Kıyamet sözcüğünün anlamı “Tek tanrılı dinlerin inanışına göre dünyanın sonu ve bütün ölülerin dirilerek mahşerde toplanacağı zaman; hesap günü, kıyamet günü, mahşer günü.” Kutsal kitaplarda yer alan kıyamet alametleri kıyamet günü yaklaşırken yaşanacak olayları tarif ediyor.
Dünyanın sonunun gelmesi yaklaştığında dağların yerinden oynaması, göğün yarılması, denizlerin kaynaması gibi coğrafi olayların yanı sıra adaletsizlik, mal mülk sevdası gibi insani düşüklük hallerinin yaşanacağına inanılıyor. Bir alt üst olma hali.
Teolojik konuları bir kenara bırakırsak miladi 2025 senesi sona ererken dünyada yaşananlar beşerî bir kıyametin öncesini andırıyor. Dünya haritasını gözünüzün önüne getirdiğinizde Pasifik, Avrupa-Asya, Güney Amerika’ya kadar neredeyse her yer bir barut fıçısı gibi patlamaya hazır halde. Ortadoğu için çatışma durumu zaten vaka-i adiye. ABD Donanması Venezuela’yı vurmak için gün sayıyor, ülkeyi ablukaya almış vaziyetteler. Benzer bir durumun Çin-Tayvan arasında yaşanması uzak bir ihtimal değil. Ukrayna’daki çatışma ve Avrupa’ya etkisi ayrı bir felaket. Avrupa devletleri Rusofobi’yi pompalayarak halklarına savaş ekonomisini ve militarizasyonu kabul ettirmeye çalışıyorlar. “Readiness 2030” programı Avrupa’nın güvenliği için savunma, doğrusu silahlanma, bütçelerinin ciddi oranda arttırılmasını içeriyor.
Hatırlatmak isterim, geride kalan on yıllar boyunca Avrupalılardan şu lafları dinledik: Ordunuzu küçültün, silahlanmayın. Orduyu etkisizleştirin. Bugün ise Türklerin askeri meziyetlerinden dem vurup tarihte bizim Ruslarla ne kadar iyi savaştığımızı anlatıyorlar. Yine bize geçmişte akıl verenlerin bugün Hollanda sokaklarında halka ilişkiler etkinliği için tam teçhizatlı askerleri gezdirmelerini, Almanya’daki zorunlu askerliğe dönüş hazırlıklarını gülerek izliyorum.* Bisikletle mesaiye giden başbakan fotoğraflarından uzun namlulu silahlı askerlerle halka ilişkiler çalışmasına çabuk geçtiler. Olağanüstü durumlarda faydalanmak için bir dönem üzerinde tepindikleri EMASYA (Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma) Protokolü’nden faydalanabilirler.
Avrupa ekonomisinin küçülmesi, özellikle Almanya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle doğalgaz temininde zorluk yaşaması sonucu üretimdeki düşüş toplumsal hoşnutsuzluğu arttırıyor. Üretimde ve satışta Çin ile rekabet edemiyorlar. Otomotiv sektöründe dahi Çinliler Avrupalı rakiplerini geride bırakmış durumdalar. Göçmenlere olan tepki de eklenince AfD gibi sağ partiler güçleniyorlar.
ABD ise nihai olarak Çin ile silahlı hesaplaşmayı hedefliyor. Olacağı kesin, tek soru ne zaman olacağı.
En büyük sorun çözücü: Savaş
Koşullar 2.Dünya Savaşı öncesine benzemiyor mu? Daralan ekonomiler, yükselen militarizasyon, başka ülkelerin doğal kaynaklarına ulaşmak için emperyalist saldırganlık arzuları. Sağın yükselişi, kitlelerin şovenist lider arayışı.
Savaş sonrası kurulan denge ve kurumlar artık işlevsiz. Söylendiği ve arzulandığı gibi 1991’de tarihin sonu gelmedi, gelmediği gibi bugün elinde en yıkıcı nükleer silahlar bulunan ve bunları kullanmaktan çekinmeyecek birden fazla devlet var.
Tarihe baktığımız zaman insanlık savaşları bir çıkış yolu olarak kullanmış. Çözülemeyen sorunlar, artan hoşnutsuzluklar savaşları doğurmuş, savaşlar yeni bir dönemin başlamasına neden olmuşlar. Savaş en önemli sorun çözücü olmuş. Geride milyonlarca ölü bırakmak şartıyla. Savaşlar alanı düzlüyor ve böylelikle yeni bir düzen kuruluyor.
Türkiye’ye geldiğimizde toplumsal kıyamet için birçok alametler zuhur etmiş vaziyette.
Giderek mülksüzleşen ve yoksullaşan milyonlarca emekçimiz var. Barınma ciddi bir sorun, depremlere dayanıklı binalarda yaşamak son derece pahalı. Yoksulluğun boyutu sağlıklı beslenememeye varmış halde. Ülkemizin doğası tam anlamıyla saldırı altında.Tarım, hayvancılık ve ormancılık için kullanacağımız zenginliğimiz denetimsiz madencilik çalışmalarına feda ediliyor.
Yoksulluğun ve geleceksizliğin getirdiği başka büyük yıkımlar da var. Kumar ve uyuşturucu bağımlılığı. Geleceğini şans oyunlarında arayan milyonlar, çaresizlikten uyuşturucu bağımlığına sürüklenen insanlarımız var.
Ülkenin en zenginlerinin, siyasete sırtını dayamış güç simsarlarının sapkınlıklarından bahsetmiyorum bu arada. Onlar insanın en düşkün halini temsil ediyorlar. Durumlarını tarif etmek için başa, teolojiye dönmemiz lazım: Sodom ve Gomora.
Siyaset, yargı, üniversiteler, bilumum stk’lar. Hangi kurumun temiz kaldığını, görevini bihakkın yerine getirdiğini söyleyebiliriz? Ülkede her gün bir başka saçmalık yaşanırken çıkıp tek bir söz etmeyen üniversiteye ne denir? Ancak diploma dağıtım merkezi denir. Kitaplarda yazanın, kanunun ters yüz edildiği kararlar karşısında iki satır görüş beyan edemeyen hukuk fakültesi olur mu?
Bir toplumun yozlaşması ve çöküşü için gerekli tüm koşullar maalesef ülkemizde mevcut.
Böyle bir tablo karşısında insan nasıl umutlu olur? Gelecek kaygısı olmadan nasıl sağlıklı, esenlik içerisinde bir yaşam sürebilir? Mümkün değil. Ancak çıkış için bir tek yol var. Örgütlü olmak ve mücadele etmek. Siyasi parti olur, dernek olur, meslek örgütü olur veya mahalledeki bir dayanışma platformu olur. Mutlaka örgütlü olmak lazım. Şahsi ikbal peşinde koşmadan, inandığınız doğruları söyleyebilme özgürlüğü olan yerlerde örgütlenmek gerekiyor.

• https://haber.sol.org.tr/haber/hollandada-asker-carsiya-indi-halkla-kaynasma-kilifinin-ardinda-ne-var-404378
Çok Okunanlar
Show TV, Sevilay Yılman’ın işine son verdi
Ela Rümeysa Cebeci Şafak Sezer’in o filminde oynamış!
'Ela Rümeysa Cebeci itirafçı oldu' dedi, başsavcılıktan açıklama geldi
Hablemitoğlu suikastı: Savcı gitti... KYOK kalktı...Çakır tutuklandı
Mehmet Akif Ersoy operasyonu aylar öncesinden biliyor muydu?
İsrail, Yunanistan ve GKRY arasında üçlü zirve
Venezuela ablukası ve küresel deniz düzeninin çöküşü
Bilal Erdoğan'ın da olduğu Gazze toplantısında 4 büyüklerden sadece 1 başkan yok
Asgari ücret
Kıyamet alametleri