Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,7146
Dolar
Arrow
34,8403
İngiliz Sterlini
Arrow
44,5397
Altın
Arrow
3015,0000
BIST
Arrow
10.092

Bakan Koca’nın kendisi için büyük, sağlık sistemi için telafisi zor icraatları

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın istifası, görevden alınması veya dilimize yerleştirilmeye çalışıldığı üzere “görevden affını istemesi” ile ilgili tartışma günlerdir sürüyor. Bu satırları yazdığım sırada da görevden alındığı, yerine İstanbul İl Sağlık Müdürü Kemal Memişoğlu’nun getirileceği son dakika bilgisi olarak geçiliyordu. 

2018 yılından beri Sağlık Bakanı olarak görevde olduğu süre içinde en çok Covid -19 salgını sırasında yıldızı parlayan, bu süreçte kamuoyuna samimi, güvenilir bir figür olarak sunulan Fahrettin Koca’nın bu imajı çok uzun süreli olmadı. Bakanlık olarak pandemi süresince şeffaf olarak paylaşmadıkları, hatta çarpıttıkları verileri aylar sonra açıklayarak sadece ülkede değil bilim dünyasında da bir ilke imza attılar!

Artık eski sağlık bakanı diye anılacak Fahrettin Koca’yı yad etmek için birçok şey söylenebilir elbette. Ama asıl doktorlarımız ve sağlık çalışanlarımız Fahrettin Koca’yı nasıl hatırlayacak dersiniz? 

Ülkedeki mevcut şartlar nedeniyle mesleklerini yurt dışında devam ettirmek zorunda kalan doktorlara yönelik “daha çok para kazanmak için gidiyorlar iması” için kullandığı el hareketinin kolay kolay unutulmayacağı kesin. 

Ayrıca icraatları alt alta sıralandığında Fahrettin Koca’nın, sağlık sisteminin en kötü dönemini yaşadığı yılların bakanı olarak tarihe geçeceği de bir gerçek. Görevde kaldığı 6 yılda, kendisi için çok büyük adımlar atarken, ülkenin sağlığı hiç olmadığı kadar kötüye gitti.

Geçtiğimiz günlerde Halk TV yayınına katılan İYİ Partili Op. Dr. Turhan Çömez, Fahrettin Koca için “Cumhurbaşkanından affını dile ama bu milletten af dileme, bu millet seni affetmeyecek” dedi. 

Programda; “Bakanlığa geldiği günden bugüne sadece kendi hastanelerini zenginleştirmek için çalışan biri” diye nitelendirdiği Koca hakkında Kızılcahamam kampında Erdoğan’a bir rapor sunulduğunu anlatan Çömez, bu raporda, “Son seçimlerde alınan sonuçlara yol açan en büyük sorun ekonomik kriz, ondan sonra da sağlık sisteminde yaşanan vahim tablo. Dolayısıyla sağlık bakanının görevden alınması gerek” bilgisinin yer aldığını savundu. 

Sağlık bakanlığındaki rantlardan AKP’li isimlerin şikayetçi olduğunu iddia eden Çömez, “Sağlık Bakanlığı korkunç bir ranta bulaşmış durumda. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, AKP iktidara geldiğinde Medipol hastaneler grubuna sahip değildi. Türkiye’de böyle bir hastane yoktu. Bu hastaneler zinciri AKP iktidarı döneminde büyüdü, büyüdü devasa bir tröst haline geldi. Ve hala gözü doymuyor sağlık bakanının. En son Kızılay’ın elindeki 6 hastaneye göz koydu. Beykoz’da ne araziler aldı…” diye konuştu. 

Çömez’i dinlerken son 20 yıldaki değişim, adeta bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Burada da hatırlatmakta fayda var. 

Turhan Çömez, Fahrettin Koca’nın bakanlık dönemi bilançosunu şöyle anlattı: 

Sağlık Bakanlığı’nda hastane ruhsatları şu an taksi plakası gibi el değiştiriyor. Yeni hastane ruhsatı verilmiyor. Ruhsatlar karaborsa satılıyor. 

AKP iktidara geldiğinden beri özel hastanelerdeki ameliyat sayısı 7 kat artmış, buna karşılık devlet hastanelerinde 2 kat artmış. Neden? Çünkü planlı bir şekilde bu sistem desteklendi. 

Unkapanı’nda Tekel’in milyarca lira değerinde muazzam bir binası vardı. Bu bina sağlık bakanına verildi. Yine Tekel’in Beykoz’daki arazilerine el koydu. 

Ankara Garı’ndaki muhteşem binalara el koyuldu. Atatürk Orman Çiftliği’ndeki 555 bin metre kare arazi sağlık bakanına tahsis edildi. 

Yıllar önce 5 milyar lira teşvik almış. Kendi hastanesine 60 milyon dolar teşvik verilmiş. Bu ülkede 26 bin diyabetli çocuk var. Yalvardık bakanlıklara. Bu çocukların tamamına insülin pompası verilse 20 milyon dolar ediyor. Ama yapmadılar. 

Covid salgını sırasında Türkiye’ye 70 milyon doz aşı ithal edildi. Çin’den gelen Sinovac aşısı. Aynı aşının Astra Zeneca tarafından üretileni 3 dolardı. Sinovac aşısı 12 dolara alındı. Arada 9 dolar fark var. Araya aracı firma kurdular. Sağlık Bakanlığı kendisi ithal etmedi. 630 milyon dolar birilerinin cebine boca edildi.

15 bin doktorumuz yurt dışına göç etti. Hala onlarca tıp fakültesi mezunumuz yurt dışında doktor olabilmek için sınavlara hazırlanıyor. Doktorların para için yurtdışına gittiğini ima etti. 

Türkiye’de her yıl tüketilen ilaçların maliyeti 175 milyar lira. Bunun yüzde 40’ı ithal. Yüzde 60’ı Türkiye’de üretiliyor ama yüzde 95 hammaddesi, etken maddesi yurtdışından geliyor. 

58 tane eczacılık fakültesi açıldı ama mezunların yüzde 30’u işsiz. Bu kadar eczacılık fakültemiz var ama ilaç sektörünün yüzde 80’i ithalata mahkum. 

SAĞLIKTA NEREDEN NEREYE?

Turhan Çömez sağlık sisteminde nelerin yapılıp yapılmadığıyla ilgili genel çerçeveyi yansıtmaya çalışırken, yıllardır süregelen sorunların nihai olarak geldiği noktayı da aktarmak gerek. 

İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu ile sağlık sisteminin ve sağlık çalışanlarının durumunun “nereden nereye?” geldiğini konuştuğumuzda, gelinen noktayı “Sağlığın ticari faaliyet haline dönüştüğü bir sistem değişikliği yaşıyoruz. Sağlıktan kar edilen büyük bir bütçe var” diye özetlemişti.

Sağlığın bir hak olduğu ve herkese ücretsiz verilmesi gerektiği yönünde Dünya Sağlık Örgütü’nün 1960’lı yıllarda yayınladığı deklarasyonlar sonucunda ülkemizde de bu yönde çalışmalar yapılmış ve sağlık ocakları hayata geçirilmişti. Ancak AKP döneminde bu sistem sonlandırıldı, yerine aile hekimliği getirildi. 

PERFORMANS SİSTEMİNİN SONUÇLARI  

AKP iktidarı döneminde ortaya atılan “Sağlıkta dönüşüm programı”nın daha önce Dünya Bankası projesi olarak sunulduğunu anlatan Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu, şunları söyledi: 

“Aslında bu projenin yürütücüsü AKP hükümeti oldu. Getirilen sistemde şöyle bir şey oluştu; kamu hastaneleri dediğimiz hastaneler döner sermaye ile çalışan işletmelere dönüştü. Döner sermayeden kar eden, giderlerinin bir kısmını bununla karşılayan hastaneler ve bunun üzerinden dönen bir sistem var. 

Özellikle performans sistemi kırılma noktası oldu. Yani yapılan işlem karşılığında ek bir prim aldığınız sistem getirildi. AKP sonrası getirilen bu uygulamalar giderek gelişti ve hastane gelirleri içinde de hekimlerin gelirleri ve diğer sağlık çalışanları için önemli bir para haline geldi. Böyle olunca da kamu kaynakları zaten sınırlı aktarılıyor, hastaneler ticari işletmeye dönüştü.”

AİLE HEKİMLİĞİNE PARA HARCANMAK İSTENMİYOR

AKP döneminde getirilen aile hekimliği sisteminde 15. yılın içindeyiz. Ancak bir aile hekimine kayıtlı hasta sayısının 4 bin olduğu ve bunun çok bir yük getirdiği belirtiliyor. 

Yıllar içinde bu sayıyı azaltacak bir ilerleme sağlanmadığını söyleyen Prof. Dr. Küçükosmanoğlu, “Birinci basamakta çalışan bir sistem vardı onu da bozdular. Bizim basamaklı sağlık hizmeti dediğimiz birinci basamakta, hastaların yüzde 70-80’inin karşılanması lazım dediğimiz sistemde üniversite hastanesinde kuyruğa girmeye veya MHRS’de randevu kovalamaya gerek yok. Birinci basamak dediğimiz aile hekimliğidir. 

Önce aile hekimine gidersiniz o sizin ufak tefek dertlerinizi halleder, sağlık taramalarınızı yapar. Ki bu koruyucu hekimlik için önemlidir. Sadece hasta olduğunuzda gittiğiniz bir yer değildir. Örneğin çocuğunuza aşı yaptıracaksınız onu önerir, menopoza gireceğiniz zaman bilgi verir vs. bunlar sağlık hizmetinin temelidir. 

Ama orada da kısmen performans sistemi var ve aile hekimlerinin yükü çok büyük. 4 bin hasta çok fazla. Ayrıca kendi kiralarını, faturalarını ödüyorlar. Eleman gerektiğinde ona da para harcıyor. Türkiye’de aile hekimlerinin sayısının artması gerekiyor ama oraya para harcamak istemiyorlar. 

İstanbul’da yaklaşık 1500 aile sağlığı merkezi var. Çoğu depreme dayanıksız yerlerde, eski binalarda hizmet veriyor. Binaların devlet tarafından verilmesi ve temizlik, aydınlatma, otopark gibi hizmetlerin sağlanması, ekibin tam olması lazım.”

KATILIM PAYI ÇOK BÜYÜK PARALARA DÖNÜŞTÜ

Kamudaki sistemin iyi işlememesinden özel hastanelerin yararlandığını belirten Prof. Dr. Küçükosmanoğlu, sözlerini şöyle sürdürüyor: 

“İnsanlar sıra beklemekten ya da iki dakikada muayene olmaktan, defalarca hastaneye, acil servise gitmekten bıktıkları için parası olan özel hastanelere başvuruyor. Bu iş ilk çıktığında şöyle bir şey söylenmişti; “3 kuruş fark verip özel hastaneye gidebilirsiniz” diye. Bu katkı payı denen fark öyle hale geldi ki çok büyük paralara dönüştü. 

Yine Cumhurbaşkanının sözü vardı; “Giderlerse gitsinler, asistanlarla yolumuza devam ederiz” diye. Bizim asistan arkadaşlarımız eğitim alıyorlar, hizmet verme durumunda değiller. Hizmet verme yükümlülükleri yok. Arkadaşlarımız önce eğitim alacaklar. Bir eğiticinin gözetiminde hastaya dokunabilirler, işlem yapabilirler yardım edebilirler, bitirmeye yakın tabii ki hasta görebilirler. Ama şimdi yeni başlayan asistan bile hastanın karşısına uzman gibi çıkıyor. İş yükü altında en çok asistanlar eziliyor. Normalde bu işi yaparken bir eğitim alıyorum diye mutlu olmaları gerekirken mutsuz oluyor çocuklar.”

DEFANSİF TIP ÖN PLANDA 

Son yıllardaki TUS sonuçlarını da yorumlayan Prof. Dr. Küçükosmanoğlu, artık doktorların oluşabilecek bir dava riskine karşı kendini güvence altına alması olarak tanımlanacak defansif tıp anlayışı ile hareket ettiğini söyledi. 

Prof. Dr. Küçükosmanoğlu’nun değerlendirmesi şöyle: 

“Randevu sistemindeki sorunlar, hastaya ayrılan süre gibi nedenlerle hastayla direkt muhatap olan bölümlerden bir kaçış başladı. Biz buna defansif tıp diyoruz. Hastaya dokunmayan, daha rahat edebileceği bölümlere yönelim var. Kadın doğumu buna örnek verebiliriz. Örneğin hastayı görüyorsunuz daha sonra ‘Benim çocuğum için şu tetkiki istemedi, şunu yapmadı, anomalisini görmedi’ diye büyük davalar açılıyor. 

Bizim zamanımızda puanı düşük olan farmakoloji, biyokimya, patoloji, halk sağlığı gibi bölümlerin puanı yükseldi. 

Şu anda İstanbul’da en büyük eksiklik dermatoloji ve plastik cerrahi randevularında yaşanıyor. Bu doktorlar dışarıda para kazabileceği imkanlar olduğu için kamudan istifa ediyor. Özel hastanelere geçiyor veya kendi muayenehanesinde hasta görüyor. Devlet de boşalan yerleri doldurmak için daha fazla kadro açıp daha fazla uzman yetiştirmeye yükleniyor. Ama bunun sonuçları 3 - 4 yıl sonra daha da kötü olacak. Çünkü bu plansız programsız yapılan bir şey. Birkaç yıl içinde tıp eğitimi de bozulacak.

Yine yurt dışına göç devam edecektir. Eskiden genç mezunlar TUS çalışırdı şimdi Almanya’ya gitmek için Almanca çalışıyorlar.”