Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
40,9439
Dolar
Arrow
37,9417
İngiliz Sterlini
Arrow
49,0201
Altın
Arrow
3799,0000
BIST
Arrow
9.659

Tarih ne söyler, Polis neyi korur, toplum ne ister?

Mark Neocleous “Bir güvenlik projesi olarak polisin tarihi, özel mülkiyetin kendisinin en radikal ötekisinden (komünizmden) duyduğu korkunun tarihidir” der.  Modern polis teşkilatlanmasının 15. ve 16. yüzyıllarda oluştuğunu göz önünde bulundurursak, Neocleous’a hak vermemek elde değildir.

Öte yandan iktidarı elinde bulunduran her toplumsal sınıfın, mevcut düzeni korumak amacıyla bir ‘güç aygıtı’ oluşturacağı ve yasa-itaat ilişkilerini kurarken, bir “güvenlik” birimi ile korunacağı aşikârdır. İşte tam da burada ‘polisin’ varlık nedeni tartışılmaya başlar. Polis, kimin polisidir? Varlığı kime hizmet eder/etmelidir; güç aldığı yasaların dayanağı nedir/ ne olmalıdır?

Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız sorular, polis teşkilatının ilk varlık kazandığı dönemlerde de sorulmuş ve teşkilatın kuruluş aşamasında da büyük tartışmalar yaşanmıştır. 1829 yılında Britanya’da modern polis teşkilatının kuruluş süreci böyle gelişmiştir örneğin. Britanya parlamentosu güvenlik ihtiyaçlarının toplum tarafından değil de maaşlı, bürokratik bir yapıyla belirlenmiş ve iktidara bağlı bir örgüt tarafından karşılanmasını istediğinde, ilk itirazlar hemen o anda yükselmiştir. Bu yeni kurulacak ‘güvenlik örgütü’ iktidara bağlı olacaksa eğer, tüm halkın değil, iktidarın yaslandığı sınıfın çıkarlarını yani tüccarların, sermaye sahiplerinin can ve mal güvenliğini koruyacaktır. Dahası böyle bir teşkilat oluştuğunda ‘polis’ nasıl olacak da egemen sınıfın ve onların siyasal iktidarının değil, halkın polisi olacaktır?

196 yıl öncesinde sorulan bu sorulara yeterli yanıt veremediğimiz ne kadar da ortadadır. Özellikle toplumsal olaylarda sert tutumuna tanık olduğumuz polis, her ne kadar kendisi ‘varsıl’ bir sınıfa mensup olmasa da, siyasal iktidarın ve hareket edeceği yasaların denetiminde, sözü edilen hâkim sınıfa/iktidara hizmet eden bir güç durumundadır.

Dünya tarihi sözünü ettiğimiz bu durumu teyid eder örneklerle doludur. Nitekim kendi ülkemizde de bu acı gerçekle yer yer yüzleşmek durumunda kalıyoruz. En son yaşanılan kitlesel eylemlerde de hepimiz buna şahitlik ettik. 

Yukarıda belirttiğimiz gibi egemen toplumsal sistem ve sınıflardan bağımsız bir kurumsal yapılanma düşünemiyoruz. Bu yanıyla bir ülkedeki bütün kurumlar o ülke iktidarının bir aynasıdır aslında. Dolayısıyla mahkemelerden, vergi dairelerine, hastanelerden okullara ve sokaklara kadar o ayna hep hatırlatır kendini.

Öte yandan sistemin mutlak gerçekliğine rağmen içinde bulunduğu kurum ve işleyişi sorgulayan, yeri geldiğinde buna itiraz eden ve hatta alternatif arayışlara giden insanlar da vardır. Sonuçlarından bağımsız olarak bütün bunlar da önemli ve anlamlıdır.

Yeşilçam’dan bir örnekle sözlerimi açmak ve sonrasında somut bir örnekle devam etmek istiyorum.

Komiser Cemil filminde, Cüneyt Arkın’ın canlandırdığı Cemil karakteri polis olmaya dair şunları söyler: 

"Sence bir polis nedir?

Politikacıların, siyasetçilerin veya iktidar mensuplarının kendi emelleri için kullandığı bir sürü mü? Aylığı karşılığı özgürlük isteyeni kovalayan bir hükümet gücü mü? Yoksa emekçinin karşısında bir iktidar memuru mu? O bir talihsizlik karşısında halkın suçladığı ilk bahtsız insandır. Aslında o halkın umududur, halkın adalet anlayışıdır. Halk, onun kişiliğinde tüm devleti görür. Bir ülkede polis çirkin, kötü oldu mu o ülkede hiçbir şey güzel olamaz. Bir ülkede halk polise güvenmedi mi reis-i cumhuruna bile güvenmez.”

Komiser Cemil filmi 1975 yılında çekilmiş. İşte tam o yıllarda, Komiser Cemil’in sorularına cevap arayan bir dernek kurulur: Polis Derneği (Pol-Der). Bahse konu dernek bir taraftan polislerin özlük ve mesleki hakları ile ilgili çalışmalar yürütürken, öte yandan ideolojik olarak “sol ve demokrat” söylemleri benimseyen bir çizgi üzerinden hareket eder. 43 şubesi bulunan derneğin üye sayısı ise 17 bin civarındadır. O günlere göre muazzam bir sayıdır bu. 

Peki, neyi amaçlamakta, hangi zemin üzerinden hareket etmektedir Pol-Der?

 1974’den 1979’a kadar Pol-Der’in İstanbul Şube başkanlığını yürüten Osman Kaymak bu soruya şöyle yanıt verir: “Biz Pol-Der’i kurarken; polis rüşvet yemesin, polis adam dövmesin, polis iktidarın değil halkın polisi olsun düşüncesiyle yola çıktık”.

“Halkın Polisi” de önemli bir söylem. Peki, bu söylemin amacı nedir? Cevabı bir Pol-Der üyesinden dinleyelim: "Halkın polisi şu demek; halkla irtibat halinde, onun sorunlarını çözme, sosyal anlamda onlara yardımcı olan yani sadece polisiye olaylarla değil öğrencilerin okula gelme gitme güvenliğini sağlamak bile mesela. Çoğumuz arada şey yapardık, görevde olmadığımız saatlerde sol bir öğrenci grubu -o zaman biliyorsun kan gövdeyi götürüyor- o öğrencilerin güvenlik içinde üniversitelerine gidebilmelerini, evlerine giderken terminallerde güvenlik önlemi almayı yapıyorduk. Bu görevlendirme değil tabi gönüllü olarak. Belimizde tabancamızla gerekirse elimizde tüfeğimizle o çocukları korurduk, insanları korurduk, demokrat mahalleleri korurduk. Zaten derneğin esprisi bu. Yani sana şöyle söyleyeyim o dönem POL-DER olmasaydı halkın üzerinde çok daha fazla baskı olurdu, POL-DER önemli ölçüde göğüsledi bu baskıyı.”

“Halkın polisi” söylemi çarpıcı, zira polisin kendisi de o halkın bir ferdi. Dolayısıyla o halkın yaşadığı ekonomik, siyasal, toplumsal sorunlardan o da etkileniyor; o da hâkim sistemin çarkı içerisinde yıpranıyor, tükeniyor, sistemin olumsuz etkilerinden o da kendine düşen payı alıyor. Ol sebep polis halktan ayrı bir yurttaş değildir; öyle olmaya zorlanması sokağa, göstericilere, hakkını arayan eylemcilere adeta bir “düşman” gibi davranması, bir tür zehirlenme, korkunç bir yabancılaşmadır. 

Pol-Der ikinci Genel Kurulu’nda yayınlanan bir bildiri ise tam da bu gerçekliğe vurgu yapar ve o dönemde şu satırlar kaleme alınır: “Polis halkla organik bir birlik oluşturur. Hizmet etmekte olduğu toplumdan ayrı değil fakat onun bir parçasıdır. Polis; anayasal ve demokratik hakların kullanılmasının önünde bir engel, öğrencilerle küskün, toplantı ve gösterilere gereksiz müdahale eden, yurttaşlara kötü davranan bir örgüt değildir. Bu duruma çevrilmesine hiçbir zaman hiçbir çevrenin gücü yetmeyecektir.”

Hiç kuşkusuz çok kıymetli bu satırlar; mesleği ne olursa olsun insanların hiçleştirilmesine, köleleştirilmesine karşı çıkan, hak ve hukuku hatırlatan, toplumsal birliğe ve bunun önemine vurgu yapan  sözler. Büyük surlardan küçük gedikler açan, zamanına ve geleceğe ışık saçan bilgece değerlendirmeler... Bugün yaşadığımız topraklar nefes alıp, tohumlar filiz verecekse, geriye dönüp Pol-Der gibi deneyimlere bakmamız gerekiyor. O deneyimlerde öğrencileri, işçi hareketlerini, sömürüye ve zulme direnen on binlerce insanı ve o insanların kitaplarını, eylemlerini Komiser Cemil gibi filmleri göreceğiz. Geriye o tohumların meyve vermesi kalacak ki, onu da bu ülkenin aydınlık, pırıl pırıl halkı, gençleri yapacak. İstanbul’dan, Ankara’ya, Bursa’dan, Sivas’a ve yurdun dört bir köşesine kadar yürüdükleri yollar şahit buna.

Kaynak: 

Aydın Tonga. İktidar ve Polis İlişkisi/Bilim ve Gelecek Dergisi.

Feyza Sena Çakır. Protesto Döngülerinin Yayılma Etkisi: Yetmişler Türkiye’sinde Pol-Der Deneyimi. Yüksek Lisans Tezi, 2022.