Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Tom Barrack ve ABD’nin bölgesel hesapları

ABD, dünyayı özellikle de Ortadoğu’yu kendi değerleri ve çıkarları doğrultusunda şekillendirilmesi gereken bir bölge olarak değerlendirilmektedir. Bu yaklaşım, ABD’nin bölge politikalarının genel çerçevesini yansıtmaktadır.

Bu bağlamda, Donald Trump’a yakınlığı ve iş dünyasındaki etkin konumu nedeniyle ABD dış politikasında etkin rol oynayan Lübnan asıllı Tom Barrack, Ortadoğu’ya özel bir ilgi göstermektedir. Barrack’ın önce Türkiye’ye büyükelçi, ardından Suriye ve Lübnan Özel Temsilcisi olarak atanması bu ilginin bir parçası olarak görülebilir.

Barrack’ın Suriye Özel Temsilcisi sıfatıyla yaptığı açıklamalar, çoğu zaman kişisel görüşlerinin ötesine geçerek ABD’nin bölgeye ilişkin genel anlayışını yansıtmaktadır. Konuşmalarındaki özgüven ise büyük ölçüde Donald Trump’la kurduğu yakın ilişki ve ona duyduğu bağlılık ile ilişkilendirilmektedir.

ABD'NİN ARAP DÜNYASINA BAKIŞI

ABD’nin Doğu’ya bakışı genellikle, bölgenin rehbere ve istikrara ihtiyaç duyduğu, içinde bulunduğu krizi tek başına aşmakta zorlandığı algısına dayanmaktadır. Bu çerçevede ABD kendisini rehber ve kriz çözücü olarak görmektedir.

Bu anlayış doğrultusunda Tom Barrack’ın görevi, Donald Trump’ın yaklaşımıyla uyumlu biçimde Ortadoğu’daki ittifak ilişkilerini yeniden şekillendirmek olmuştur. Bu süreçte ABD açısından en önemli ortaklar, İran ve siyasi İslam kaynaklı tehditlere karşı benzer kaygıları taşıyan ülkeler olarak görülmektedir. ABD ile aynı çizgide yer almayan aktörlerin daha kırılgan bir konuma sürüklenebileceğine yönelik örtük mesajlar Barrack’ın açıklamalarında dikkat çekmektedir.

İbrahim Anlaşmalarıyla başlayan normalleşme süreci bu yaklaşımın somut bir örneği niteliğindedir. ABD bu süreçte, askeri güç kullanımından ziyade çıkarlarının ABD ile işbirliği yapmaktan geçtiğine ikna edilen devletlerle diplomatik ve ekonomik temelli anlaşmalar yapılmasına öncelik vermiştir. 

SURİYE'DE ÇOKLU TEMASLAR

ABD, Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak zaman zaman mevcut yönetime destek olmuş,  zaman zaman da sahadaki aktörleri dengelemeyi tercih etmiştir.  Bu çerçevede Esad sonrası Ahmed el-Şara’ya destek verirken diğer taraftan da Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile temas kurmuştur. Hatta 2026 bütçesinde SDG ve Özgür Suriye Ordusu için pay ayrılması ABD’nin sahadaki farklı aktörlerle eşzamanlı ilişki kurma eğilimini göstermektedir.

Bu süreçte Suriye’de Dürzilerin ve SDG’nin taleplerinin gündeme gelmesi üzerine Barrack devreye girmiş ve Suriye’nin bütünlüğünü tehdit edebilecek ihtimallere karşı ülkenin toprak bütünlüğünü destekleyen bir tutum benimsemiştir. Böylece ABD, bir yandan çeşitli gruplarla işbirliği sürdürürken diğer yandan Suriye’nin bütünlüğünü korumayı esas alan dengeli bir yaklaşım izlemeye çalışmıştır.

LÜBNAN: SERT ÜSLUP

Barrack’ın Suriye politikasında uzlaşmacı bir yaklaşım benimsemesine karşın Lübnan’a yönelik söylemlerinde daha sert bir üslup öne çıkmaktadır. Lübnanlı gazetecilere yönelik eleştirel ifadeleri, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasının İsrail ile yaşanan sorunları ortadan kaldıracağı yönündeki açıklamaları onun ABD’nin bölgesel öncelikleri doğrultusunda hareket ettiğini göstermektedir.

Bu çerçevede Barrack, Suriye ve Lübnan’ın geçmişte paylaştığı ortak medeniyet mirasına atıfla iki ülkeyi yakınlaştırma fikrini gündeme getirmiştir. Barrack’ın bu yaklaşımında, Suriye’nin limanları ile Lübnan’ın finans altyapısının bir araya getirilerek bölgede kontrolün sağlanması; böylece de Suriye, Lübnan ve Türkiye üzerinden Akdeniz ve  Avrupa’ya uzanan ticaret ve enerji güzergahında söz sahibi olmayı amaçladığı söylenebilir. 

Bununla birlikte, Lübnan’ın mezhepsel ayrışmalar ve geçmişteki çatışmalar nedeniyle oldukça kırılgan toplumsal yapıya sahip olduğu düşünüldüğünde, ABD’nin Şii nüfusu dengeleme ve Hizbullah’ı etkisizleştirme politikası ülkedeki çatışmaları yatıştırmak yerine daha da şiddetlenmesine yol açacak çelişkili bir durum yaratmaktadır. 

KIBRIS

Barrack, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesine yönelik değerlendirmelerinde, “apse”ye benzettiği Kıbrıs’ın bu süreci zorlaştıran temel unsur olduğunu vurgulamıştır. Doğu Akdeniz’de daha istikrarlı bir düzenin oluşturulması gerektiğini vurgulayan Barrack, bu süreçte ABD’nin köprü rolü üstlenmek istediğini belirtmiştir.

Türkiye ile Yunanistan ilişkilerinin iyileşmesi ABD’nin bölgesel çıkarları için önem taşımaktadır. Çünkü, Doğu Akdeniz’deki enerji ve ekonomik projelerin hayata geçirilebilmesi için kriz değil istikrar gerekmektedir. Bu bağlamda, Barrack’ın dikkat çektiği Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulması kritik bir unsur olarak görülmektedir.

HEYBELİADA RUHBAN OKULU

Tom Barrack, yaptığı açıklamalarda Heybeliada Ruhban Okulunun 2026 yılında yeniden açılmasına yönelik sürecin başlatıldığını belirtmiş ve bu adımın hem Türkiye’ye hem de uluslararası topluma olumlu katkılar sunacağı yönünde beklentilerini dile getirmiştir. ABD ve Avrupa ülkelerinde, okulun yeniden faaliyete geçmesinin Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini yakınlaştırabileceği, Yunanistan ile diyaloğu kolaylaştırabileceği ve Türkiye’nin dini özgürlükler ile insan hakları alanındaki görünümünü güçlendirebileceği yönünde değerlendirmeler yapılmaktadır.

1949 yılından bu yana Fener Rum Patrikhanesi’ne önem veren ABD açısından Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması büyük önem taşımaktadır. Okulun açılmasıyla güçlenmesi beklenen Patrikhane özellikle Rusya’ya karşı yürütülen politikalar kapsamında bir yumuşak güç unsuru olarak değerlendirilmektedir.

Türkiye açısından bakıldığında ise Okul, Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye’ye karşı siyasi ve askeri üs olarak kullanılmıştı. Okulun yeniden açılması Lozan Antlaşması ve laiklik ilkesi bağlamında dikkatle değerlendirilen bir konu olmakla birlikte tarihsel tecrübeler nedeniyle farklı hassasiyetleri de beraberinde getirmektedir.

SONUÇ

Tom Barrack’ın söylemleri ve girişimleri, ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden konumlandırma arayışının kişisel ilişkilerle birlikte şekillenen bir yansıması olarak görülebilir. Bununla birlikte Barrack’ın zaman zaman sertleşen üslubu ve aşırı özgüvene dayalı çıkışları ABD’nin hedeflediği bölgesel istikrarı güçlendirmekten çok mevcut kırılganlıkları derinleştirme riski taşımaktadır. ABD, bölgeyi dizayn edilebilir bir alan olarak görmeye devam ettikçe, Barrack’ın bu girişimleri, Türkiye dahil bölge ülkelerinin ABD ile ilişkilerini de etkileyen, ortakları yakınlaştırmak yerine uzaklaştıran, çözümler üretmek yerine yeni gerilimler doğuran bir çizgiye sürüklenmektedir.