Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,8469
Dolar
Arrow
40,5798
İngiliz Sterlini
Arrow
54,2381
Altın
Arrow
4339,0000
BIST
Arrow
10.642

Arap Ülkelerinin Filistin Sessizliği

İsrail’in 1948’deki kuruluşundan bu yana sürdürdüğü, Filistinlilerin yerlerinden edilmesi planı kesintisiz bir şekilde sürüyor. İsrail’in 7 Ekim’de Gazze’ye düzenlediği saldırılarda yüzlerce insan yaşamını yitirdi, insani yardımların yetersizliği de bu kayıpları artırdı. Filistinliler, 1948’den bu yana yaşadıkları sürgün ve zorunlu göçleri “Nakba” yani “felaket” olarak adlandırıyor. Bugün de İsrail’in amacının Filistinlileri yeniden göçe zorlayarak bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını engellemek olduğu görülüyor.

Gazze’deki Filistinliler, İsrail saldırılarından kaçmak istese de Arap ülkelerinin bu dram karşısında ne kadar kucak açtığı tartışmalı. Petrol ve istikrarsızlık oyunlarıyla kuşatılmış Arap ülkeleri, Gazze’yi adeta bir “ateş çemberi” olarak görüyor; İsrail’in politikalarını pekiştiren adımlara karşı somut bir girişimde bulunmuyor. Gazze’deki trajediye rağmen, Mısır ve Ürdün’ün tavrı bu dramı hafifletmekten çok uzak kaldı.

Mısır ve Ürdün’ün Kaygıları

Gazze’den kaçmak isteyen Filistinliler, Mısır ve Ürdün sınırlarında kapıları kapalı buldu. İstikrarsızlıktan endişe duyan Ürdün, Arap dünyası ile Filistinli örgütler arasındaki ilişkilerde derin bir kırılma noktası olarak hafızalara kazınan “1970 Kara Eylül” olaylarında olduğu gibi, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) ülke topraklarında silahlı bir güç haline gelmesi durumunun tekrarlanmasını istemedi. Bu nedenle, ülkede zaten yüksek bir Filistinli nüfus bulunduğunu gerekçe göstererek yeni bir göç dalgasına kapılarını kapattı. 

Mısır ise sivillerin Mısır’a göç etmesinin zorlanmasının bölge barışını tehdit eden bir girişim olduğunu ileri sürdü.Mısır’ın bu tavrında Müslüman Kardeşler’e karşı yürüttüğü mücadele, Hamas’la doğrudan karşı karşıya gelme endişesi ve güvenlik kaygıları etkili oldu. 2007’de Gazze’ye açılan tünelleri kapatan Mısır yönetimi, 1979’da İsrail’le imzaladığı barış anlaşmasının tehlikeye girmesinden ve İsrail’in Filistinli mültecilerin yerleşeceği Mısır topraklarına saldırmasından çekinmektedir.

Arap dünyasının sessizliği sadece bu iki ülkeyle sınırlı değildir.  Körfez ülkelerinin politikaları da benzer bir tabloyu yansıtmaktadır.

Körfez Ülkeleri ve İsrail ile Normalleşme Süreci

Suudi Arabistan, “Filistin devleti kurulmadan İsrail’le normalleşme olmayacak” dese de İbrahim Anlaşmaları sonrası bu söylemin inandırıcılığı azaldı. ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’de Riviera planına yatırım yapmayı düşünen Körfez ülkeleri, Hamas’ınhakim olduğu topraklarda yatırıma sıcak bakmıyor. Birleşmiş Milletler’in de sorunu çözmede somut bir adım atmaması, “Filistin’in yanındayız” söylemlerinin çoğu zaman sembolik kaldığını gösteriyor. 

Bu sessizlik ve çekimserliği doğru okumak için Arap dünyasının Filistin meselesini geri planda tutmasının tarihsel geçmişine bakmak gerekiyor.

Filistin Meselesinin Arap Dünyasında Öncelik Kaybetmesi

İsrail, kuruluş sürecinde diasporadaki Yahudileri bir araya getiren bir ulus-devlet modeli olarak ortaya çıktı ve zamanla sınırlarını genişletme politikalarıyla bölgesel bir güç haline geldi. Arap ülkeleri ise tarihsel süreçte büyük değişimler yaşadı. Sosyalizmin etkisini yitirmesi, İslamcı hareketlerin ideolojik dönüşümü ve Cemal Abdülnasır gibi direnişçi liderlerin yerini Batı ile çatışmaktan kaçınan yönetimlerin alması, Filistin meselesinin Arap dünyasında öncelik kaybetmesine yol açtı.

İsrail karşıtı protestolar Batı’daki örneklerin aksine otoriter yönetimlere sahip Arap ülkelerinde neredeyse görülmüyor. Bunun nedeni, halk hareketlerinin ileride kendi iktidarlarını da sorgulama riski taşıması olarak yorumlanabilir. Bugün Arap dünyasının en kritik kaygısı, yeni bir mülteci dalgasının yaratacağı sosyal ve ekonomik baskıdır. 

Arap dünyasının Filistin meselesine ilgisizliği sadece güncel değil, tarih boyunca benzer örneklerin de yaşandığı bilinen bir gerçek. 1969’da İslam Konferansı’nın doğuşu bu sürecin önemli bir göstergesidir.

İslam Konferansı’ndan Bugüne: Söylem Var, Yaptırım Yok

22 Ağustos 1969’da Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın yakılması İslam Konferansı Örgütü’nün doğuşuna zemin hazırlamıştı. 1972’de resmiyet kazanan örgüt, dini değil siyasi bir çerçeveye sahipti.Temel hedefleri kutsal mekânların korunması, Filistin halkına destek ve sömürgeciliğe karşı duruştu. 

Yıllarca yapılan toplantılarda gündem Filistin ile başlayıp, Filistin ile bitmişti.Ancak bu toplantılar Filistin halkına somut bir kazanım sağlayamadı. Bugün hala İsrail’e karşı tek bir yaptırım kararı yok. Geçmişte Arap ülkelerinin “barışa hayır, görüşmelere hayır, tanımaya hayır” şeklinde özetlenen politikaları, İsrail için bir tehdit oluşturmamış, aksine, bu politikaların işlevsizliği İsrail’in elini daha da güçlendirmişti.

Sonuç olarak, Arap ülkeleri söylemlerinde güçlü görünseler de Gazze’deki trajediye karşı somut adımlar atmıyor.Dolayısıyla, sessizlik ve diplomatik yetersizlik Filistin halkının çaresizliğini derinleştiriyor.