Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
38,2634
Dolar
Arrow
34,1520
İngiliz Sterlini
Arrow
45,9557
Altın
Arrow
2934,0000
BIST
Arrow
9.777

Ali'nin bağrındaki hançer

ALİ’NİN BAĞRINDAKİ HANÇER

Peygamberle amcasının oğlu Ali arasındaki bağın geçmişi de anlamı da derinlerdedir. Öksüz ve yetim bir çocuk olan Muhammed b. Abdullah, 8 yaşında iken amcası Ebu Talib’in evine gelir, orada yaşamaya başlar. Ebu Talip bir yerde babası yerine geçer, çocukları da yeğeninin kardeşi olur haliyle. Muhammed ile Ali’nin kardeşliği ise aynı evde yaşamakla sınırlı değildir; Ali yoldaşı, sırdaşı olur Muhammed'in. 

Yıllar Ali ve Muhammed arasındaki bağı gittikçe kuvvetlendirir. Nasıl ki bir dönemler Muhammed amcasının evinde kalmışsa, sonrasında da yoksul Ebu Talib’in oğlu Ali, amcasının oğlu Muhammed’in evinde kalır. Annesinden babasından önce Muhammed b. Abdullah’ın peygamberliğine iman eder, hicret sırasında “suikast” planları pahasına Peygamberi korumak adına onun yatağında sabahlar. Çocuk yaşlardadır henüz Ali, kalbi ve derin bir bağlılıkla Peygamberin yanındadır.

Muhammed ile Ali arasındaki bu bağ Ali’nin çocukluğundan itibaren başlar ve hiç kopmaz. Sonrasında Peygamberin damadı da olur Ali. Kendisiyle beraber tüm savaşlara katılır, yakınlığı da, yoldaşlığı da bakidir. Birileri gibi ganimet Müslümanı değildir, imanının gerisinde güven ve bağlılık olmuştur, para değil. Onun için tarih yapraklarında açılan sayfa bu kadar net ve beyazdır.

Peygamberin “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır”  dediği rivayet edilir. (Tirmizi, Menakıb, 19; İbn Mace, Mukaddime, 11; İbn Hanbel, 1/84,118, 119) Sözün gücü ve kudreti ortadadır. Lakin anlaşılmamıştır onu biliyoruz. Üstelik o sözün manası yalnız bugün değil daha ilk dönemlerde anlaşılmamıştı, tarih tanıktır buna.

Ali’nin ilk hayal kırıklığı ve Müslümanlara dair yaşadığı ilk ümitsizlik Sakife’de başlamamıştı belki ama en derin açmazı o günlerde yaşamıştı. Nihayetinde Peygamberi, yoldaşı, dostu olan Muhammed’in cenazesi ile uğraşırken halifelik tartışmaları başlamış; Sakife denen yerde seçimler bile yapılmıştı. Ali’nin ise adı sanı yoktu, hiç konuşulmamıştı. Zamanlaması itibariyle oldukça sorunlu olan duruma bir de yöntem sorunu eklenmişti. Sakife bu yanıyla tarihin önemli kırılma noktalarından birisidir bence; burada kırılan en önemli isimlerden birinin Ali olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim Ebu Bekir’e olan gönülsüz biatından da biliyoruz bunu.

Ebu Bekir sonrası durum da Sakife’nin seyrinden farklı gelişmez. Nasıl ki o günlerde Ömer, halife olarak Ebu Bekir’i işaret etmişse, Ebu Bekir’de ölmeden önce halife olarak Ömer’i tayin eder. Ömer Peygamberliğin altıncı yılında Müslüman olur, Ali çocukken. Ömer’in Müslüman olmadan önce Müslümanlara eziyet ettiği söylenir, Ali’nin böyle tek bir günü yoktur. Adaletin terazisini konuşacaksak bunları da söylememiz gerek. 

Konuşmamız gerekenler elbette bunlarla sınırlı değil. Devam edelim o vakit.

Halife Osman’ın ölümünün ardından gelen Halifelik de Ali’nin Müslümanlara dair yaşadığı ümitsizliği ortadan kaldırmaz; aksine yaşananlar geleceğin karanlığını ilk defa bu kadar keskin kılar. Zifiri karanlık gece ise Basra günlerinde başlar. Irak’ın Basra şehrinde tarihe Cemel vakası olarak geçen savaşta Ali’nin karşısına çıkanlar oldukça tanıdıktır; bir defa Peygamberin eşi Aişe çıkar Ali’nin karşısına. Aişe’nin yanında olan diğer iki isimse Talha bin Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam’dır. Yine bir rivayete göre bu iki isim cennetle müjdelenmiştir! 

Irak kan gölüdür, yerde yatan binlerce ölü ise Müslüman. Talha ve Zübeyr’de bu savaşta yaşamını kaybeder. Ali bu savaşta ölmemiştir, bağrında bir hançer yoktur belki ama sonrasında yaşadıklarının izini süreceksek bu günler tüm şiddetiyle karşımızdadır artık; dostu ve düşmanı, acısı ve kederiyle, gittikçe yaklaşan kaos günleriyle Basra bir milattır.

Aradan çok geçmez bir yıl sonra Suriye yakınlarında Sıffın’da başka bir savaş başlar. Sanki aylar önce binlerce Müslüman ölmemiş, ümmet tam ortasında ikiye bölünmemiş, yüzlerce ailenin ocağına ateş düşmemiş gibi. Ali’nin karşısında bu kez Muaviye vardır. Sözüm ona Osman’ın katilleri için bu savaşa çıkmıştır, yolun sonunda halife kendisi olmayacakmış gibi. Netice itibariyle Sıffın ovası günler boyu kılıç sesleriyle inler, yağmur suları değil akan kanlar doldurur ovayı; göğü dolduran ses ise insanların feryatlarıdır, ötesi değil.  

Sıffın’da tam yetmiş bin kişinin can verdiği söylenir. Rakam ne kadar doğrudur bilmiyoruz ama o günlere dair yaşanan acıların çok büyük olduğu bakidir. Ayrıca Sıffın’a dair açılan yaranın Ali açısından çok büyük olduğunu biliyoruz.  O kadar ki Ali’yi öldürecek hançerin izini sürdüğümüzde tarih bu günleri karşımıza çıkaracaktır. Elbette Sıffın öncesi de bu tarihe eklenebilir, lakin Sıffın’ın yeri çok daha büyüktür.

Bir defa kardeşi Akil b. Ebu Talib’de Muaviye safındadır, Ömer’in oğlu Ubeydullah’da. Doksan yaşını aşmış halde Ali’nin yanından ayrılmayan Ammar bu savaşta ölür. Hakem kararı ise kabul edilecek gibi değildir Eşas b. Kays önderliğindeki güçler adeta Ali’yi buna zorlar; Muaviye durduk yerde olmadık bir mertebe kazanır, Ali’nin karşısında “meşru” bir isim olarak öne çıkarılır. Üstelik bunu Ali’nin valiliğini de yapmış olan Eşas yapar. İşler burada da bitmez Muaviye’nin hakemi, onun en yakın adamı olan Amr b. As olurken, Ali’nin hakemi Ali’ye de olan uzaklığıyla da öne çıkan Ebu Musa El Eşari olur. Üstelik Ali’nin tepkisine rağmen süreç böyle gelişir. Sanki Ali bağrındaki o hançere hazırlanır, sanki yanındakiler Ali’nin değil Muaviye’nin adamlarıdır. Kılıçlar belki ellerindedir ama kınını tutan Muaviye gibidir. Böyle günler yaşar Ali, böyle zamanlardan geçer. Vuslat yaklaşmaktadır artık.

Haricilerle yaşadığı ayrışma yıllardır yaşadığı hayal kırıklıklarının son halkasını oluşturur. Muaviye’ye karşı omuz omuza Ali’yle birlikte savaş Hariciler, savaşta yaşanan olaylar sonrasında Ali’nin karşısına çıkar, dahası onu kafir ilan eder. Ve bir sabah İbn Mülcem isimli bir harici elindeki hançerle Ali’nin karşısına çıkar. Ali o hançerin açtığı yara üzerine yaşamını kaybeder. Fakat biz biliyoruz ki, Ali’nin bağrındaki hançerin sahibi yalnız İbn Mülcem değildir; Hançeri tutan belki oydu ama o hançeri kınından çıkaranlar, o güne getirenler yıllar içerisinde Ali’yi adeta ölüme hazırlayanlardı, üstelik onlar Ali’nin tanıdıklarıydı. Yaranın izinden biliyoruz.