Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Din, değer ve eleştiri

Dinin kitabi tanımı onun insan ve toplum ruhundaki karşılığını tam anlamıyla ifade edemez. Tam da bundan dolayıdır ki, dinlerin insan yaşamında neden ve nasıl bu kadar etkili olduğunu ilk bakışta anlayamayız. Kitabi tanım mekaniktir çünkü, sözlük düzeyinde açılımlar üretir, oysa yaşanan din hayatın içinde mana bulur sayfalar arasında değil.

Peki nedir bu mana? İnsan için ne anlama gelir din? Bu soruya en etkili yanıtlardan birini ilginçtir Karl Marks vermiştir. Dine dair şöyle der Marks: “Din, ezilenlerin iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur!” Din eğer çoğu zaman dünyanın kalbi gibi yaşama nefes aldırıyorsa, insan da onunla birlikte nefes alıp vermeye devam edecektir. Bu yanıyla din bahsinde konuşmak, insanın kalbine dokunmak gibi etki bırakacaktır; nitekim kutsala giden yolda kurulan bağlardan biridir din. Büyük bir değer dünyası barındırır içinde; aidiyet, kimlik, gelecek ve sonsuzluk inşası bu değerlerden birkaçıdır. Hürmet görmesi, büyük bir sevgiyle karşılık bulması bundandır. Onun için dine dair yapılan her konuşma önce insanın kalbine dokunur, sonra oradan akla gider.

Öte yandan din dahil yaşamla ilgili her konu ister istemez tartışmaya açılacak, iddiaları nispetinde eleştirilerin muhatabı olacaktır. Son olarak Diamond Tema özelinde  karşı karşıya kaldığımız durum da bunun bir örneği olarak karşımıza çıktı. Nitekim dini metinler ya da peygamberlerle ilgili tartışmalar bugünün de konusu değildir. Tarih boyunca bu tartışmalar olduğu gibi bundan sonra da olmaya devam edecektir. Burada hassas olan nokta tartışma zeminini sağlıklı kurmaktır; gerek dini savunanlar gerekse de karşıtları açısından bu nokta önemlidir. Zira tartışma zemininden kopan her söylem amacınından uzaklaştığı gibi sığ ve tehlikeli tartışmaların da gölgesi altında kalır.  Bu bağlamda en başta ülkenin Adalet Bakanının sınıfta kaldığını söylememiz gerek. Öte yandan IŞİD'in Tema'yı hedef olarak göstermesi, sosyal medya ortamında yayılan nefret ve linç odaklı söylem, bir tartışmayı değil sonu kanlı olaylarla bitebilecek elim hadisleri besler ve bu hadiselerin ortaya çıkmasına yol açar. Tartışmasız bu tavrı mahkum edip, buna karşı birleşmek gerek.

Amerikalı nörobilimci ve yazar David Eagleman bir gruba dahil olmanın bize mutluluk ve huzur verdiğini belirtir. Ailemiz, dostluklarımız, işimiz, kültürümüz hatta tuttuğumuz spor takımları ve elbette din bu gruplardandır. Eagleman’a göre bu aidiyetler toplamı aynı zamanda bizi saran dünyaya ışık tutan değerlerdir. Bu değerlerin muhafazası ise insanın benliği için önemlidir; ki benlik boşlukta var olmaz. Onu var eden dış dünya ve onun kabulleridir. Eagleman bu noktada önemli bir deneyi de bizimle paylaşır ve deney sonucunda dışlanma gibi durumlarda ortaya çıkabilen toplumsal acının, beyinde fiziksel acıyla aynı bölgeleri etkinleştirdiği bilgisini bizimle paylaşır. “Dışlanma neden acıtır” sorusunu ise şöyle yanıtlar Eagleman: “Yerleşik nöral düzeneklerimiz, bizi başkalarıyla bağ kurmaya ve gruplar oluşturmaya iter”. Dolayısıyla bu bağlardan dışlanma ya da bunlara dönük söylemlerin insan ruhunda yarattığı bir acı vardır. Bu gerçek der Eagleman, türümüzün tarihi hakkında başlı başına bir ipucudur.

O vakit din ya da insan-kutsal ilişkisini ele alırken bu gerçeklikleri unutmamamız gerekir. Bu gereklilik bir sansür ya da benzeri bir rezervden ziyade tartışmanın bilimsel zemini açısından önemlidir.  Dinin insan dünyasındaki yeri, kitabın sınırlarının çok ötesindeyse tartışmanın içeriği de o zenginlikte ve kapsayıcılıkta olmalıdır. Maksat insandaki dine ulaşmak ise aslında tartışımız gereken kitaplar değil insanın bizatihi kendisidir. O halde insanı aşarak dini yönelmek çok mümkün olmayacaktır. 

Bu durum elbette dinleri tartışmamamız gerekiyor diye bir sonuç ortaya çıkarmaz. Lakin çoğu zaman usul, esas kadar önemlidir. Bu durum yalnızca dinler için de geçerli değildir aslında; bağlısı olduğumuz bir ideoloji ya da benimsediğimiz tarihsel bir karakter hakkında konuşurken de üsluba, kullanılan dile özen gösterilmesini isteriz. Edinilen bilgi ve verilerin yorumunda beklenti duyduğumuz bir hassasiyet vardır. İşte mesele bu hassasiyetin her alanda korunması ve o önemsenmesidir. Sadi Şirazi’nin dediği gibi “Yanlış üslup doğru sözün celladırdır” Savunduğumuz doğruları uslubumuza kurban etmemeliyiz.

Diğer taraftan din mensuplarının usul ya da uslup problemli dahi olsa, muhataplarına saldırganca yaklaşması, engizisyon mahkemeleri kurup, tartışma sahipleri hakkında ölüm fetvaları yayınlanması, utanç verici gelişmelerdir. Tarihin yükü bu noktada çok ağırdır; ortaçağ karanlığından din adı altında kurulan diktatörlüklere kadar bu yükü sırtında hep taşımış, bu noktada çok ağır bedeller ödemiştir. Korkutmak, sindirmek, terörize etmek bir düşüncenin müdafaası  olamaz; aksine bu tür yaklaşımlar fikirleri pekiştir. Zira “fikirler keçe gibidir, vuruldukça sertleşir.”

Yazıyı uğurlarken sözü “Atesitler İçin Din” kitabının yazarı Alain De Botton’a bırakmak istiyorum. Botton şöyle diyor: “Dinlerin yukarıdan aşağıya indirildiğine ya da tamamen deli işi olduklarına inanmayı bıraktığımızda durum ilginçleşiyor aslında. Işte o zaman, günümüzde de varlıklarını sürdüren, ancak seküler toplumun başarılı bir yolla karşılamayı beceremediği iki temel gereksinimin nedeniyle dinleri yarattığımızı anlıyoruz. Bu gereksinimlerin ilki, çok derinlerimizde kök salmış, bencil ve vahşi dürtülerimize rağmen hep birlikte topluluklar halinde uyum içinde yaşama gereksinimi. İkincisi mesleki başarısızlıklar, sorunlu ilişkiler, sevdiklerimizin ölümü, sağlığımızın bozulması ve kendi ölümümüz konularındaki kırılganlıklardan kaynaklanan ürkütücü yoğunluktaki acıyla baş etme gereksinimi.”

İşte meselenin bam teli burası aslında; bir acının içinde konuşup duruyoruz, acıya dair konuşurken yol almak kolay olmuyor.