Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,4915
Dolar
Arrow
35,3300
İngiliz Sterlini
Arrow
43,6133
Altın
Arrow
3032,0000
BIST
Arrow
9.910

Yaşamadan yazılmaz, yazmadan yaşanmaz…

“Beni bilirsin, birçok şeye karşı kayıtsız kalır, aklıma koydum mu günlerce çalışırdım. Şimdi öyle mi ya, zaman sürat katarı pencerelerinde istasyonlar gibi çabuk, kayıp gidiyor. Ellerde kalan şiirler veya tercümeler veya başka çalışmalar değil, boşluklardır. Fakat, ‘telaşlanma, yakında…’ biten kışla beraber baharla uyanacağım. Yeter bu tembellik, gaflet uykularından uyanmanın sırasıdır bu sıra…” (Behçet Necatigil, İstanbul, 3 Mart 1950)

Oktay Akbal; Cumhuriyetle yaşıt, Cumhuriyet felsefesiyle çizilmiş ve Cumhuriyet’e adanmış bir hayatın sahibi… Öykü, roman, anı, deneme gibi birçok alanda çok sayıda eser verdi.

2015 yılında aramızdan ayrıldı. Çağdaş edebiyatımızın mimarlarından olan seçkin yazarlardan ona gelen mektupların yer aldığı “Oktay Akbal’a Mektuplar (1943-2014)” kitabını okurken zaman içerisinde bir yolculuğa çıktım.

İş Bankası Kültür Yayınları’ndan basılan kitapta 138 mektup yer alıyor. 71 yıl boyunca yazılan bu mektuplarda; aşklar, iş arayışları, kavgalar, dostluklar, yol arkadaşlıkları, biten dostluklar, eski-yeni hayatlar, ilk kez kaleme alınan satırların, dizelerin, denemelerin heyecanı ile bunları yayınlatma koşulları ve zorluğu, dönemin siyasal yönetimlerinin tutumları ve daha birçok şey bulunuyor.

Yaşanılan sürecin ruhu, alışkanlıkları, kültür-sanat beğenileri de mevcut bu mektuplarda.

Fakat, hepsi bir taraftan kendine özgü bir dünyanın, yazın dünyasının sorunlarını, kaygılarını, sevinçlerini, öfkelerini yansıtırken bir taraftan da bizi zaman içinde yolculuğa çıkarıyor.

''YAZDI, YAZIYOR, YAZACAK, YAŞAYACAK...''

Yazı yazmaya 15 yaşında başlamış Oktay Akbal. İlk mektubunu 1943 yılında yani 20 yaşında Kenan Harun’dan almış (Kenan Harun şair, gazeteci). Servetifunun/Uyanış dergisinde çalışan Akbal ile tanışmış ve yıllarca arkadaşlıklarını sürdürmüş, birbirlerine sayfalarca mektup yazmışlar. Salah Birsel, Necati Cumalı, Bülent Ecevit, İlhami Emin, Ali Gevgilili, Kasım Gülek, Ruşen Hakkı, Nahit Ulvi Akgün, Sabahattin Kudret Aksel, Talip Apaydın, Prof. Dr. Neda Armaner, Özdemir Balkan, Tahsin Banguoğlu, Faik Baysal, Vehbi Belgil, Egemen Berköz, Adnan Binyazar, Dr. H. Wilfrid Brands, Georg Hazai, Cahit Külebi, Neziha Meriç, Yaşar Nabi Nayır, Behçet Necatigil, Fikret Otyam, Ziya Osman Saba, Naim Tirali…

1940’lardan itibaren sanat-edebiyat dünyasında yaşanan gelişmeler, memleketin hali…

Değişen tarihi mekânlar; kimisinin dokusunu, ruhunu bozduğumuz, heybetini ve dinginliğini alt-üst ettiğimiz kadim İstanbul’un hafızasından kesitler… İstanbul hasretiyle, oradaki dostların hasretiyle yanıp tutuşan, yalnızlık hissine, sıradanlaşmaya karşı eserleriyle yazın ve yapıtlarıyla var olma savaşı veren insanlar…

Görev için Anadolu’nun uzak kasabaları ve köylerine gitmek zorunda kalanların, yüreğinde hasretle, her mektupta döneceği gün için tuttuğu çeteleyi hatırlatıp, ‘işte şu kadarcık kaldı’ deyişleri ve ne olursa olsun yazmakta bulunan teselli…

“Ah! Yazı yazmak ne iğrenç ve ne güzel şey…”

Her daim beklenen satırlar… Postada kalan gözler…

''BENİ MEKTUPSUZ BIRAKMA!..''

Bir nostalji, abartı gibi düşünmemeli bunu. O günlerde, bir mektup, üç satır yazı, bir dost selamı, içten satırlar, uzaklardan haberler, mürekkebe işleyen sevgi; tarifsizdir. Anlatılması çok zordur ve yaşanınca anlaşılır.

Bugün iletişimin kolaylaştığı ortamda mektup ve beyaz kağıt kalmadı. Elektronik posta, mesaj, sosyal medya ve görüntülü arama var artık. Gözler beyaz sayfaları değil ekranları tarıyor. Postacı kapımızı kargo için, evrak ve resmi kağıt için çalıyor… O roman gibi mektuplar yok! Bir mail, mesaj, bir fotoğraf, bir paylaşım… Kısa, kolay ve hızlı bir şekilde anlatılıyor meram… Elbette teknolojik ilerleme ve hızın hayatımıza birçok olumlu katkısı bulunmakta, yadsınamaz ölçüde hem de. Her dönem kendi özgün koşullarıyla değerlendirilebildiğinde anlamlı.

AH, O YAZI YOK MU, YAZI!.. 

Ekmek gibi, su gibidir o satırlar. ‘Buruşan ve halâ gelmeyen ve avuçta’ olandır o mektup…

Bembeyaz sayfalara dökülünce duygular, düşünceler ve yeniden yeşeren umutlar, ayağa kalkışlar… Değişen ruh halleri… Bazen içerisine mecmualar, denemeler, şiirler, hikayeler, hatta para bile eklenmiş mektuplar…

Ama yazı yok mu yazı; Sait Faik’i bile “deli edecek” o yazı…

Yeni kaleme alınanı günışığına çıkarmak zordur. Çocuğu gibidir insanın. Dost gözüne sunulur. Yazılması umuduyla yollanır, ah bir de yayınlanmamışsa sitem yağmuru başlar. Ne yağmuru fırtına, sağanak hatta!..

GERİYE KALAN... 

Oktay Akbal’a Mektuplar, insanların yüreklerine sıcak bir dokunuş bırakıyor. Hayatında hiç mektup yazmamış, hiç mektup almamış ve posta kutusuna büyük bir umutla bakmanın nasıl bir duygu olduğunu tatmamış insanlarda tebessüm bırakacağını düşünüyorum. Kitabın editörü Ruken Kızıler’in dediği gibi “Cepleri mektupla dolu bir kuşağın” temsilcileriyle tanışmanın anahtarı bir bakıma…

Zaman geçiyor; her şey değişiyor, dönüşüyor… Söz uçuyor, yazı kalıyor...

***

2024 yılının son günü. Koca bir yıl sevinçleriyle, üzüntüleriyle, acıları ve umutlarıyla ve geride kaldı. Yeni yılın ülkemize ve tüm dünyaya sağlık, mutluluk, huzur ve barış getirmesini diliyorum…