Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,8412
Dolar
Arrow
33,9580
İngiliz Sterlini
Arrow
44,8874
Altın
Arrow
2747,0000
BIST
Arrow
9.771

İklim krizinde 'yeni normalimiz' ve yapılması gerekenler

Son bir aydır hayatımızda daha önce hiç yaşamadığımız boyutta bir sıcak hava dalgasıyla tanıştık. 

Bir önceki yazıda, “aşırı sıcak havanın henüz bir felaket olarak görülmediği ülkemizde ne önlem alınıyor ne de gerekli uyarılar yapılıyor” demiştim. Yaklaşık bir aydır rekor kıran kavurucu sıcaklara karşı dün nihayet Sağlık Bakanlığı’ndan bir açıklama geldi ve kalp–damar ve hipertansiyon hastalarına yönelik uyarılar yapıldı. Pek çok ülke farklı tedbirler alıp, rutinlerini ivedi kararlarla değiştirirken bizde yetkili bir kurum, haftalardır ancak yazılı bir açıklama yapabiliyor!

Aşırı sıcaklar nedeniyle çok sayıda ülkede elektrik tüketiminde tarihi rekorlar kırılıyor. Su tüketiminin artması, barajlardaki doluluk oranlarını kritik düzeylere getiriyor.  

İklim kriziyle ilgili tüm emareler ve somut örnekler hayatımızın her alanına işlemiş durumda. Ancak ülkemizde işin uzmanlarının önemle vurguladığı sorunlar, somut kararlara ve önlemlere bir türlü dönüşmüyor. 

İKLİM KRİZİ VE İSTANBUL’U BEKLEYEN SORUNLAR 

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun dün iklim krizinin İstanbul için nasıl bir risk yarattığıyla ilgili önemli açıklamaları yansıdı basına. Paris’te katıldığı “Ekolojik Geçiş için Belediye Başkanları Zirvesi”nde yaptığı konuşmada İmamoğlu, “İstanbul, iklim değişikliğine karşı Avrupa’nın en savunmasız kıyı şehri haline geliyor” dedi. 

Gelecek tahminlerine göre İstanbul’un giderek daha şiddetli hava olaylarıyla karşı karşıya kalacağını belirten İmamoğlu’nun açıklamasına göre son 175 yılın en sıcak Haziran ayını geride bıraktık. Temmuz ayında da farklı olmayacağını tahmin etmek güç değil. 

Paris’teki bu kritik zirvede İmamoğlu, İstanbul’un iklim krizinden ne derece etkilendiğini şu sözlerle anlattı: 

“Her yıl daha sıcak yazlar yaşanıyor, rekor kıran en yüksek ve en düşük sıcaklıklar yeni normalimiz haline geldi. Ancak bu yeni gerçeklik, İstanbul gibi iklim açısından hassas şehirler için farklı anlamlar taşıyor. Akdeniz havzasında yer alan İstanbul’un coğrafi konumu ve özellikleri onu iklim değişikliğine karşı özellikle hassaslaştırarak Avrupa’nın bu açıdan en savunmasız kıyı şehri haline getiriyor.”. 

İSTANBUL’UN RİSK HARİTASINDA YENİ BİR SORUN DAHA 

Yaklaşık 20 milyon kişinin yaşadığı ve büyük bir depremde en riskli kentimiz olan İstanbul’un risk haritasına böylece yeni bir sorun halkası eklenmiş oldu. 

Deprem, aşırı yapılaşma, trafik vs derken İstanbul, artık iklim krizi açısından da dezavantajlı bir kent olarak öne çıkıyor. İmamoğlu’nun da dediği gibi iklim krizinin, belediye başkanlarının en büyük öncelikleri arasında yer alması gerekiyor. 

Peki belediyelerin yüzde kaçı iklim kriziyle ilgili kendi kentleri ve beldeleriyle ilgili bu tip çalışmalar yapıyor? Önümüzdeki dönem belediyecilik ve hizmet anlayışındaki en önemli değişikliği ve farkı, iklim krizine yönelik gösterilecek refleksler belirleyecek diye düşünüyorum. 

Ekrem İmamoğlu’nun Paris’te üzerinde durduğu konulardan biri de 2030’kadar iklim değişikliği kaynaklı kayıpların maliyetinin her yıl 200 milyon doları bulacak olması. Bu öngörüye göre; deniz seviyesinin yükselmesi ve fırtına dalgalarından kaynaklanan kayıplar, yıllık milyonlarca dolara mal olacak. 

İKLİM KRİZİ SOSYAL EŞİTSİZLİKLERİ DERİNLEŞTİRİYOR

İmamoğlu’nun konuşmasındaki en önemli vurgulardan biri de iklimle ilgili yaşanan sorunların toplumlarda mevcut olan sosyal eşitsizlikleri daha da derinleştirmesi üzerineydi. 

İklim değişikliğiyle ilgili yaşadığımız sorunlar ve çözüm önerileri hakkında görüşüne başvurduğum Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, aynı zamanda çevre sağlığı uzmanı Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz, iklim krizinin çok boyutlu bir sorun olduğunu hatırlatıyor. Doç. Dr. Yavuz, konuya bireysel, toplumsal ve küresel bir sorun olarak bakmak gerektiğinin altını çiziyor. 

Önceki gün Ankara’da metroların güç istasyonlarının aşırı sıcaklardan etkilendiği için seferlerin aksadığını hatta durduğunu belirten Doç. Dr. Yavuz, Dünya Meteoroloji Örgütü’nün küresel ısınmada 1,5 derecelik kritik eşiğin artık aşıldığını açıklamasının ardından yeni bir dönem başladığını “Bizim yeni normalimiz bu artık” diyerek özetliyor.

Doç. Dr. Yavuz, “Bu meseleyle tek başına ülkeler ya da bölgeler baş edemez. Küresel bir sorun olarak giderek katmanlanıyor. Özellikle dikkat ederseniz ikllim değişikliğiyle ilgili son veriler hiç iç açıcı değil. Bundan sonra başka bir döneme doğru gidiyoruz. İklim değişikliğinin yol açtığı sorunları daha yoğun yaşayacağız gibi görünüyor” diyor.   

İKLİMSEL SORUNLARI DAHA YOĞUN YAŞAYACAĞIZ!

Dünya kritik bir eşikten geçerken ülke olarak neredeyiz? Karar alma mekanizmaları neden harekete geçmiyor? Doç. Dr. Yavuz, şöyle yanıtlıyor: 

“Bir halk sağlıkçı olarak zaman zaman sıcak dalgaları konusunda yapılan uyarıların, geçmiş yıllarda gördüğümüz mesai saatlerinin düzenlenmesinin, risk gruplarına idari izin verilmesi gibi önlemlerin alınmadığını görüyoruz. Özellikle aşırı sıcak illerimizde hiçbir uygulama görmüyoruz. Açıkçası buna şaşırıyorum.

Bizim halk sağlığında kullandığımız iki kavram var; hazırlıklı olmak ve dirençli / dayanıklı olmak meselesi. Bunu sağlamanın yollarını aramak lazım ama burada sorun ve çözüm tek başına bireye havale edilemez. Hatta bireyden önce toplumsal ve kamusal önlemler tasarlamalıyız. Bizim ülke olarak eksik olduğumuz konunun bu olduğunu düşünüyorum.

Her şeyin aşırı olduğu aşırı hava olayı, aşırı sıcak bu kadar aşırılıklarla dolu bir döneme girdiğimizde bizim bu kadar ağır kalmamız iyi bir şey değil halk açısından. Bu kadar aşırılık varken bizim de aşırı bir tepki vermemiz gerekiyor.”

Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz’un dediği bu anormal durumlarda normal tepki verememe durumuna aslında pandemi döneminden itibaren aşina olduğumuzu düşünüyorum. Ancak bu ve benzer konulara, birkaç hafta üzerinde durulacak geçici gündem maddeleri gibi bakmamak gerekiyor. İklim krizinin 365 günü kapsayan, herkesi ilgilendiren bir sorun olduğunu anlatmak gerekiyor. 

AŞIRI SICAK İLLERDE RİSK GRUPLARINA İZİN VERİLMELİ

Sıcak havalarda çalışanların sağlığını doğrudan ilgilendiren mesai saatleri, mola süreleri, beslenme içeriklerinin yeniden düzenlenmesinin şart olduğunu belirten Doç. Dr. Yavuz, gerekli önlemler alınmadığı takdirde halk sağlığı açısından doğabilecek problemlere de dikkat çekiyor. 

“Artan sıcaklık ciddi sağlık tehdidi oluşturuyor. Risk gruplarında hangi önlemler alınacak, günlük yaşamda hangi önlemler alınacak, toplu taşımadan mesai saatlerine, sağlık kuruluşlarından tutun belediyelere kadar hangi seviyede hangi önlemleri alacağımızı konuşmamız gerekiyor. Türkiye’nin artık bir “sıcak dalgası eylem planına” ihtiyacı var. Bunun da bir an önce kamu kurumları tarafından oluşturulması gerekiyor” diye konuşan Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz’un yapılması gerekenler hakkında verdiği bilgiler şöyle: 

“Sıcak dalgaları Avrupa’da geçen yıl yaklaşık 62 bin ölüme yol açtı ki bunların bir kısmı birkaç hafta içinde gerçekleşti. Ülkeler aşırı sıcaklara karşı eylem planları hazırlıyorlar. Bizde de aşama aşama devreye sokulacak bir hazırlık planı yapılmalı. Nemle birlikte ortaya çıkan sıcakların etkilerini hafifletebilmeniz için belli seviyelerde belli planlarını devreye sokmalısınız.

Kentsel ısı adası diye bir kavram var ki bizler şehirlerde daha fazla sıcağa boğuluyoruz. Yüksek yapılar, beton binalar ısıyı öyle bir artırıp hapsediyor ki kentsel ısı adası etkisi yaratıyor. Kentlerde yeşil koridorlara ihtiyaç var. Bunları sağlamadığımız sürece Türkiye’de işimiz daha da zor görünüyor. 

Bir zamanlar illerimizde Hıfzıssıhha Kurulları vardı. İldeki sağlıkla ilgili en önemli yaptırımları olan kurumlardı. Eski yıllarda Umumi Hıfzıssıhha Kurulları örneğin kar tatilleri için karar alırdı. Aşırı sıcaklarda gebelere, yaşlılara, kronik hastalığı olanlara idari izinler bu kurullardan çıkardı. 

Bu kurulları biz niye işletmiyoruz?

Ülke genelinde gerek olmasa da kendi ilinizde böyle bir risk görüyorsanız, özellikle meteoroloji nemin çok yüksek olduğu günlerde uyardıysa örneğin Akdeniz kıyılarında bu kurullar rahatlıkla karar almalıdır. Ama bunun giderek daha az kullanıldığını görmeye başladık. 

Bu önlemleri başta sağlık bakanlığının, sağlık müdürlüklerinin gündeme getirmesi ve önermesi gerekir. Dolayısıyla biz bu meselelerde sorunu bireye havale ederek baş edemeyiz. 

SICAK DALGALARI ÖNCE KALP HASTALARINI VURUR

Ölüm istatistiklerine bakıldığında ilk sıralarda gelen neden kalp hastalıkları. Sıcak dalgaları da önce kalp damar hastalarını vurur. Biz kronik hastalık yükü fazla bir ülkeyiz. 

65 yaş üstü nüfusumuz yüzde 10 civarında, belki Avrupa nüfusu gibi kırılgan değiliz ama önümüzdeki yıllar içinde hızla yaşlanacak bir yapımız var. Bu döneme maalesef hazırlıksız ve korunaksız giriyoruz diye düşünüyorum. 

Olası sorunları ülkenin gündemine alıp daha iyi önlemler ve dayanıklılığımızı artıracak mekanizmalar üretmemiz, en önemlisi hayata geçirmemiz gerekiyor. 

Sıcak dalgalarının çok ciddi ölümlere yol açtığı 2003 yılında birkaç haftalık periyotta Avrupa’da 70 bin kişi hayatını kaybetti. Sadece Fransa’da 14 bin kişi öldü. 

Sıcak dalgalarında açık havada çalışanlar, sporcular risk gruplarını oluşturuyor. Dolayısıyla bu gruplara özel düzenlemeler yapmak gerekiyor.”

YAKIN GELECEKTE BÖBREK HASTALIKLARI ARTACAK

Aşırı sıcakların etkileriyle birlikte önümüzdeki yıllarda böbrek hastalıklarının artarak çok daha fazla karşımıza çıkacağı öngörüldüğünü belirten Doç. Dr. Yavuz, bunun nedenini de şöyle açıkladı:

“Sıcak artışına bağlı su kayıplarının neden olduğu böbrek hasarlarının daha fazla görüleceği tahmin ediliyor. Hatta kaybedilen suyun yerine konulamaması nedeniyle ‘nefropati salgını’ yaşanacak deniyor. 

Eğer merkezi otorite bu tip risklere işaret etmezse, korunma önlemlerini göstermezse, insanlara bunun önemsenmesi gereken bir sorun olduğunu ifade etmezseniz bunu algılamadıkları için risk olarak görmezler.”

AŞIRI SICAKLARDA UZAKTAN ÇALIŞMAYA GEÇİLEBİLİR

Doç. Dr. Yavuz’un özellikle aşırı sıcak günlerde günlük yaşamı kolaylaştırmak için önerileri şöyle: 

“Ortak kullanılan hastane, okul gibi kamusal binalarda iklimlendirme sistemlerinin artık ciddi bir şeklide tasarlanması gerekiyor. Aşırı sıcaklar nedeniyle hastanede yatan hastanın tıbbi durumu kötüleşebilir, farklı bir tablo gelişebilir, tedavi zorlaşır. Okullarda da aşırı sıcak performansı düşürür. Hem öğrenciyi hem öğretmeni olumsuz etkiler. 

Akdeniz Bölgesi ile Karadeniz Bölgesi’nin mesai saatleri aynı. Bölgesel olarak farklı işlerde farklı düzenlemelere gidilebilir. Kademeli bir şekilde özellikle risk gruplarına yönelik önlemler alınabilir. Sıcaklık arttıkça örneğin gebeler aşırı sıcak günlerde 4 saat çalışabilir. Yine pandemide deneyimlediğimiz uzaktan çalışma gündeme gelebilir. Belli günlerde ve haftalarda kamuda ve özel sektörde yapılabilir. Haftanın iki günü uzaktan 3 günü yüz yüze çalışma olarak planlanabilir.”

YOKSULLAR EN ÖNEMLİ RİSK GRUPLARINDAN 

“Sıcak dalgalarında en önemli risk gruplarından biri de yoksullardır” diyen Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz, dezavantajlı gruplara yönelik yurt dışındaki uygulamalardan örnek vererek şunları söylüyor: 

“Yoksul kesim evlerine klima alamaz, serinleyemez ve sıcak dalgalarından korunamazlar. Dezavantajlı ve kırılgan gruplara yönelik pek çok ülkede, sıcak dalgalarında yalnız yaşayan ve kliması olmayan yoksul olan bireyler tespit edilip klimalı binalarda belli bir süre misafir edilir. 

Enerji yoksulluğu diye bir kavram var. Yakın zamanda özellikle enerjide yaşanan enflasyon, doğalgaz, elektrik ve akaryakıttaki fiyat artışları insanları enerji yoksulluğuna sürüklüyor. Bunun da olumsuz sağlık etkileri ortaya çıkıyor ki bu da yine sıcak dalgalarıyla ilişkili. İnsanların özellikle aşırı sıcak bölgelerde klima dışında bir seçeneği yok. Ama ciddi bir mali yükü var, bunu karşılayamazsa bu defa başka sorunlar ortaya çıkıyor. 

Bizim ülkemizde özellikle risk gruplarını, evinde kliması olmayan düşük gelir grubundaki yoksul kesimi kim tespit edip evlerinden alıp onlara serin bir ortam sağlayacak? Buralardan başlamak lazım. 

Bu nedenle bu meselenin her boyutunu ayrıntılı irdeleyip görmezden gelmemek gerekiyor.”

Öte yandan Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz, Türkiye’deki iklim değişikliği ve hava değişikliğinin kök nedeninin fosil yakıt ve otomobil bağımlılığı olduğunu da belirtiyor.

Son 20 yılda otomobil sayısı 3 katına çıktı, 2024 Haziran verilerine göre yüzde 30 benzinli, yüzde 35 dizel, yüzde 33 LPG’li otomobil var. Hibrit araç kullanımı yüzde 2’nin, elektrikli araç kullanımı ise yüzde 1’in altında. Doç. Dr. Yavuz; “Çünkü ne bir teşvik var ne de özendirme. Türkiye fosil yakıt bağımlılığından şu anda kendini kurtarabilecek bir noktada değil gibi görünüyor” diyor.