan geri durmuyor: "İnsan geçmişin yok olması karşısında kolay avunur; asıl kaldırılamayan, geleceğin yok olmasıdır. Yokluğu beni üzen ve aklımdan hiç çıkmayan ülke, gençliğimde tanıdığım değil, gençliğimde hayalini kurduğum ve asla güneşin altında yerini alamayan ülkedir."
Sık sık bir hesaplaşma ve bağları yeniden örme gayreti gösteriyor: "O değişti, ben değiştim, ülke değişti, dünyamız da aynı değil. Dünün öncüleri geriye itildi ve artçı kuvvetleri en ön saflara kadar ilerledi."
Kitapta dikkatimi çeken başka bir nokta da Maalouf'un çok kere yinelediği 'Çağın Ruhu', 'Çağın Nabzı' oldu. Maalouf birçok kez irdeliyor 'Çağın Ruhu'nu ve sorguluyor. Çağın nabzına uygun davranmak, vakitsiz yürürlükten kalkmış başka bir çağa ait olmak…
1949 Lübnan Beyrut doğumlu olan ve 1975 yılındaki iç savaştan kaçarak Fransa'ya giden Amin Maalouf 'Doğu'dan Uzakta'yı 2012 yılında kaleme aldı. O günlerde de Ortadoğu'da derinleşen çatışmalar yaşanıyordu. Ortadoğu bugün hâlâ yanıyor. Filistin’de İsrail eliyle soykırım yaşanıyor. Irak, Suriye, Lübnan, savaşların, çatışmaların gölgesinde… Emperyalist ülkeler bu coğrafyayı etnik, inanç, mezhep temelinde ayrıştırıp birbirine düşürerek tüm kaynakları sömürüyor…
Amin Maalouf da bu kitabında yaşadığımız dönemin ve bölgemizin en büyük sorunu 'mezhepçilik' nedeniyle acılara, kana ve gözyaşına boğulan ülkesinin sızısını yansıtıyor. İnsanlığın yarasına tuz basıyor…
Çok Okunanlar

Mansur Yavaş’tan ‘adaylık’ sorusuna ‘anket’ yanıtı!

Kredi açacakmış!

Ulus devlet üzerine

Ülkesi gibi, bu gezegen gibi arafta! Amin Maalouf ve Doğu’dan Uzak’ta

Erdoğan'dan ezber bozan karar

Teğmen Ebru Eroğlu'nun TSK'ya dönüş davasında karar

Hadise'den 'kurallara göre yaşamadım' çıkışı: Korkmam

Özgür Özel'in işaret ettiği 'savcı masasındaki Beyaz Toros' ortaya çıktı

Anlamadığın konuya girme demiş büyüklerimiz

Gazeteler, İmamoğlu'nun savunmasını nasıl gördü?