Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,8469
Dolar
Arrow
40,5798
İngiliz Sterlini
Arrow
54,2381
Altın
Arrow
4339,0000
BIST
Arrow
10.642

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan: Cumhuriyet fikri yeniden ayağa kaldırılmadan barış ve kardeşlik olmaz

Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan, yüzlerce aydının imza atıp desteklediği "Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz" bildirisini, eleştirileri ve iktidarın başlattığı yeni çözüm sürecini değerlendirdi. Yalın ifadeler kullanan Okuyan, "Cumhuriyetçi birikimin içinden güçlü bir odak çıksın istiyoruz, Türkiye’nin sorunlarının çözümünün Cumhuriyetçi, anti-emperyalist, laik, eşitlikçi bir programda olduğunu söylüyoruz. Bu süreçte tam tersini gördüğümüz için itiraz ediyoruz. İsrail, İngiltere ve ABD’nin bölgesel planlarıyla etkileşim halinde giden bir süreç olduğu için uyarıyoruz" dedi

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan: Cumhuriyet fikri yeniden ayağa kaldırılmadan barış ve kardeşlik olmaz

Cumhuriyetçi aydınların, gazetecilerin ve sanatçıların girişimiyle 1 Ağustos’ta kamuoyuna duyurulan “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” başlıklı bildirisi kısa sürede yüzlerce destekçiye ulaştı.

Çağrı metni; Lozan Anlaşması’nın sorgulanmasına, mevcut sınırların tartışmaya açılmasına, yeni-Osmanlı hayallerine, ümmetçiliğe ve etnik-mezhepsel kimliklere dayalı siyasal yapılara karşı çıkarak laik, bağımsız, eşitlikçi ve planlı bir Türkiye talebini öne çıkarıyordu. Metne ilgi büyük oldu. 700'den fazla aydın bildiriyi destekledi ve imza verdi. Ancak beraberinde tartışmalar başladı. Bazı kesimler bildiriyi ve TKP'yi eleştirdi. 

“Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” bildirisini “net bir tavır” olarak tanımlayan Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan’a göre, barış ve kardeşlik söylemleriyle sunulan süreç aslında emperyalist güçlerin bölgesel planlarıyla iç içe ilerliyor ve Cumhuriyet’in temel değerlerini tehdit ediyor.

12punto'nun sorularını yanıtlayan Okuyan, iktidarın politikilarının ABD ve İsrail ile paralel yürüdüğünü, tarikatların güçlenmesi ve tekellerin sömürüsünün, “kardeşlik” adı altında topluma dayatıldığını vurguladı. Bu nedenle kampanya, yalnızca bir imza hareketi değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in devrimci birikimini yeniden canlandırma çağrısı niteliği taşıyor. 

Laiklik ve planlı ekonomi olmadan gerçek bir barışın mümkün olmadığını vurgulayan Okuyan, “Türkiye’nin sorunlarının çözümü cumhuriyetçi, anti-emperyalist, eşitlikçi bir programdadır” diyor.

Kemal Okuyan, iktidarın adını 'Terörsüz Türkiye' koyduğu ve DEM Parti ile birlikte yürütülen 'süreç ittifaklığını', “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” bildirisine yönelik destek ve eleştirileri yalın ifadelerle değerlendirdi.  



TKP’nin inisiyatifiyle hazırlanan ve farklı ideolojik-siyasi tercihlere sahip aydınlar tarafından imzalanan “Ülkemizin Uçuruma Yuvarlanmasına İzin Vermeyeceğiz” başlıklı bildiriye desteğin yanı sıra, ağır eleştiriler geldi. Önce destekten başlayalım, bu kadar yaygın bir kabul göreceğini düşünüyor muydunuz?

Gerekliydi, her şeyden önce gerekliydi. Zamanlama açısından, doğrultu açısından. İlk değerlendirmemiz gereken buydu. Yaygın kabul görmesi, etkili olması elbette önemli ama asıl belirleyici olan yerindeliktir. Kısa bir metinden söz ediyoruz. Çok da itiraz gelemeyecek unsurlardan oluştuğu izlenimi verse de, kısa sürede bir taraflaşma yarattı. Çünkü kısa ve basit olmakla birlikte, tartışılması gereken gerçek meselelere işaret ediyordu. Geniş bir kesim tarafından desteklenmesinin en önemli nedeni bu açıklık ve yalınlıktır.

Bu kısalıktaki bir metnin önümüzdeki dönemde bir odağın, bir Cumhuriyetçi ittifakın ortaya çıkmasını sağlamasını bekliyor musunuz? Bu doğrultuda değerlendirmeler yapıldı. En azından sizin böyle bir amacınız var mı?

Cumhuriyetçi birikimin içinden, o birikimi devrimci bir perspektifle canlandıracak güçlü bir odağın çıkması için bir süredir yoğun bir çaba içindeyiz. Dostlarımızla birlikte. Tartışılan imza metninin elbette bu çabayla birlikte değerlendirilmesi gerekir. Ancak bir programın, bir doğrultunun çıkması açısından bu açıklama yetersiz kalır. Zaten böyle bir amaçla hareket edilmedi. Bir tartışma başlatmak istedik ve bence bunda başarılı olduk.

Bunu neye bakarak söylüyorsunuz? Çünkü en azından sosyal medyada “helal olsun” diyenler ile hakaretler savuranlar, hatta tehdit edenler arasında bir ayrışma söz konusu oldu. Buna tartışma diyebilir misiniz?

Sosyal medyada öne çıkan çoğunlukla yüzeysel kısmıdır. Köpük kısmı diyelim. Ancak dipte içerik de tartışılıyor. Zaten sadece sosyal medya üzerinden değerlendirmemek gerekiyor. Bu metne imza koyanlar arasında da farklılıklar var ve orada da bir tartışma derinleşiyor. Bu metni beğenmeyenler açısından da bir bütünlük yok elbette. Ancak en önemli veri, bu imza metni ile birlikte, “yeni çözüm süreci”nin sahiplerinin daha özenli olmaya karar vermiş olmasıdır. Çünkü bu metne imza koyanları “canım işte bunlar Ergenekoncu” diye yaftalayarak işin içinden çıkamayacaklarını kendileri de gördü. Türkiye’nin gerçek aydın birikiminden ve onun toplumsal alandaki izdüşümünden onay almadan hiçbir önemli operasyonda içleri rahat etmiyor. AKP’nin bütün tarihi bize bunu gösterdi. Benzer bir sıkışma sürecin öteki sahipleri açısından da gereçli.

Peki şu anda Türkiye’de bir saflaşma mı gerçekleşiyor? Bu saflaşma “çözüm yanlıları” ile “çözüm karşıtları” arasında mı? Ya da daha yumuşatarak sorayım, “süreç yanlıları” ve “süreç karşıtları” biçiminde bir ayrışmaya mı gidiyor Türkiye’de toplum ve siyaset?

Çözüm yanlılığı ve karşıtlığı iktidarın icadı bir tanım. Herkes adına konuşamam ama imzacıların önemli bir bölümünün bu türden bir adlandırmaya itirazı olduğunu biliyorum. Bir sorunun çözümüne neden itiraz edilsin? Başından beri söyledik, içeriğe bakıyoruz. Türkiye’nin sorunlarının çözümünün Cumhuriyetçi, anti-emperyalist, laik, eşitlikçi bir programda olduğunu söylüyoruz. Bu süreçte tam tersini gördüğümüz için itiraz ediyoruz. İsrail, İngiltere ve ABD’nin bölgesel planlarıyla etkileşim halinde giden bir süreç olduğu için uyarıyoruz. Bunun bir çözüm olmadığını, sorunları derinleştireceğini bildiğimiz için ayrı duruyoruz. İmza metni “barış ve kardeşlik istiyoruz” diye başlıyordu. Bu bir denge arayışının ürünü değildi. Eşitlikçi, planlı bir ekonomi olmadan, laiklik olmadan, Cumhuriyet fikri yeniden ayağa kaldırılmadan barış ve kardeşlik olmaz. Bunu söylüyoruz.

O zaman tam sırası, eleştirileri sormak istiyorum. Neden bu kadar tepki çekti? Eleştirilerde hiç mi haklı bir taraf yoktu?

Bugünkü iktidarla bu kapsamda bir operasyonu birlikte yürütmek, böyle bir sürecin parçası olmak, ciddi bir karar. Bu işin parçası olanların ya da bu sürece “sol”dan destek verenlerin içine kolayca sinecek bir şey değil. Zaten belli rezervler dillendiriliyordu, sonra çeşitli yöntemlerle ikna oldular ya da ikna olmadılar da hizalandılar. Geçmiş rezerv ya da kuşkularını tetikleyecek, onları hatırlatacak her itiraza tepki göstermek, o itirazları bastırmaya çalışmak gayet doğal. Bunu solculuk ya da demokratlık adına pek kafalarına yatmayan bu süreci desteklemek zorunda kalanlar için söylüyorum. En büyük tepki onlardan geldi. 

Neden kafalarına yatmıyordu? Yatmıyorsa neden şimdi sürecin içine çekildiler?

Kafalarına yatmıyordu çünkü uzun bir süre boyunca “Saray Rejimi” diye kodladıkları iktidarın ne olursa olsun gitmesi için en geniş güçlerin birlikteliğini savunuyorlardı. İlkeymiş, doğrultuymuş, programmış, ülkenin sınıfsal gerçekleriymiş, bunlar “Saray Rejimi“ söyleminin içinde eriyip gitmişti. E şimdi ne oldu, “Saray Rejimi”nin yürüttüğü, en azından ortak olduğu bir sürece aktif destek veriyorlar. Bu bütün bir paradigmanın iflası demek. Ancak burada da içerik yok. AKP iktidarına neden karşı çıkıyorlardı? “E çünkü otoriterdi”. Bundan ibaret bir yanıt olamaz. İçerik, doğrultu, program! Bunlar tartışılmayınca ilk kırılma anında dönülüyor “Yetmez ama Evet” sarmalına.

 

Oraya dönüldüğünü mü düşünüyorsunuz?

Bütünüyle aynı olmasa da evet! Ve bazı açılardan daha vahim.

DEM Parti çevresinden gelen eleştirilere ne diyeceksiniz?

Çok uzun bir dönemdir, DEM bütün politikalarında solu kendi çizgisine tabi hale getirmek için çaba harcıyor. Yeni bir şey değil ve burada TKP’nin ayrı duruşunu yıllardır bir sorun olarak gördüler. Bunda tuhaf bir yan yok, siyaset böyle bir şey. Burada sorun solun bunu kabullenmesinde. Nitekim bu alışkanlık sürecin içine çekilmelerine neden oldu. Eleştirilere gelince… Ergenekonculuktan faşistliğe kadar bir dizi suçlama yöneltildi TKP’ye. Bir de bazı imzacıların geçmişlerinden haraketle ithamda bulunuldu. Bu türden yaftalama girişimleri, başlayan bir tartışmanın önüne geçmek için. “Canım faşist işte bunlar” diye kestirip atanların derdi meselelerin özünün tartışılmasını engellemek. Bunu başaramazlar. “Kim karşı çıkıyormuş ki Lozan’a, nereden uyduruyorsunuz” türünden bir argüman da etkisiz kalmaya mahkum. Benzer bir savunu Saray çevrelerinden de geliyor. “Kimmiş ümmetçiliği savunan, kimmiş yayılmacı Osmanlıcı politikaları savunan” diye itirazlar yönelttiler. Dediğim gibi bu imza metni herkesi daha özenli olmaya teşvik ettti. Türkiye’de Cumhuriyetçi birikimin bütün düzlemlerde kendini gösteren direnci ile baş etmeleri kolay değil. 

Soldan, DEM’den, AKP’den aynı anda eleştiri almak bir yandan da TKP’yi bir odak haline getirmiyor mu?

O kadarla da kalmıyor. TKP sürece karşı olan milliyetçi bazı kesimlerden de çok ağır eleştirilerle karşılaşıyor. 

Neden? O çevrelerden birçok isim TKP’nin tutumunu beğendiğini açıkladı.

Taşlar yerinden oynuyor Türkiye’de. İdeolojik ve siyasi referanslar sarsılıyor. O ona destek vermiş, beğenmiş, filan biz burada değiliz. Tekrar söylüyorum, önce doğrultu ve program. Bilindiği gibi milliyetçi-muhafazakar kesimler bu sürece ilişkin farklı tepkiler veriyor. Çok geniş bir kesimden söz ediyoruz. Bunların bir bölümü Türkiye’nin sorunlarının kaynağında eşitsizlik üreten toplumsal sistemi görmeye başladılar. Kuşkusuz kendi kavram setleriyle. Bizim holdingler ve tarikatlar düzeni olarak tanımladığımız yapıyla gerçek bir mesafelenme ve hesaplaşma eğilimi var. Bunun sonuçlarını göreceğiz hep birlikte. Öte yandan, yıllar boyunca milliyetçilik ve liberalizm bu ülkede birbirini besledi ve tamamladı. Aynı madalyonun iki yüzü. Bu süreç de bunun kanıtı değil mi? Son on yıl boyunca hemen bütün milliyetçi-muhafazakar kesimlerin öyle ya da böyle arkasında durduğu “tavizsiz” bir “terörle mücadele” konsepti ile geçirdikten sonra bir anda “çözüm” moduna geçti iktidar. Bu süreci de “terörsüz Türkiye” diye bir kalıba sıkıştırdılar ama bir önemi yok. Biliyoruz ki, bu sürecin bir doğrultusu var ve mesele silahların susmasından ibaret değil.

Milliyetçi-muhafazakar kesimlerden TKP’ye gelen eleştiri ne?

TKP ortada bir sorun olduğunu düşünüyor. Bakın Türkiye’de sistem Kürt sorununu kangrenleştirdi ve zaten bölgesel boyutları olan bir konunun uluslararası hale gelmesini sağladı. Dahası, emperyalist müdahalenin bir enstrümanı haline getirdi. İktidar diyor ki, biz bu konuyu İsrail ve başka ülkelerin elinden alacağız. PKK diyordu ki, bu sorunu bizimle çözmezseniz başınız belaya girer, bizim başka seçeneklerimiz var. Kimi kesimler de diyor ki, böyle bir sorun yok, bu tamamen emperyalistlerin işi! Çok ilginç, bunu söyleyenler, yıllarca bu ülkede emperyalizmin en bela örgütü NATO’yu savunmuş, ABD’nin sosyalizme karşı savaşını hem fikri hem pratik düzeyde sahiplenmiş. Emperyalizm bir tek Kürt sorununda akıllarına geliyor. PKK ya da başka bir örgütün ABD tarafından desteklenmesine en son laf edecek olanlar NATO’culardır. Şimdi çıkmışlar TKP “Kürt sorunu vardır” diyor diye eleştirmeye kalkıyorlar. Elbette Kürt sorunu vardır. Ama bizim yaklaşımımız farklı, her şeyden bağımsız, ayrı ya da her şeyin üstünde bir Kürt sorunu yoktur. Ha söyleyelim hemen, bu sorunun varlığını inkar edenlerdir asıl bölücü. Yurtseverliği NATO’culardan öğrenecek değiliz.

O halde TKP’nin “Kürt sorunu”na yaklaşım ve çözüm yollarını konuşmanız gerekmiyor mu?

Tekrar ediyorum, temel meselelerin dışında, sabit bir Kürt sorunu yok bu ülkede. Bu ülkede eşitsizlik üreten bir toplumsal sistem var. Kürt sorunu bundan besleniyor. Bu ülkede laiklik ortadan kaldırıldı, tarikatlar her tarafı ele geçirdi. Kürt sorunu bunun içinde. Bu ülke emperyalist dünyanın içindeki rekabet ve çatışmaların içinde sürükleniyor. Kürt sorunu bunun içinde. Bunları konuşmadan “anlat bakalım çözümünü” türünden bir yaklaşım tuzaktır. Kuşkusuz Kürt sorununun kendi dinamikleri var. Çözülmesi gereken konu, Kürt kökenli yurttaşların kendilerini bu ülkeye ait hissetmelerinin önündeki engellerin kaldırılması. Bu engeller saydığım temel sorunlarla ilişkili. Bu engeller var. Bu engelleri kimlikçilikle aşamazsınız. Şimdi iktidar Alevilerden başlayarak, başka kesimleri de, örneğin Çerkesleri de sürece dahil etmeye çalışıyor. Yani bu ülke ABD ile yeni maceralara yelken açacak, İsrail ile çekişirken bir yandan onunla bazı ortaklıklar kuracak, ülke tarikatların oyun alanına dönüşecek ve en önemlisi büyük tekeller bu ülkenin emekçilerini köken filan dinlemeden acımasızca sömürecek ve buradan kardeşlik çıkacak! Geçiniz. Özerklik ya da yerelcilik Türkiye’de holding ve tarikat düzeninin isteğidir. Onların egemenliğini iyice güçlendirir. Aynı zamanda çatışma demektir. Kaynakların dağılımını tartışmaya başlarsınız. Tarımsal araziler, su, enerji böyle gider. Çatışma demektir. Peki şimdi iyi mi? Hayır! Şimdi iyi olduğunu, dün iyi olduğunu kim söylüyor? Eşitlik aynı zamanda bölgeler arasındaki eşitsizliklerin ortadan kalkması için planlı bir süreç işletmekle sağlanır. Şimdi halimize bakın! Her tarafından adaletsizlik, akılsızlık fışkıran bir sosyo-ekonomik sistemin kardeşlik, barış getireceği söyleniyor. Diğerlerini geçtim bunu solculuk adına kabullenenler var! Oysa buradan olsa olsa emperyalist barış çıkar, sermaye barışı çıkar!

Bununla neyi kastediyorsunuz?

Şu iktidarın uygulamalarına bakın! Memur maaşları, kamu emekçileri, emekliler, asgari ücret tartışmaları. Buralarda en küçük bir iyileşmeye bile karşı çıkan, toplumun büyük çoğunluğunun değil bir avuç sömürücünün çıkarlarını hesaba katan bir iktidar. Bu iktidarın barış ve kardeşliğinin halkı kapsaması mümkün mü? Sonuçta sermaye sınıfının iç dengelerinde Kürt sermayesine biraz daha alan açarak, bölgesel rekabette öne geçmek istiyorlar. Bu işin bir boyutu. Diğeri de geniş bir bölgede İran’ı etkisizleştirip İsrail’in güvenliğinin sağlandığı, Çin’e alternatif bir “ekonomik canlanma” planlıyorlar. Bu da emperyalist barıştır. Burada AKP’nin kafasında İsrail’den rol çalmak var ve Kürt meselesini bunun için değerlendirmek istiyor. Yani İsrail ile Türkiye arasında hem bir rekabet hem de bir işbirliği sürüyor. Buradan bir sonuç çıkar çıkmasına ama günün sonunda emperyalist barıştan her zaman yeni savaşlar çıkar. Şimdi diyorlar ki, “ama hiç değilse Kürt sorunu çözülüyor”. Hayır hiçbir şeyin çözüldüğü yok. Tersine Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı sorgulanmaya başlayacak bu süreçte. Bunun da nedenlerini niçinlerini her fırsatta anlattık.

“Cumhuriyeti savunmak TKP’ye mi kaldı” diyenler var…

Bunu sol adına, Marksizm adına söyleyenler varsa, şunu hatırlatacağım. Bu AKP’li, MHP’li, Şeyh Saitli, TÜSİAD’lı, ABD’li süreçten Marksizm içi bir tartışma çıkmaz. Marksizm bir tarafta durur, başka ideolojiler diğer tarafta. Milliyetçilerden geliyorsa bu sözler, onlara da hatırlatalım: Bu ülkenin, bu Cumhuriyetin bu hale gelmesinde büyük katkınız oldu. Geçmiş referanslar ne olursa olsun, bugün bu ülkeye bakıp gerçek, samimi, dürüst sonuçlar çıkaran herkes kıymetlidir bizim için. Ama antikomünistlerle işimiz olmaz bizim. Herkes yoluna!

 

AYDINLAR HANGİ BİLDİRİYİ İMZALAMIŞTI? 

“Biz aşağıda imzası yer alanlar Türkiye’nin cumhuriyetçi birikimini bu iddianın arkasında durmaya çağırıyoruz: Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz

Barış ve kardeşlik istiyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin, Lozan Anlaşması’nın sorgulanmasını; mevcut sınırlarımızın tartışılmasını; yeni-Osmanlı hayallerini, Türkiye İmparatorluğu gibi gayrimeşru adlandırmaları, ümmetçiliği, etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı siyasal yapı ve kurumları istemiyoruz.

Barış ve kardeşlik ve de bağımsız ve laik bir ülke, eşitlikçi bir düzen, planlı bir ekonomi istiyoruz.

Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz.”

 


Haber Kaynağı :

TKP Kemal Okuyan Türkiye Komünist Partisi
Wodo Network