İnsanın yaşamı, içinde bulunduğu toplumsal koşullardan bağımsız değildir. Değer yargıları, kültürel ve dini kabuller, ekonomik ve politik gerçeklikler bir araya gelerek bireye sınırları belirli bir yaşam alanı sunar. Bu alanın içinde bireyin kendini ne ölçüde var edebileceği ise, başta güç ilişkileri olmak üzere birçok dinamik tarafından yeniden belirlenir. Nihayetinde toplumsal yapının hayat üzerindeki etkisi inkâr edilemez bir güç teşkil eder.
Bu çerçevede odağımızı daraltarak kadının yaşam koşullarına, oradan da bu koşulların dini referanslarla nasıl temellendirildiğine ve İslam’ın kadına bakışının nasıl yorumlandığına yönelelim. “İslam kadına ne diyor?” sorusu, aslında “Müslümanlar İslam’ın kadına dair hükümlerini nasıl anlıyor ve nasıl bir dil kuruyor?” sorusuyla yakından ilişkilidir.
Bu noktada tekil bir söylemden söz etmek mümkün değildir. İslam içinde feminizmle uyumlu yorumlar geliştiren yaklaşımlar da vardır; kadını kamusal alanın dışına iten, onu görünmez sınırlarla çevrelenmiş bir yaşam alanına hapseden görüşler de. Bu yazıda özellikle ikinci yaklaşımın argümanları üzerinde durmak istiyorum. Bu görüş sahipleri, düşüncelerini temellendirirken kimi ayetlere atıf yapsalar da esas ağırlığı Peygamber’e ait olduğu öne sürülen sözlere, yani hadislere yer verirler. Bu hadislerde yer alan ifadeler ise oldukça çarpıcıdır.
Aşağıda örnek olarak sıkça aktarılan bazı hadislerde kadının nasıl konumlandırıldığı görülmektedir.
Kıyafet ve cehennem ilişkisini kuran hadis ile başlayalım isterseniz:
"Ateş ehlinden iki sınıf vardır, henüz onları görmedim: Yanlarında sığır kuyruğu gibi bir şeyler taşıyıp onu insanlara vuran insanlar; giyinmiş, çıplak kadınlar ki bunlar Allah'a itaatten dışarı çıkmışlardır. Bunlar, başkalarını da baştan çıkarırlar. Başları deve hörgücü gibidir. Bu kadınlar cennete girmek şöyle dursun, kokusunu dahi almazlar. Halbuki onun kokusu şu kadar uzak mesafeden duyulur." buyurdular." [Müslim, Cennet 53, (2857), 52, (2128).]
Kadının erkeğe neredeyse ibadet düzeyinde boyun eğmesini salık veren hadis ise şöyle nakledilmektedir:
“Eğer ben bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretmiş olsaydım, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Ve eğer bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa, siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taş taşımasını emretse, uygun olan kadının bunu yapması olurdu.”
(İbn Mâce 1852–1853; Tirmizî 1159; Ebû Dâvud 2140)
Kadınları cehennemin çoğunluğunu oluşturan topluluk olarak gösteren hadis ise bize şunu söyler:
“Resûlullah (sav), bir bayram namazında kadınlara: ‘Ey kadınlar cemaati! Sadaka verin, istiğfarı çokça yapın. Zira ben cehennemliklerin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm’ buyurdu.” Bu söz üzerine bir kadın: “Cehennemliklerin çoğu neden kadınlar?” diye sorunca peygamberimiz şöyle cevap verdi:
“Kötü söz söylüyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı ve dini eksik olup da akıl sahibi erkeklere üstün gelen başka bir topluluk görmedim.”
Aynı kadın “Aklın ve dinin eksik olması ne demektir?” diye sorunca peygamberimiz şu açıklamayı yaptı:
“Aklın eksikliği, iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasıdır. Dinin eksikliği ise hayız dönemlerinde kadınların namaz kılmamaları ve Ramazan’da oruç tutmamalarıdır.”
(Buhârî, Hayz 6; Zekât 44; İman 21; Küsûf 9; Nikâh 88; Müslim, Küsûf)
Ve son olarak kadını “şeytanın oltası” olarak gösteren başka bir hadis:
“Resûlullah (sav) buyurdu ki: ‘Hamr (sarhoş edici içki), günahın her çeşidinin kaynağıdır. Kadın, şeytanın oltasıdır; dünya sevgisi ise her hatanın başıdır.’”
(Kütüb-i Sitte, 176. Bölüm, 5337)
Başlangıçta belirttiğim gibi, özellikle kadın karşıtı yaklaşımı savunan çevreler argümanlarını büyük ölçüde bu hadislerden devşirir. Bu hadislerin ne derece sahih olduğu, hangilerinin uydurma kabul edildiği ayrı bir tartışma alanıdır. Fakat doğruluk derecesi ne olursa olsun, bu metinlerin kadın hakkında belirgin bir bakış açısı ürettiği açıktır.
Bu bakış açısını anlamak için şu soruyu sormak yeterlidir: Bu metinler aracılığıyla kadınlara ne söylenmektedir? Mesaj oldukça nettir: Erkeğe itaat edin; cehennemin çoğunun kadınlardan oluştuğunu unutmayın; şeytanın vesvesesine açık olduğunuzu aklınızda tutun; kısacası size dair ortaya konan dini emirleri sürekli hatırlayın. Aksi hâlde karşılaşacağınız sonuç bellidir.
Gelinen noktada görüyoruz ki kadınlar adına “din dili” üzerinden üretilen söylemler, aslında Müslümanların belirli bir kesimi tarafından oluşturulmaktadır. Bu kesim, kadını nasıl görmek istiyorsa ilgili dini metinleri öne çıkarmakta, yaşam alanını bu metinler üzerinden inşa etmektedir. Öte yandan tüm Müslümanlar kadın ve toplumsal yaşam konusunda aynı düşünceye sahip değildir. Bu bağlamda oluşmuş bir dini külliyat da karşımızda durmaktadır.
Sonuç olarak Müslüman kadın, hem dinin hem de toplumsal yaşamın içinde kendine bir yer açmaya, nefes almaya ve varlığını korumaya çalışmaktadır. Bu çaba hiç kuşkusuz kolay değildir; zira omuzlarında yüzyılların itikadı ve kültürel yükü vardır.
Bu yükün ne kadar ağır ve sonuçları itibarıyla ne kadar acı olabileceğini göstermek için Diyanet’in Nisa 34 meali bile tek başına yeterlidir:
Birlikte okuyalım:
“(Evlilik hukukuna) başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün.
Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.”
Çok Okunanlar
Türkiye'nin en zeki şehirleri açıklandı
Di-En Araştırma'nın İstanbul anketinde görülmemiş fark!
Şimdi de refakat eden kişi hastaneye kaldırıldı!
Papa 14.Leo ziyareti, kalpgâh, kenar kuşak jeopolitiği ve dinler
O parmağın sallanacağı öyle çok şey var ki!..
Avrupa aydınlanmasını ve ilerlemesini başlatan hareket; Türk Yürüyüşü...
İBB iddianamesi ile ilgili bomba kulis geldi
Berk Akand hakkında tahliye iddiası
SGK’daki meslek kodu hatası emekliliği geciktirebilir!
Erdoğan'a 'Eş Cumhurbaşkanlığı' teklifi