Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Suskunluk orucu

İnsanın kendini ifade etmesi, düşüncelerini duygularını, çıkardığı sesler üzerinden dile getirip, sonra da onları bir iletişim aracına dönüştürmesi mucize gibi bir şey. Konuşmanın mucizesi. 

Fakat konuşmak yalnızca ses çıkarmayla sınırlı kaldığında; sözün dayanağı, kaynağı, üslubu, kültürü zayıfladığında duyduklarımız bir gürültüye dönüşebiliyor. Oysa tarif ettiğimiz bir mucizeydi, gürültüye evirilmesi pek hazin oldu.

O vakit insanın yer yer kendini gözden geçirmesi, okuduklarını ya da okumadıklarını, izlediklerini ya da görmediklerini, vicdanını, merhametini, üslubunu kontrol etmesi, onlarla hemhal olması gerekir. Konuşmak bütün bunların yüzeye yansımış halidir. Heybemizde taşıdığımız ne varsa burada saklıdır. Sözcükler yalnızca onları taşıyabildiği kadar taşır, gücü yettiğince muhatabına ulaştırmaya çalışır. 

Sözünü ettiğimiz hemhal olma, durma, dinlenme, kendini gözden geçirme hali nasıl yaşanacak peki? İnsan nasıl olacak da konuşmasından yola çıkarak, kendine dönecek, teraziye kendini çıkaracak?

Bazı dinler bunun çözümünü “susma ya da suskunluk orucunda” bulmuşlar.

Oruç kelime anlamı itibariyle “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak olarak” ifade edilmekte. O vakit sustuğumuz zaman, konuşmaktan uzak duruyor, sessizlik içinde kendimizle, sözcüklerimizle ve bizi biz eden tüm kabullerimizle baş başa kalıyoruz. 

İslam öncesi hicaz toplumunda, Yahudilerde, Hristiyanlarda ve bazı Hint dinlerinde bu orucun olduğunu biliyoruz.  Böylesi günlerde dışarıya karşı ses vermekten, konuşmanın yarattığı hazdan uzak duruyor, kendileriyle baş başa kalıyor insanlar. 

Peki o günler amacına ulaşıyor, vakit susma orucunu gösterdiğinde maksat hasıl oluyor mu? Sorunun cevabını bilemiyoruz ama genel olarak oruç pratiğine baktığımızda murad edilen ile ortaya çıkan sonucun aynı olmadığını görebiliyoruz. Aynı durum susma orucunda da olabilir fakat öyle olsa bile orucun manası yerinde duruyor. 

Yukarıda da ifade ettik, gürültü ile konuşmak arasında bir fark var. Sözün kendisi bize bunu söylüyor. Zira sözün şifası seslerden değil seslerde kendini gösteren bilgelikten, tevazudan, anlayıştan, edepten gelir. Ol sebep,  durup dinlenmeden ses çıkarmak yerine, bazen sükuta erip, aynayı kendimize tutmak gerek. 

Sadi Şirazi’nin çok güzel bir sözü var. Yer yer kendime de hatırlattığım bir söz: “Yanlış üslup, doğru sözün celladıdır.” Sözün güzelliği ve hakikati daha dudaklardan dökülürken insanın yüreğine işliyor; kırıp incitmemeyi, döküp parçalamamayı salık veriyor. Bir de “usul yüzünden esas zarar görmesin diyor.” El hak doğru söylüyor. 

Celladımızı dilimizde gezdirmemek, doğrulara, hakikate yazık etmemek, aklımızda ve ruhumuzda olup bitenleri anlamak için şuurlu bir sessizliğe, dingin bir zamana ihtiyacımız var. Bu sessizlik halinde benliğimize tuttuğumuz yaşam aynası, bizi kendimizle ve dilimizle yüzleştirirken, ne olduğumuz kadar ne olmadığımızı da söyleyebilir. 

O vakit geldiğimiz aşamada şunu söyleyebiliriz: Susma anı ile konuşmalarımızı gözden geçirebilir, ruhumuzun eksiklerini, ihtiyaçlarını kontrol edebiliriz. Kimi dini inançlar bu anın adına “susma orucu” demişler. Herkes yaşadığı anın adını kendi koyabilir.  Lakin değişmez bir gerçek varsa, o da susmaya dair duyduğumuz ihtiyaçtır.   

Bir Kızılderili atasözünde denildiği gibi: “Dur, dinle. Hep konuşursan hiç bir şey duyamazsın.”