Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
42,9665
Dolar
Arrow
38,0835
İngiliz Sterlini
Arrow
50,1593
Altın
Arrow
3954,0000
BIST
Arrow
9.393

Yılmaz Erdoğan ve politik tercihler

Yılmaz Erdoğan, Vizontele Tuuba’da çocukluk döneminin devrimcilerini de “komik” sahnelerle kameralara yansıtmıştı. Kendi içindeki ayrışma ve tartışmaları, birbirine benzeyen örgüt isimlerinden, kütüphanede sigara içmek için bir araya gelmelerine kadar pek çok sahne böyle karşımıza çıkmıştı. Ondan geriye kalan yalnızca bu komiklikler oldu sanırım, bir de o dönemleri bolca malzeme olarak kullanma gerçeği.

Gerek kendisinin yaşadığı dönemler gerekse de bugün yalnızca komikliklerden oluşmuyordu elbette. Devrimcilerin aynı zamanda direnişle, başkaldırıyla, eylemlerle dolu bir tarihi ve bu tarihin acı yüklü bir geçmişi de vardı. Ondan neleri alıp neleri hiç görmeyeceğiniz sizin seçimlerinizle ilgili. Bu yanıyla yaşamanın kendisi politiktir; görmek, görmemek, görmemezlikten gelmek. Hepsi politikaya dair..

Yılmaz Erdoğan pek görmek istemeyenlerden.

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ile başlayan süreçte bu duruma bir kez daha tanık olduk. Milyonlarca insan bu süreci sokağa çıkarak, yazarak, boykot ederek görürken o görmemeyi seçti. Seçti diyoruz çünkü gördükleri vardı. Misal, neredeyse her konuşmasında ülkenin devrimci ve komünistlerine hakaret etmeyi marifet sayan Devlet Bahçeli’yi arayıp son süreçle ilgili teşekkürlerini ileten ondan başkası değildi. Burada bırakın görmeyi arayıp ses bile vermişti Nazım Hikmet Erdoğan’ın oğlu Yılmaz Erdoğan.

Yılmaz Erdoğan’ın ağabeyi Mustafa Erdoğan’dan öğrendiğimize göre baba Nazım Hikmet edebiyat öğretmeni, olağanüstü bir sohbeti var. Komik bir adam, girdiği her ortamda dinleniyor ve ilgi odağı oluyor. Babası ile ilgili “Mizah duygusunu Yılmaz’a aktardığını düşünüyorum” diyor Mustafa Erdoğan. Şiiri de çok seviyormuş. Nazım’ı ve Ahmed Arif’i öğrenmenin arkasında yine büyük şairle aynı adı taşıyan baba Erdoğan varmış.

Yılmaz Erdoğan’ın da şiirle arası iyi, kaleme aldığı dizelerden biliyoruz. Başka bir yazımda da belirtmiştim, “sevebilme ihtimali”nde orak çekiç figürleri yapmayı ağbilerinden öğrendiğini yazıyordu. Mustafa Erdoğan’ın aktardığı üzere ailenin politik kimliği şüpheye yer bırakmayacak kadar açık sanırım. Kardeşlerden Deniz Erdoğan, bir albümünde Metin Göktepe’yi anlatan Metin’e Ağıt türküsüne yer vermişti; tarih bir kayıt yeri, vakti geldiğinde dönüp bakıyoruz.

Böyle bir aileden gelip bütün ülkeyi kasıp kavuran gerçeklikleri görmemek mümkün değil, görmezlikten gelmekse her zaman bir seçenek. Geçenlerde oyuncu Emre Canpolat deyim yerindeyse buna isyan etti. “Görmek istemiyorsun” dedi. Ve geçmişten bir anısını paylaştı. 

2015 yılında yüzden fazla kişinin öldüğü Ankara Gar saldırısı sonrasında iki isim arasında tartışma olur. Canpolat’ın aktardığına göre Erdoğan bu tartışmada onun deyimiyle “arkadaşı” Tayyip Erdoğan’ı korur ve muhatabını IŞİD’lilerle bir tutar. Sanırım bu açıklamalara şimdiye kadar bir yanıt gelmedi. Öte yandan Yılmaz Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinden ödül aldığını ve hatta kendisi ile bir futbol karşılaşmasında birlikte yer aldığını biliyoruz.  Dedik ya tarih kayıt yeri.

O zaman şu futbol kaydını biraz açalım. Yıl 2014, Dönemin Başbakanı Erdoğan, Berat Albayrak, Fettah Can ve Yılmaz Erdoğan gibi pek çok isim sözünü ettiğimiz maçta bir araya gelir. Stadın dört bir tarafı Erdoğan övgülü pankartlarla doludur. Gezi günlerinin hemen sonrası yani. Berkin’in ölümünü izleyen günlerden bahsediyorum. Berkin Elvan’ı hatırlıyorsunuz değil mi? İstanbul’da polisin attığı gaz fişeğiyle yaralanan sonrasında aylarca hastanede can çekişen ve nihayet 15 yaşında 16 kiloya düşen bedeniyle can veren Berkin’i.  

Yaşamın kendisi politik. Düşünebilmek, konuşmak, insan olmak ve elbette böyle bir maça çıkmak politik. Onun için Yılmaz Erdoğan dünden bugüne sessizliği ya da sesiyle, filmleri, şiirleri, kadraja girdiği karelerle politik tercihlerini ortaya koyuyor. Belki de görmek istemeyen bizleriz. Farklı sebepleri olabilir. En başta Nazım Hikmet Erdoğan’ın oğlu Yılmaz’ı böyle görmek istemiyoruz belki, kim bilir.

Ertuğrul Özkök’ün aktardığına göre “Sinema Benim Çocukluk Arkadaşım”  adlı kitabında Gezi gibi olaylarda arkadaşlarını desteklemek için tavır almamasını “soğukkanlılıkla” açıklıyor Erdoğan, dahası arkadaşlarını “madem bu kadar şikayetçisin kutuplaşmaya hizmet etme” diye de uyarıyor. Onları hazır ideolojik şablonlarla konuşmakla itham ediyor.

Sonra bugünü de ilgilendiren birkaç cümle ediyor.

“Beni” diyor “herkes bir şekilde kafasında yine tahmin edebileceği bir yere koyuyor…Galiba bir yönüyle benimle bir yakınlık da hissediyorlar ki o hayal kırıklığı var bazılarında.”

Devam ediyor ve şu soruyu yöneltiyor Erdoğan: “Bu durumda davadan dönmüş mü oluyorum ben” 

Çarpıcı yanıtı yine kendisi veriyor:

“Katılmadığım bir davadan dönmem söz konusu olamaz, değil mi…Ben o arkadaşlarla hiçbir konuda aynı düşünmüyorum.”

Elbette şiirlerinden, film, gösteri ya da benzeri çalışmalarından Yılmaz Erdoğan’a dair yüklediğimiz kimi anlamlar olabilir. Fakat bütün bu “işlere” konu örnekler bir sahiplenme tutumu yerine malzeme olarak karşımıza çıkarıldıysa yüklediğimiz anlamları yeniden düşünmemiz gerekir. Daha açık ifade etmek gerekirse o anlam demokrasi, adalet, insan hakları, emek bilinci ve sol bir çizgi üzerinden tanımlanmışsa, yanılgı olduğu aşikardır.  Yıllar ve yürünen yollar söylüyor bu hakikati.

Yılmaz Erdoğan’ın davasının ne olduğunu tarih yazacak, ne olmadığını da. Fakat şunu söyleyebiliriz ki, kendisi “malzeme” olarak kullandığı bir tarihle kitlelerin karşısına çıktı. Oysa tarih üzülerek ifade ediyorum ki, kişisel ticarete konu edilecek bir geçmiş değildir. Onun üzerinde ödenen bedeller, hürmetle yer edinen kimlikler, zindanlar, yitip giden hayatlar, acılar vardır. Ne dün ne de bugün yaşananlar bir tacir gibi ele alınamaz. Dediğim gibi davasının ne olduğunu bilmiyoruz fakat geçmişte yaptığı bu “işlere” tanığız. Kendi açımdan varsa bir itirazım ancak buna olabilir. 

Epeyi bir süredir Köyceğiz’de yaşamını sürdüren Yılmaz Erdoğan, verdiği röportajlarda bunun sebebini de açıklıyor. Kilitlenen ve bir daha açılmayan trafik, bütün bir şehrin otoparka çevrilmesi, hayatın AVM ve ev arasında geçmesi bunun sebepleri arasında geliyormuş. Kendisi de iyi bildiği üzere şehirler kendi kendine bozulmuyor. Şehir ve ülke yöneticileri bundan doğrudan sorumlu. “Biz bu şehre ihanet ettik” sözleri hala arşivde duruyor, merak ederse açıp tekrar bakabilir. Hayat işte bu kadar politiktir, onun üzerini biraz kazıyın karşınıza bu gerçeklik çıkar. Değil Köyceğiz’e dünyanın öbür ucuna da gitseniz bu hakikatten kaçamazsınız.

Son olarak Erdoğan’ın Berkin Elvan’ın katledilmesi üzerine attığı iletiyi paylaşmak istiyorum. “Güle güle Berkinim, iki gözüm, güler yüzüm, masumum..Güle güle. Utanmalı senden, gözyaşlarımız bile” diyordu o günlerin Yılmaz Erdoğan’ı. Katılıyorum, insanın gözyaşları bile utanmalı kendinden.