Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Köy enstitüleri ve ülkenin yazgısı

İnsan sağlığı bir anda bozulmuyor, yaşadığı psikolojik sıkıntılardan, beslenme düzeni, hava kirliliğine kadar pek çok etken bu sonucu yaratıyor. Aynı durum toplumlar için de geçerli. Hakikat “an”lardan oluşmuyor, gerçekliği anlamak için sürece gitmek gerek.

Türkiye topraklarında o sürece damgasını vuran, memleketin niye bu halde olduğuna tanıklık eden olgulardan bir tanesi de hiç şüphesiz Köy Enstitüleridir. 

Dönemin Cumhurbaşkanı İnönü’nün ifadeleriyle “Cumhuriyet eserleri içerisinde en kıymetlisi Köy Enstitüleriydi”, bu yanıyla “Milli Şefin”in en değerli miraslarından biri olacaktı. Fakat ne yazık ki, yine İnönü döneminde o kıymet yavaş yavaş bir kenara itildi. Dönemin muhafazkar/milliyetçi siyasetçilerinin baskılarıyla, o nadide kurumlar gözden düşürüldü. Önce ellerindeki araç gereç alındı, sonra yavaş yavaş okullar kapatıldı, etkinlik alanları zayıflatıldı. Ve nihayetinde yoğun bir karalama kampanyasının sonrasında kapısına son çivi de çakılarak, 1954 yılında resmen kapatıldı. 

O yıllarda İnönü şöyle konuşacaktı:

“Köy Enstitülerinin kapanmasından duyduğum acıyı tarif edemem. Bir babanın evladını kaybetmesinden duyduğu acı gibi duyarım.”

Peki, İnönü’nün doğrudan sahiplendiği ve başarısı olarak gördüğü bu kurumlar nasıl kapatılmıştı?

Yine İnönü’ye dönelim o zaman: “Kurultaylarda Enstitüler aleyhine bir cereyan başladı. Ben bunların doğru olmadığını yerine giderek tespit ettim, ama bu o kadar yoğunlaştı  ki grubu etkiledi. Grubun büyük çoğunluğu Köy Enstitülerinin aleyhine döndü. Bakanlar içinde Köy Enstitülerine karşı vaziyet alanlar çoğaldı.”

Ne acı değil mi? CHP’li bakanlardan bahsediyor, CHP’li vekillerden. Bunların çoğu her ne kadar sonradan Demokrat Partili olsa da, o dönemlerde CHP’lidir. Dolayısıyla Köy Enstitülerinin kapatılmasına giden sürecin başında ne yazık ki, 1946 sonrasında CHP içerisindeki bir grubun imzası vardır.

Peki onun dışında Köy Enstitülerine kimler ağaçları kurmaya çalışmıştı?

Şaşırmayacağımız üzere dönemin, sağcı, milliyetçi isimleri geliyordu bunların başında. Neler söylemediler ki..


Dönemin sağcı yazalarından olan bir dönem Komünizmle Mücadele Derneği başkanlığı da yapan, önce Adalet Partisi’nde sonra da MHP gibi partilerde görev alan, milletvekilliği yapan İlhan Darendelioğlu Köy Enstitüleriyle ilgili şunları yazmıştı:

“En büyük tahrik ve kızıl faaliyetler Köy Enstitülerine öğretmen yetiştirmek üzere yüksek kısım haline getirilen Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde yapılmak istenmiştir… Enstitülerde kurulan kitaplıklarda ise kızıl, dinsiz, ruhsuz zevatın eserleriyle Yurt ve Dünya, Adımlar, Pınar, Gün, Ses gibi komünist dergilerin okunması sağlanmıştır.”

Devrin Genel Kurmaybaşnaı olan Fevzi Çakmak, İnönü’ye “Bu komünist yuvalarını ne zaman kapatacaksın?" der. Dahası “Ben daha iş başında iken, eski bir Milli Eğitim Bakanının bu faaliyeti destekleyen hareketinden dolayı hükümeti resmen ikaz ettim. Kimse kulak asmadı ve sonra da Hamidiye Köy Enstitüsündeki komünistlik yuvasından bahsettiler” şeklinde gazeteye demeç verir Çakmak. Bunun üzerine Hasan Ali Yücel, bu bakanın kendisi olup olmadığını açıklamasını ister. Yanıt ise Fevzi Çakmak’tan değil Demokrat Parti İstanbul Başkanı Kenan Öner’den gelir, “Evet o bakan sizsiniz” der. Sonrasında Hasan Ali Yücel, Öner’e dava açar Öner bu davada çok ağır suçlamalarda bulunur. O kadar ki, “Enstitülerin Stalin tarafından yönetildiğini devrimin Türkiye’de de planlandığını, buraların da komünist teşkilatı olduğunu” söyler. Akabinde de Demokrat Parti’de siyaset yapmaya başlar ve işte son Enstitüler de zaten o zaman kapanır. 

Türkiye’nin sağcılaşma ve çölleşme tarihini ondan bağımsız okumak mümküm değildir elbette. Necip Fazıl Kısakürek’ten bahsediyorum.

Şu sözler de ona ait:

“Son günlerde peçesi kaldırılan ve bazı temayüllere göre tekrar ihyası için zemin aranan Köy Enstitüleri davası, memleketimizdeki komünizma hululünün şah damarını çizer.”

Peygami Sefa ile devam edelim.

O da şöyle konuşur:

“Çocuklara Nazım şiirlerini ezberleten. Marksizm hakkında konferanslar verdiren, dergilerinde de Marksizm hakkında makaleler neşreden Köy Enstitülerinin komünist yuvaları olduğunu bilmeyen bir şuurlu Türk aydını yoktur… Komünist değilseniz mürteci misiniz?”

Komünizm kelimesini elinde bir kılıç gibi sallayıp, yok etmek istediği her fikre, her olguya bu kılıçla karşı çıkan, hasım gördüklerini bu sözlerle itham edip, suçlayan bir tarihten geliyoruz. Bugünün komünizm silahının kaynağını görmek açısından oldukça üretken yıllardır bu yıllar. 


Oysa ne yapmıştır Köy Enstitüleri? Binlerce öğrenci ve öğretmen yetiştirmekten, okulları aynı zamanda bir bilim ve sanat merkezi haline getirmekten, bu ülkeye onlarca şair ve yazar kazandırmaktan başka hangi suça imza atmıştır! Komünizm buysa eğer, alın başınıza koyun. Yok değilse, bunun adı açıkça bir topluma düşmanlık ve kötülüktür.

O kötülüğe dair bir başka bir örnekle devam edelim isterseniz.

Yine dönemin Demokrat Partili Bakanlarından Tevfik İleri Meclis’te yaptığı konuşmada, şimdiye kadar saydığımız bütün karalamaları dile getirmiş, Köy Enstitüler’inde yaptığı denetimlerde güya “Aile kudsiyeti bir saçmadan başka bir şey değildir. Senin karın benim karım diye tabiat bir şey ayırt etmemiştir” sözlerinin sarf edildiğini söylemiştir. Oldu olacak “bunlar haşhaşiler” deseymiş; geleneklerinde olamayan bir söylem değil çünkü.

Celal Bayar, Emin Sazak, Refik Koraltan, Adnan Menderes gibi isimlerin de karşı çıktığı ve mecliste yoğun bir muhalefetle eleştirdiği Köy Enstitüleri bu memleketin yüzakıydı. Köyleri farklı kültürlerle, müzikle, edebiyatla, sanatla buluşturmanın, yaparak öğrenmenin, iş içinde eğitimin, Anadolu’yu kendi öz topraklarında büyütmenin, olası nüfus hareketlerini önleyecek gücün adıydı. Her köyü, bir şehir, medeniyet haline getirmenin adıydı; göçleri durdurmanın, iş ve istihdam için açılacak kapıların adıydı. Devamı gelse, muhtemelen tam da böyle bir Türkiye ile karşılacak, çorak toprakların nasıl bereketlendiğini, griden yeşile nasıl geçildiğini görecektik.

İzin vermediler, sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz. 

Şimdi geçelim. Köy Enstitüleri ile gerçeklere. Niye inşa edilmişti bu sistem, murad edilen neydi? Köy Enstitülerinin mimarlarından İsmail Hakkı Tonguç bu soruya şöyle yanıt veriyor:

"Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi mihaniki surette köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köy insanı öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar etmesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi, her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir... 


"Köylüyü, köyden başlayarak ta Kamutay'a [TBMM] varıncaya kadar, 

devletin bütün şubelerinin idaresine, onda bugünkü vasıflardan başka bir şart aramaksızın iştirak ettirmek, bu suretle devlet işlerini, realiteden kuvvet alan elemanlarla besleyerek memleketin hakiki bünyesine uygun bir şekle getirmek... köylü vatandaşlarda... Cumhuriyet vatandaşlığı şuurunu, aksiyon haline gelebilecek şekilde uyandırmak lâzımdır...”

Eğer Köy Enstitüleri bir ideoloji üzerinden tanımlanacaksa, işte o ideoloji bu sözlerdir. Mesele ideoloji söyleminden ziyade onun içeriği, yönü ve yarattığı sonuçlardır.  Yoksa tek başına “ideolojik” söylem bir suçlama konusu yapılamaz. Bu bağlamda hatırlatmak gerekirki, dönemin Milli Eğitim Bakanlarından Ziya Selçuk, bir iletisinde adı geçen okulları saygıyla anarken bugünün Milli eğitim Bakanı Yusuf Ziya Tekin o günlerde Tonguç’un oğlunun sözlerini paylaşıyor, Köy Enstitülerini sözümona ideolojik kimliğinden dolayı mahkum etmeye çalışıyordu. Peki neymiş o ideolojik misyon Engin Tonguç’un ifadeleriyle: “…Emekçi sınıfları bilinçlendirmek ve devrimsel süreci hızlandırmak için girişilmiş bir devrim stratejisi ve taktiği idi.”

Dert buysa, yalnız Tonguç ve kadroları değil, milyonlarca insan bu sözlerin altına imza atar. Emekçi sınıfların bilinçlendirilmesi aynı zamanda bu halkın ve dünyanın dileğidir çünkü. 

Profesör Celal Şengör “Köy Enstitüleri kapatılmasaydı Türkiye bir Avusturya olurdu” diyor. Maalesef kapatıldı. Komünizm düşmanlığı etrafında bir araya gelenler, memleketin sağcıları, yobazları, bağnaz milliyetçileri bu güzide okulları yok ettiler. Ve haliyle Türkiye Avusturya ya da daha iyi bir ülke olamadı. Ezbere boğulan, at yarışı gibi sınava hazırlanan, neyi neden öğrendiğinin farkında olmayan bir eğitim sistemi yarattılar. Ve haliyle böyle düşünen kitleler, milyonlar oluşturdular. 

Amaçları bu muydu bilmiyoruz fakat yarattıkları Türkiye bu. Dedim ya mesele ideolojiden ziyade onun ruhu, yarattığı sonuçtur. Her ideoloji sonuçları ile ispatlar kendini. Yaşattıkları sonuçtan taşıdıkları ideolojinin anlamını görebiliyoruz. Bu ideoloji ile bırakın nitelikli bir eğitimi, kantinten tost bile alamıyor çocuklar.