Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.367

Şeyh Sait Diyarbakır’ı ele mi geçirdi yoksa? Orada neler oluyor?

Şeyh Sait.

Sürü sahibi idi. Yüzlerce hayvanları vardı.

Elazığ, Palu kazasındandı. Nakşibendi tarikatının ileri gelenlerinden olup, “Şeyh”,”Şıh” unvanıyla ağalığını kullanıp binlerce hayvanı kolayca edindi. Ancak Palu da yeterli otlak ve mera bulamayınca hayvanlarını otlatmak için Hınıs bölgesine gitti. Oralarda yeterli otlak ve mera bulmak mümkündü.

Bu meralarda davarlarını otlatarak satmak için güney bölgelere inmeye başladı. Özellikle Halep’e sık sık gidip geliyordu. Bu hayvan ticareti sayesinde özellikle Halep’te Kürt ihtilalcileriyle ve Hilafet yanlılarıyla buluştu.

Tanıştı.

1916 yılında bölgede, Kafkas Cephesinde 1’nci Tümen Komutanlığı yapan Alman Binbaşı Hans Guhr anılarında Şeyh Sait’i tanıdığını, ancak sıradan ve çok akıllı olmadığını söylüyordu. (Kaynak; E.Tümgeneral Hans Guhr “Anadolu’dan Filistin’e Türklerle omuz omuza”  Türkiye İş Bankası Yayınları)

Hans Guhr’un ifadesinden anlaşılacağı üzere Şeyh Sait bir isyanı yapabilecek yetenekte değildi.

Arkasında biri veya birileri vardı. Planlanan bir isyanın başına geçirilmişti.

Peki kim planlamıştı ve arkasında kimler vardı?

Lozan yeni imzalanmış, Türkiye’nin dış politikasında bir temel olabilmişti. Ancak dış politikada tüm sorunlar çözülememiş, Musul, mübadele ve Osmanlı’nın dış borçları müzakere yoluyla halledilmeye çalışılıyordu. Musul meselesinin çözümü için İstanbul’da toplanan Türk-İngiliz Konferansı sonuç vermemiş ve konu Cemiyet-i Akvam, yani o günün Birleşmiş Milletler'ine havale edilmişti.

Dava, Musul halkının hangi tarafı tercih ettiğinin tespiti etrafında toplanıyordu. İngiltere bunun için hazırlıklara başlamıştı ve Musul halkının Türkiye’yi istemediğini ispata zorlamaya çalışıyordu. Öte yandan da Türkiye’nin içinde sorun çıkartıp, Türkiye’yi gerek uluslararası kamuoyuna ve gerekse Cemiyet-i Akvam’a kendi iç sorunlarını çözememiş bir ülke olarak göstermeye çalışıyordu. Yurt içinde bir Kürt isyanı çıkartırsa, Musul’daki Kürtler üzerinde de bir olumsuz kamuoyu yaratacak ve Türkiye’yi “istenmeyen ülke” durumuna sokacaktı. Böylelikle Birleşmiş Milletler'in, Musul’u Türkiye’ye vermesi zorlaşacaktı.

Ayrıca bu planla, çözülemeyen Osmanlı Borçları ve Mübadele konularında Türkiye’nin eli zayıflayacak, Doğu, Türkiye için kanayan bir yara haline dönüşecekti.

Bunun dışında Osmanlı dağılırken kurulan Kürt Teali Derneği de bölgede İngiltere himayesinde bir Kürt devleti kurulması hesabı yapmaktaydı.

Plan buydu.

Ancak Kürt isyanını tabana yaymaları zordu. I.Dünya Savaşında Rus ve Ermeni saldırılarından kaçan Kürtler sığındıkları Türk köylerden merhamet ve yardım gördükleri için o bölge insanını Türk Devletine karşı isyan etmesini sağlamaları oldukça zordu. 

Kaldı ki Türklerle Kürtler yüzyıllardır ete kemiğe bürünmüş gibi kardeş gibi yaşamaktaydı. O zaman geriye bir seçenek kalıyordu, o da halkı şeyh ve şıhlarla isyan ettirmek. O yüzden bu planı devreye sokmak için de İngilizler Şeyh Sait’ten daha uygun başka birini bulamazlardı.

Hans Guhr’un dediği gibi zeki olmayan, sıradan, şeyh ve dinsel açıdan halkı kolay kandıracak birisi olmalıydı.

Bu amaçla düğmeye basıldı.

Şeyh Sait seçildi ve böyle bir zamanda ileri sürüldü. Şeyh Sait ve silahlı adamları Bingöl ili Genç kazasını basarak 16 Şubat'ta valiyi ve bazı devlet memurlarını esir aldı. Bir bildiri yayınlayarak halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağırdı. Yayınladığı bildiride de 'din uğruna savaşanların lideri' anlamına gelen mühür ile “Emir’ül Mücahidin Muhammed Said El-Nakşibendi” sıfatını kullandı. Herkesi mevcut rejime karşı din adına savaşa çağırdı. Mevcut hükümeti ve rejimi “dinsiz” ilan etti ve halkı cihada çağırdı.

İlk başlarda Din/İslam adına bir isyan gibi gözükse de sonradan gerçek amacı olan Kürt isyan hareketine evrildi.

Mistan, Botan ve Mıhellemiler aşiretlerini de yanlarına katarak topladığı kuvvetlerle Bingöl  üzerinden Diyarbakır'a yürüdü. Maden, Siverek ve Ergani'yi ele geçirdi. İsyanın bir diğer kolu da Muş Varto'da patladı. Ayrıca soğuk kış şartları isyanın bastırılmasına engel oluyordu.

İsyan bastırılamadı.

Şeyh Sait bununla yetinmedi, Elazığ başta olmak üzere çevre illere Cephesi Komutanı atadı. Elazığ sözde komutanı Şeyh Şerif adamlarıyla birlikte Elazığ’a girdi. Şehri denetim altına aldı. Ve Elazığ’ı yağmaladı.

Bu olaylardan sonra iyice cesaretlenen Şeyh Sait Mart ayı başında yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet ile Diyarbakır'ı kuşattı. Türk askeri şehri savunsa da Şeyh Sait’in adamları şehrin içine girmeyi başardı.

Durum çok ciddiydi.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk rahatsızlığı nedeniyle Heybeliada'da bulunan İsmet İnönü’yü acilen Ankara'ya çağırdı. İsmet Paşa'ya "Doğuda din elden gidiyor bahanesiyle İngiliz destekli ciddi bir ayaklanmanın başladığını" söyledi. Atatürk İsmet Paşa'ya durumu anlattı ama Başbakan Ali Ferhi Okyar’dı.

Ancak Ali Fethi Bey olayı isyan olarak görmemiş ve sıkıyönetimle durdurulacağına inanmıştı. Sorunun ciddiyetini önemsemiyordu. Ayrıca kurduğu partinin programına "Partimiz dini düşünce ve inançlara saygılıdır” maddesi koymuş, siyasal İslamcıları cesaretlendiren bir mesaj göndermişti.

Ne demekti bu cümle? Diğer partiler saygısız mıydı?

İşte dini kalkışmaların önemsenmeyişi ve hükümetlerin verdiği bu gibi cesaretlendirici konuşmalar ve mesajlar isyancıları harekete geçirdi.

Yabancıların da desteğiyle isyanları patlattı.

Ancak Mustafa Kemal siyaset meydanlarından gelmiyordu. Savaş meydanlarından geliyordu. Osmanlıyı yıkan en önemli faktörün gerici isyanlar olduğunu biliyordu ve bu güne bile ışık tutan şu sözlerle tavizsiz isyanın üzerine gidecekti.

"...'Parti, dinî düşünce ve inançlara saygılıdır' ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri cahilleri, bağnazları ve hurafelere inananları kandırarak özel çıkarlar sağlamaya kalkmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, yüzyıllardan beri, sonu gelmeyen felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıkların gerekli olduğu pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş miydi?"

Mustafa Kemal’in tahmin ettiği gibi olaylar hızla artınca Başbakan Ali Fethi Bey'in istifasını istedi. Ve 3 Mart'ta hükümeti kurması için İsmet Paşa'ya yetki verdi. Bir gün sonra TBMM Takrir-i Sükun Kanunu kabul ederek hükûmete olağanüstü hâl yetkileri tanıdı. Ankara ve Diyarbakır'da İstiklal Mahkemeleri kurulması kararlaştırıldı.

Hemen Diyarbakır'ı kuşatan ve şehre giren Şeyh Sait kuvvetlerine karşı sokak savaşları başlatıldı ve şiddetli çatışmalar sonunda geri püskürtüldü. Geri çekilen Şeyh Sait ve kuvvetleri takip edilerek büyük bir kısmı yakalandı. Elebaşları ve Şeyh Sait İran'a kaçmaya çalışırken yakalandı.

Ve İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak asıldı.

Sonuçta, 

Cemiyet-i Akvam'da (Birleşmiş Milletler) olan Musul ve Kerkük elimizden çıktı. Bir şey yapamadık. Çünkü ancak iç isyanımızı bastırabildik. Güneydoğu ile birlik olup Hatay gibi Musul’a yürüyemedik.

İngiliz işbirlikçi bir gerici isyan, ata yurdu Musul ve Kerkük’ü almamıza engel oldu.

Hani diyorlar ya “Musul ve Kerkük’ü Lozan’da verdik”

Palavra.

O toprakları kaybetmemizin asıl nedeni budur.

Şimdi soruyorum.

Hükümete karşı ve mevcut rejime karşı halkı kışkırtan, halka bildiri yayınlayarak isyana çağıran, devlet yetkililerini ve devletin valilerini esir alan ve devlete karşı silahlı olarak ayaklanan, bir şehri kuşatan ve yağmalayan, askerlerini subaylarını öldüren, kendi adamlarına bölge veren ve cephe komutanı olarak atayan, onlara toprak vadeden ve üstelik dünyanın en verimli bölgesini almamıza engel olan bir isyancıya siz olsaydınız ne yapardınız?

Çiçek vermezdiniz herhalde.

Ama gel gör ki bugün “Şeyh Sait” ismi Diyarbakır şehrinin bulvarına veriliyor. Adına nağmeler diziliyor, güzellemeler yapılıyor. Şeyh Sait 100 sene önce kuşattığı Diyarbakır’ı ele geçirdi de bizim mi haberimiz yok. Hükumet bu durumu açıklamalı.

Orada neler oluyor?