Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,9216
Dolar
Arrow
34,0763
İngiliz Sterlini
Arrow
45,0830
Altın
Arrow
2804,0000
BIST
Arrow
9.774

Çuvalın içindeki din ve Narin

Bir dinin nasıl yaşandığını bir evin içinden anlamak mümkün mü? Ya da dergâhtan, tekkeden, cemaat evinden anlayabilir miyiz yaşanan dinin ne durumda olduğunu? Peki ya bir çuvalın içine girer mi din, oradan anlayabilir miyiz dinin nasıl hayat bulduğunu? 

Narin’in cansız bedenini yok etmek üzere Nevzat Bahtiyar’a 200 bin lira teklif eden Salim Güran’ın sayfasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kur’an okuyan görüntüleri ve daha böyle pek çok dini içerik var.

“Hira mağarasının iç görüntüsü” diye bir fotoğraf paylamış mesela cani amca. “Beğenen dert görmesin” deniliyor. Oysa o sekiz yaşındaki yeğeninin en büyük derdi, cellatlarından biri oldu. Kendi sayfasında dinden imandan bahsederken, masum, melek bir canın üzerinde onun da kanı vardı. Peki neye, nasıl inanıyordu Salim Güran ve hatta cinayet işlemekle suçlanan anne ve Narin’in ağabeyi! Niye inançları bu caniliğine engel olamamıştı. Ahlâkı, korkuyu, vicdanı nerede ve nasıl bırakmıştı ve aynı anda nasıl “dindar” görünebiliyordu bu insanlar?

Mesela masum bir canı rüşvet karşılığı yok etmek üzere Salim Güran ile anlaşan Nevzat Bahtiyar, bu cürmü işlerken inancı hiç mi aklına gelmemişti? Masum bir çocuğu öldürürken hiç mi dini bir söz, emir, kıssa yankı bulmamıştı ruhunda? Bütün bunları bir anda sildiyse Bahtiyar, neye, nasıl inanıyordu o zaman? “Eve geldiğimde” diyor Nevzat Bahtiyar, “namaz kıldım, sonra Narin’i arama faaliyetine katıldım”. Namaz, din, Allah ve çuvalın içindeki Narin.. Bir çırpıda yaşanan dinin özeti gibi. 

Narin söylenenlere göre en son Kur’an kursunda görülmüştü. Köy, muhafazakâr seçmen tarafı ile biliniyordu. Fatih Altaylı’nın aktardığına göre son seçimde 154 seçmenden 100’ü AKP’ye, 16’sı da Hüdapar’a oy vermişti. AKP’li Galip Ensarioğlu da aile ile 40 yıllık dostuluğu olduğunu söyledikten sonra şunları ekliyordu: Refah Partisi geleneğinden gelen bir aile. 

Dolayısıyla karşımızda din ile oldukça içiçe geçmiş bir topluluk olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan mesele yalnızca bir köyde değil: konu hukuksuzluk, yolsuzluk, nepotizm, haksız biçimde servet transferi, usulsüz ihaleler ve cinsel suçlar olunca dinini, “Allah korkusunu”, günahı, haramı unutan önemli bir kitle var.

Sanırsınız haram mutfaktan ibaret ve din mutfak için yaşanıyor. Bunu görmek için hukukun üstünlüğü endeksi, yolsuzluk endeksi gibi ölçümlere bile bakmak bile yeterli sanırım.

Yakın dostlarımdan biri anlattı geçenlerde: Ülkemizde tanınmış cemaatlerden birinin üyesi bir evlilik yapıyor. Uzun bir süre evli kalıyorlar, akabinde kadın ağır bir hastalığa yakalanıyor ve birkaç yılda ölebileceği söyleniyor. Kocası bunu bildiği halde, eşi hastayken başka birisiyle dini nikah kıyıp evleniyor ve aynı evde yaşamaya başlıyorlar. Ve maalesef dostumuzun yakını da bir süre sonra yaşamını kaybediyor. Acının tarifi yok elbette, kötülüğün de. İyi ama tabiri caizse konu din olunca mangalda kül bırakmayan bu kimseler nasıl bir anda bu kadar kötüleşebiliyorlar? 

Mangalda kül bırakmamak deyince şu olayı hatırlatmama izin verin lütfen: 2015 yılında Artvin’de Eğitim Sen üyeleri “laik ve bilimsel eğitim” talebi ile ilgili bir bildiri dağıtıyor. Akabinde savcı Yusuf Bahadır Özay konu ile ilgili soruşturma başlatıp, bildiride geçen “hurafeler” ile neyin kastedildiğini soruyor. Yanıt olarak “küçük çocuklara cinler, perilerin anlatılması bir örnektir” şeklinde karşılık veriliyor.

Bunun üzerine anılan savcı “Kuran’da cin suresi var, bunu bilmiyor musun? Kuran’a inanmıyor musun? diye sorularını derinleştirip (!), kürsüsünü adeta “din mahkemesine” çeviriyor. İnsanların doğrudan dini inançları sorgulanıyor.

En nihayetine Özay, “dini değerleri aşağılama” suçlamasıyla sanıkları tutuklu yargılanmak üzere hakimliğe sevk ediyor. Lakin sanıklar tutuklanmıyor akabinde davasının savcısı değişiyor ve yeni savcı Nusret Alper Pazarcıklı oluyor.

Pazarcıklı ise söz konusu bildirinin ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu ve AİHM içtihatlarına göre belirli sınırlar dahilinde dinlere yönelik eleştirilerin de hoşgörü ile karşılanması gerektiği yönündeki görüşlere vurgu yapıyor. Dahası kararda öğretmenlere gözaltında kaldıkları süreye ilişkin olarak tazminat davası açabilecekleri hatırlatılıyor. İki savcı, iki farklı Türkiye gerçeği. Hangi yoldan gidilirse ülkenin nereye varacağı, din, vicdan ve adalet pratiğini nasıl yaşayacağı aşikar. Yeter ki hakikate gözümüzü kapatmayalım. 

Yukarıdaki örneği anlattım, çünkü; ülkelerin de dinlerin de izledikleri yollar, o yolları açan isimlerin sergiledikleri pratikler en nihayetinde bir sonuç ortaya çıkarıyor. 

Lichtenberg şöyle der; “önemli olan insanın neye inandığı değil, inandığı şeyin onu ne hale getirdiğidir.” Örneğin IŞİD’li olursanız bir süre sonra o “inanç” sizi diri diri insan yakmaya götürür. Artık dönüşmüş, başka biri olmuşsunuzdur. Bu meselenin dönüşen, değişen yanı. Yorumunuza göre din artık başka bir din, siz de artık başka bir insan olursunuz. 

Bütün bunların sonrasında Narin’i çuvalın içinde bir köşeye atan işbirlikçi kişinin kıldığı namazı, cani amcanın yaptığı dini paylaşımları, cinayette adı geçen kimselerin durumunu ve köyün sözümona dindar yapısını nasıl açıklamak gerek peki? Maalouf diyor ya, “İnsanlar bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar” Sorunun yanıtı zor ama meselenin düğümü burada saklı sanırım.