Bir gece yarısı, kör bir karanlığın içinde kapınıza vuruluyor, anlıyorsunuz gelen sütçü değil ama suçlu da değilsiniz bunu biliyorsunuz. Gülle gibi kapınıza vurulan yumruklardan eşiğin öte yanında duranların dostça bir saikle bunu yapmadığı aşikar: Düşmanlar mı? Değil. Kim peki? Emniyet güçleri!? Hukuk adına orada olduklarını söylüyorlar, haksız da değiller, ellerinde arama kararı dahi var. İçeri alıyorsunuz haliyle. Sonrası mahkemeler, yargıçlar, savunmalar, iddialar.
Karanlığı yalnız evin içine değil ülkeye, tarihe ve zamana yayanların örnekleriyle dolu takvim yaprakları. En nihayetinde hukuk dediğimiz metinler bütünü “ideolojik” süzgeçten geçerek kitaplara yazılıyor, hayata bakılan pencere ne ise kanun adına da çoğunlukla onlar işlev görüyor. Hukuk ve iktidar arasındaki ilişki ise yargı araçsallaştırıldığında, yasaların çoğu zaman kurşunlardan daha etkili olduğunu, değme mevzilere taş çıkardığını, mahkeme kürsülerinin parti bürolarından çok daha iyi çalıştığını söyler bize. Dedim ya tarih bunun örnekleri ile dolu ve ne yazık ki bu örnekler sadece tarihte kalmadı. Hukuk, egemenlerin denetiminde kaldığı sürece, zulümle girdiği müttefiklik ilişkisi de değişmeyecektir.
Faşist yönetimler, tek adam egemenliğine dayalı saltanat rejimleri hukukun nasıl kirletildiğini, yasaların zulüm düzenini nasıl meşrulaştırdığını açıklıkla ortaya koyar. Yakın dönemin kanlı rejimlerinden Hitler Almanya’sı da önümüzdeki asırlara yetecek kadar bilgi-belge sunar; ‘hukuk iktidarların en tehlikeli araçlarından biri olmuştur’ der. Duymamak için Nazi olmak gerekmiyor; bağnaz bir tarafgirlik, nefretle örülü ideolojik bağlılık ve devrin hastalıklarından cehalet de bu aşamada yetiyor insana.
Hatırlayalım yıllara yayılan Nazi pratiği sadece zorbalıkla ve baskıyla bu işlevi yerine getirmedi. Çok acı ki bu düzenin inşa edilmesinde, taşından tuğlasına o düzenin büyütülmesinde hukukçuların payı da az değildi. Genel olarak dönem bürokrasisi Nazi ruhunu bir görev ruhuyla sahiplenip, görevini ifa etmeye çalışırken Nazi yargıçları da bu aşamada mahkemelerdeki yerlerini aldılar. Her yargıç tam anlamıyla bir Nazi değildi, farklı saiklerle bu görevi yapıyorlardı belki ama sonuç olarak hep birlikte Nazi düzenini yarattılar.
Kimi kariyeri için Nazileri fırsat bildi, onlara yanaştı; sahip olduğu konforu, tatili, evi, arabası ve hatta dokunulmazlığı bu sayede edindi. Kimi Nazi düzenini “hukuksal” bir çerçevede inşa etmeyi aklına, ruhuna kabul ettirdi; olan biten kanlı bir rejimin yasaları değil, hukuk ile çerçevesi belirlenmiş bir toplum düzeninin adıydı. Herkes kanunlara saygı duymalıydı; kanun tek adama Hitler’e mi hizmet ediyordu? Öyleydi belki ve fakat Hitler demek ülke demekti? Hitler’e karşı çıkmak ülkeye, vatana karşı çıkmaktı? O zaman her vatansever Hitler’den yana olmalıydı. Hukuk da sadece bunu metne döküyordu. Ezcümle günün sonunda Nazi yargıçları, hukuku rejimin en önemli güvencesi haline getirdiler. Az sayıda hukukçu hariç çoğu böyle davrandı; sayıca az olanlara selam olsun o vakit.
Nazi yargıçları demişken konuyu biraz açalım, ellerindeki hukuk neşterleri ile kanlı bir zamana imza attılar, haklarını teslim edelim.
Nazi yargıçları Hitler adına düşünmeye, onun penceresinden hayata bakmaya, kararlara imza atarken sonuçlarını bu çerçevede belirlemeye özen gösterdiler; hiç çekince göstermediler bu noktada. Nazi Almanya’sı için hukuk ne gerekiyorsa onu yaparız dediler! Hukuk adına bunu yaptılar.
Devrin önemli yargıçlarından Yargıç Roland Freisler, Hitler’e yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Führer’im; halk mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken, sizin nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır” Bu zevatın 1942-45 arası 5000 idam kararına imza attığı ifade edilir. Bu ne demek günde yaklaşık beş idam. Bakın bir cellattan, toplama kampındaki bir işkenceciden, kiralık bir katilden söz etmiyorum. Yargıç bu şahıs. Hukuk okumuş, cübbe giymiş. Fakat yaptıkları ile toplama kampını aratmıyor. O vakit anlıyoruz ki, hukuk adı altında mahkeme kürsülerini toplama kamplarına, yargıçları cellatlara, yasaları işkence aletlerine çevirebilirsiniz. Yapıyorlar da. Her biri dünyanın farklı bölgelerinde devrinin Nazi yargıcı gibi çalışıyorlar. Her yerdeler. Nazi artıkları, utangaç naziler ya da modern naziler mi diyelim bilemedim. Adı değil yaptıkları önemli, yeter ki farkında olalım olan bitenin, tarihin ve bugünün.
O yargıçların yani Nazi hukukçularının diğer bir özelliği de sanıkları aşağılamaları, itibarsızlaştırmaları, herkesin gözü önünde onları küçük düşürmeleriydi. Bir tür psikolojik şiddet gösterisi şeklinde yapıyorlardı bunu. Zaten karşılarındaki kişi suçluydu, dert yargılamak da değildi esasında. Dert en güçlü şekilde o sanığı cezaya mahkum etmekti. Geride kalanlara gözdağı vermek, sanığın şahsiyetini elinden almak, mutlak manada değersizleştirmekti. Bir Nazi politikasıdır bu da; tarihin unutma, gör dediği utanç yüklü bir belgedir.
Üstelik bu durum açıkça kayıtlara girmiş, Hitler’in en has adamlarından Goebbles’in sözleriyle tarihteki yerini almıştır. 1942’de şöyle konuşur Goebbels: “Yargıç karar verirken yasalardan ziyade suçlunun yok edilmesi gerektiği fikrinden yola çıkmalıdır… Devlet iç düşmanlarını en verimli şekilde uzaklaştırmalı ve tamamen yok etmelidir. Yargıcın sanığın suçluluğuna ikna edilmesi gerektiği fikri tamamen terk edilmelidir. Yasanın yönetiminin amacı ilk etapta misilleme, hatta iyileştirme değil, devletin sürdürülmesidir.”
Kanlı bir diktatörlüğün adı devlet olmuştu işte. Bu da başka bir Nazi propagandasıdır. İşlenen bütün suçları, devlet söylemiyle kapatmak, devleti bu anlamda bir paratoner olarak kullanmak, muhalifleri “devlet düşmanı” diyerek yok etmeye çalışmak. Bir de suç yoksa icat etmek; tanık yoksa uydurmak, sanık lehine durum varsa silmek, yok etmek..Yalnızca tarihte değil, aklımızda da kalsın. Utangaç Nazilerle baş etmek kolay olmuyor, olmayacak.
Hukuk, kerameti kendinden menkul “kutsal” bir alan değil. Yargıçlar da ‘aziz ya da azize’ değil. Tıpkı diğer meslek dallarında olduğu gibi burada da iyiler, kötüler var; kendi içlerinde bir mücadele de var. Onun için tek başına hukuk deyip saygı duymak olmaz. Hukuk ideolojiden, sahip çıkılan düşünme biçiminden, din anlayışından, tek adamların varlığından bağımsız inşa edilmiyor. Dahası yargıçlar da egemen düzenin varlığından bağımsız izole bir yerde çalışmıyorlar. Yeri vakti geldiğinde Nazi kalemlerine mürekkep, engizisyon kararlarına yakıt olabiliyorlar. Giyotine giden başların arkasında hep sözüm ona yargıçlar vardı, unutmayalım.
Kötülük toplumu organize bir bütünlükten ortaya çıkıyor. Aslında buna toplum demek de ne kadar doğru bilmiyorum ama bildiğim vahşetin, adaletsizliğin, bayağılığın, namertliğin, çürümüşlüğün arkasında hukukçusu, siyasetçisi, basını, iş dünyası, zengini ve cahili ile milyonlar var olabiliyor. Nazi tarihi bir ders olarak bunu anlatıyor insanlığa. “Anlamadığınız ve sonuç olarak sınavı geçemediğimiz takdirde, siz ders olursunuz” diyor.
Çok Okunanlar
Teğmenler 'Poz' vermedi!..
İşte O Komutan!..
BEDAŞ 5 Şubat'ta İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Devlet yetkilileriyle yapılan görüşmenin detaylarını anlattı...
Anket sonuçlarında dikkat çeken sonuç!
Çetenin kilit isimlerinden Turan Yıldırım nasıl kaçırıldı? Film gibi operasyon..
Meteoroloji ve AKOM'dan peş peşe uyarı! İkinci kar ne zaman yağacak?
Naci Görür'den deprem açıklaması! En güvenilir şehir neresi?
Skandala imza atan Kanye West ve Bianca'nın konuşmaları deşifre edildi
Mansur Yavaş ile ilgili dikkat çeken ön seçim iddiası