Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
44,3456
Dolar
Arrow
38,9439
İngiliz Sterlini
Arrow
52,9008
Altın
Arrow
4186,0000
BIST
Arrow
9.213

Şah İsmail'i konuşanlar bu acılara ne diyecek?

Her yaranın altında bir yaşanmışlık, sızlayan her acının arkasında bir olay vardır. İzini sürmek zaman alır bazen, bazen de gün gibi ortadadır sızlayan yaraların tarihi.

Geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, sebebi nedir bilinmez Şah İsmail yüklü konuşmalarla derin bir yaranın üstünü tekrar açtılar.

Şah’ın bu topraklardaki yerini, Kızılbaş Alevi inancı ve sosyolojisindeki karşılığını söylemeyeceğim; onu zaten Alevi dernekleri açıklamaları ile gösterdiler. Numan Kurtulmuş da bunun üzerine “üzüntü” açıklamasında bulundu.

Lakin Erdoğan’ın eski metin yazarı Aydın Ünal bu üzüntü açıklamasına bile tahammül edemedi; bir zihniyet dünyasını görmek açısından çarpıcı elbette. Bunu da ayrıca not ediyoruz.

Peki, o yara neydi? Şah İsmail’den açılan bir konu bizi nasıl bir yarayla baş başa bırakabilirdi?

O yaranın adı fetvalar, kurbanları da Kızılbaş/Alevilerdi.

Gelin şimdi sizlerle o tarihe doğru kısa bir yolculuk yapalım.

Buyurunuz.

Yavuz Sultan Selim  döneminde onun adamlarından Müftü Hamza’nın elinden çıkan bir fetvaya göre Şah’a destek veren Kızılbaşlar ve genel olarak Kızılbaş topluluğu “kafir ve dinsizler” olarak nitelendirilir.

Hatta “bu topluluğun hali kafirlerin halinden daha kötüdür” denilir.

Müftü Hamza ve bunu onaylayan Yavuz’a göre ölen Kızılbaşlar cehenneme gitmiştir, zaten kestikleri de yenmez. Dahası onların gerek kendi aralarında gerekse de başka topluluklarla yaptıkları evlilikler geçerli sayılmayacaktır. Müftü Hamza hızını almamıştır henüz. Devam eder.

Bunların miras hakkı yoktur. Ve cinayet mahallinde ele geçirilen suç aleti gibi sözleri devreye girer sonra: “İslam Sultanı” der, “onlara ait kasaba varsa, o kasabanın bütün insanlarını öldürtüp, mallarını, miraslarını ve dahi evlatlarını alma hakkına sahiptir.” 

Peki ya bu Kızılbaşlar ele geçirildikten sonra tövbe ederse ne olacaktır?

“İnanmayın” der Müftü Hamza. “İnanmayın ve hepsini öldürün.” Unutmayalım bu sözler aynı zamanda devrin iktidarının, yani Padişah Yavuz’un da sözleridir.

Zira fetvacıları atayan da, o fetvaları nihai olarak onaylayan da kendisidir. 

Hani şimdilerde adını birçok yerde ve üçüncü köprüde yaşattıkları Yavuz Sultan Selim, tarihte böyle bir yerde durur işte. 

Devam edelim.

Döneme dair böyle konuşan, fetva görünümlü katliam bildirisi yazan yalnızca Müftü Hamza da değildir. Ebu Suud ve İbn Kemal başta olmak üzere dönemin fetvacıları da yukarıdaki sözlerden çok farklı konuşmazlar.

İbn Kemal mesela, “Onların kafirlikleri ve irtidatları konusunda  hiçbir şüphemiz yoktur” der. Kızılbaşların ülkesini darü’l harp yani savaş ülkesi olarak görür. O da kızılbaşlarla evlenmeyi kabul etmez. Sonra da tarihin en utanç yüklü cümlelerinden birini şöyle kurar: “Onlardan doğan çocuklardan her biri “veled-i zina”dır. 

Bu yönde yazılan fetvaları çoğaltmak mümkün. Lakin maksat hasıl oldu diye düşünüyorum.

Padişahından Şeyhülislamına ve müftüsüne kadar devrin muktedirleri Kızılbaşlara adeta öfke saçıyor, onları kitleler halinde öldürmeyi hedefliyordu. Burada mesele yalnızca politik olarak Kızılbaşların Şah İsmail’e destek vermesi de değildi. Kızılbaşlar itikadi görüşleri açısından da hedef tahtasına oturtulmuş, inançlarıyla da yargılanır hale gelmişti. Bu yanıyla yaşatılan bir tür “soykırım”dı. Üstelik bu kitle kırımının gerekçesi de ilahi bir sebebe dayandırılıyor, onlarla savaşmak vacip, onlarla savaşıp ölenler şehit hükmündedir deniliyordu. 

Bütün bunların sonrasında geldiğimiz nokta şu ki; devrin iktidarına göre Kızılbaşlar hem itikadi hem de politik olarak kafirden daha kötü görülen ve hakkında ölüm fetvaları verilen bir topluluktu. Ve hiç şüphesiz bu kıyımın/kırımın başında Yavuz Sultan Selim vardı. Madem konu Şah İsmail’den açıldı, açık yüreklilikle bunu da söyleyelim o zaman. 

Daha önce de ifade ettiğimiz üzere adı çeşitli kurumlara verilen, kendisinden övgüyle bahsedilen Yavuz döneminde yazıldı bu fetvalar. AKP tarafından düzenlenen Gençlik Festivali’nde Şah İsmail’in adını anarak tarih kazısı yapan Erdoğan, konu Yavuz’a gelince hiç de öyle olumsuz konuşmuyor. Aksine üçüncü köprü açılışında da söylediği üzere Yavuz’un çok büyük bir padişah olduğunu söylüyor. Ne diyelim tarih ortada, yaşananlar ve kayda geçenler de. 

"Kayda geçmek" deyince Erdoğan’ın Şeyhülislam Ebusuud ile ilgili söylediklerini de aktarmadan geçemeyeceğim. Zira Erdoğan geçtiğimiz yıllarda Çorum’da düzenlenen bir mitingde “Nasıl ki Çorum bu topraklardan yetişmiş Akşemsettin Hazretleriyle, Ebussuud Efendiyle, Koyunbaba’yla, İskilipli Atıf Hoca’yla gurur duyuyorsa, bizler de Çorum’la gurur duyuyoruz. Biz sizlerle gurur duyuyoruz.” demişti.

Peki, gurur duyulan Ebusuud Kızılbaşlarla ilgili ne demişti?

Ertuğrul Özdağ’ın kaleminden nakledelim:

"Kızılbaşların canları, malları helâldir, onlarla savaşırken ölmek şehitliğin en yücesidir"

Şah İsmail’den konu açılınca, dallanıp budaklanıyor meseleler, kanlı bir tarihin sayfaları açılıyor sonra ve orada karşımıza müftüsü, Şeyhülislam’ı ve Padişahıyla bir zihniyet ortaya çıkıyor. Dedik ya, yaraya sebep acıların kaynağı kimi zaman gözümüzün önündedir kimi zaman da biraz iz sürmek gerek diye, Kızılbaş/Aleviler nezdinde bu durum biraz ortalarda sanırım. Lakin bazen de iz sürmek bir yana o yaralar kanatılıyor, sızlatılıyor, yüzleşmek bile bir yana o yaraların sorumluları sahipleniliyor. Ve yüzlerce yıl sonra kaldığı yerden bir acı yeniden yaşatılmaya çalışılıyor. Farkındalar mı bilmem ama dert açıyor, dert büyütüyor bu sözler. Maalesef tam olarak yaşanan bu.

Sahi ne diyordu Pir;

“Gönül niçin ahvalimi bilmezsin

Bende ki yaralar türlü türlüdür…”

Kaynaklar: 

Eşref Doğan-Hasan Çelik, Alevi Sünni Bütünleşmesinin Önündeki Engeller. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014, ss. 121-138

Ertuğrul Düzdağ, ) Şeyhülislam Ebussuud Efendi fetvaları ışığında 16. asır Türk hayatı, Enderun Kitabevi, İstanbul, say. 109-117.

Aydın Tonga, Derin İslam, Doğu Kitabevi yay.