Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
43,2409
Dolar
Arrow
38,0208
İngiliz Sterlini
Arrow
50,4703
Altın
Arrow
4068,0000
BIST
Arrow
9.317

Ne mutlu Türk’üm diyene...

Yafa’daydı.

Burada staj yapıyor, birliğinin eğitimlerine katılıyor, askerleri yetiştiriyor, atışları ile ilgileniyor, Ordusu için iyi yetiştirilmiş birer asker olmaları için çalışıyordu.

Askerleri birbirinden üstün görmüyordu.

Her asker eşitti. Köyünden, yurdundan, ana ocağından ölümüne kopup gelmiş birer neferdi. O, her biri için üzerinde titriyordu.

O dediğimiz elbette ki Mustafa Kemal’di.  Ama birliğindeki her Bölük Komutanı aynı değildi. Bazı Bölük Komutanları Arap askerlerini Türk askerlerinden daha üstün görüyordu. Şam’daki 5’nci Ordu Komutanlığı Arap Bölgesinde olduğu için, eğitim verilecek askerler daha çok Arap askerlerinden oluşuyordu. Ancak bu askerlere eğitimi veren kıta çavuşları Anadolu Coğrafyasından kopup gelen Türk askerleriydi. 

Bu arada yaşlı bir Alaylı Yüzbaşı, Türkçe bilmediği için verilen emirleri uygulamakta zorlanan Arap askerlerine sert davranan bir Türk çavuşunu odasına çağırdı. Ve askere hakaret etmeye başladı. Kıta çavuşu sağlam cüsseli iri bir yapılı bir askerdi. Mustafa Kemal’de oradaydı. Müfit ile beraber Yüzbaşının odasında oturmaktaydı. Yüzbaşı, Türk askerinin onurunu kıracak şekilde hakaret etmeye başladı.

-“Sen” dedi. ”Nasıl olur da Kavm- i Necip Araplara ait, Peygamber efendimizin soyundan gelen bu çocuklara sert davranırsın”

Benzer cümlelerle hakaretin boyutu artmaya başladı. Yüzbaşı, Arap soyunu yüceltirken, kendi Türk soyuna hakaret ediyor ve aşağılıyordu. Sesi yükseldikçe yükseliyordu. Mustafa Kemal hakaret edilen çavuşun yüzündeki ifadeye baktı, gayet saygılıydı. Ancak Yüzbaşı hakaret ettikçe çavuşun yüzü de sertleşmeye başladı. Ancak bir süre sonra göz pınarlarından akan yaşlar, yanaklarına döküldü. Bu manzarayı gören Mustafa Kemal daha fazla dayanamadı. "Yüzbaşı sus!” diye aniden bağırdı. Yüzbaşı şaşırdı, sustu. Kısık sesle;

-“Yoksa kötü bir şey mi söyledim” demekle yetindi. Sinirlenen Mustafa Kemal şu sözlerle noktayı koyarak orayı terk etti.

-“Evet, çok kötü hakaret ettin. Buna hakkın yok. Arap kavmi birçok bakımdan üstün olabilir, fakat senin de, benim de, Müfit’in de, çavuşun da ait olduğu Türk Kavminin de ne kadar büyük ve asil bir millet olduğu asla reddedilemez bir gerçektir”

Bu söz son sözdü.

Yüzbaşı da pişman oldu yaptığına. Asker odadan çıktı. Herkes üzgün bir şekilde gitti. Kapılarla birlikte konu da kapandı. Ancak bu olay Mustafa Kemal’in kafasına bir mıh gibi saplandı. Kendi ırkına hakaret ederek başka bir ırkı üstün görmeyi asla affetmezdi.

Kendi ırkına dayanmayan hiçbir Devlet ayakta kalamazdı.

Ancak burada başka bir şey daha öğrendi. Bir devlet, kendi ırkını reddetmemekle birlikte, hiçbir ırkı da üstün göremez ve dayatamazdı topluma.

Dayatmamalıydı.

Orada, hiçbir etnik kimliğin başkasından üstün olmayacağını ve devlet tarafından dayatılmayacağını öğrendi.

O gün; kendi kuracağı ve kafasında tasarladığı devletin, kendi halklarına bir üst kimlik vermesi gerektiğini, halkların bu üst kimliği kabul etmesiyle de, kendi alt kimliklerini her yönüyle ifade edebilecek bir özgürlüğe sahip olması gerektiğini öğrendi. İşte bu düşünceden yola çıkarak Mustafa Kemal o gün; “Ne Mutlu Türk olana” demedi. “Ne Mutlu Türk’üm diyene” dedi.

Şimdilerde ümmetçilik adına Arapçılığı filan övüyoruz ya, başka ırkı öven devletler ayakta kalamaz.

O yüzden, “Ne Mutlu Türk’üm diyene...”