Cumhuriyetin 100'üncü yılında siyasal İslamcı dış politikanın özeti: Pragmatizmin dayanılmaz hafifliğinde "din, mezhep soslu" diplomasi
Cumhuriyetimiz bir asrı devirdi.
100'üncü yılında Türkiye Cumhuriyeti ne yazık ki kuruluş değerlerinden hızla uzaklaşıyor.
Son 21 yılda aydınlanmacı, aklı, bilimi, dünyeviliği önceleyen kurucu felsefenin yerini dinci, mezhepçi, etnikçi, kimlikçi bir zihniyet aldı.
Ekonomiden siyasete, milli güvenlikten kültüre, sanata, eğitime kadar her alanda bir erozyon söz konusu.
Dış politika da bundan azade değil.
AKP, iktidara geldiği 2002 yılından bu yana Türkiye'nin Mustafa Kemal Atatürk'ün "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" ilkesine bağlı, akılcı, gerçekçi, dengeli, güven üreten geleneksel dış politikasını adım adım ortadan kaldırdı.
Bunun yerine, yazının başlığında olduğu gibi pragmatizmin dayanılmaz hafifliğinde "din, mezhep soslu" bir dış politika anlayışını koydu.
Tamamen iç politika, yani AKP seçmenini "Eyyy Amerika", "Eyyyy Batı" ya da "One minute" gibi hamasi söylemler üzerinden tahkim ederek, Erdoğan'ın iktidarını korumasına ve sürdürmesine odaklı bir dış politika anlayışı...
AKP, iktidarının ilk yıllarından itibaren siyasal İslamcı paradigma üzerinden ulusal çıkarları önceleyen akılcı ve gerçekçi bir kurgu yapması söz konusu olamayacağı için eline geçirdiği devlet gücünü fütursuzca kullanarak maceracı ama daha çok hayalci ve müdahaleci bir dış politika yaklaşımı benimsedi.
Doğal olarak bu yaklaşımın arka planında güçlü bir din ve mezhep yönelimi vardı.
Erdoğan'ın bir dönem dış politikanın dümenini emanet ettiği Ahmet Davutoğlu özellikle Ortadoğu'ya bakarken Sünni gözlüğü takıyordu.
Arap coğrafyasındaki ülkelerin yönetimine - o dönem Batı'nın gözünde çok kullanışlı stratejik aparat olan - İhvan'ı getirmek gibi çaba gösteriyordu.
İhvan üzerinden Sünni bir ümmet oluşturmak gibi bir rüyası vardı.
Daha açık yazmak gerekirse Davutoğlu, Osmanlı'ya öykünüyor ve eski Osmanlı coğrafyasındaki ülkelere liderlik yapmak gibi bir hayal peşinde koşuyordu.
Üstelik bu hayalini gerçekleştirmek için komşu ülkelerde rejim değişikliği yapmaya niyetleniyor, "din kardeşi" söylemi üzerinden dokunulmaz kılıp beslediği cihatçı çetelerle adeta Türkiye'yi bütün bölgedeki huzursuzluğun kaynağı haline getiriyordu.
Ona göre Türkiye'nin daha önceki dış politikası pasif ve edilgendi.
"Komşularla sıfır sorun", "stratejik derinlik", "proaktif dış politika" gibi kerameti kendinden menkul yaklaşımlarla Türkiye'yi çamurlu, sisli, puslu, bir adım ötesi görünmeyen tehlikeli bir yola soktu.
Ama evdeki hesabı çarşıya uymadı.
Batı'nın İhvan'ı gözden çıkarmasıyla Davutoğlu koltuğundan oldu.
İçinde hayallerinin olduğu çantasını topladı ama Erdoğan'ın dış politikadaki din soslu pragmatizmi devam etti.
AKP, Türkiye'yi Avrupa Konseyi'ne bağlayan çıpanın halatını kesti; ülke demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerlerden hızla uzaklaştı.
Siyasal İslamcı oligarşi, muhalefetin beceriksizliğinden - ya da bilinçli işbirliğinden - sonuna kadar yararlandı, köpeksiz köyde çomaksız gezer gibi rahat rahat ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarını ele geçirdi.
Ülkenin kılcal damarlarına kadar nüfuz etti.
Erdoğan içeride kendi tabanını tahkim etmek için başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerle siyasal, stratejik cepheleşme içine giriyor görüntüsü veriyor olsa da aslında kendisini iktidarda tutan gücün bu ülkeler olduğunu çok iyi biliyordu.
Gerek eski ABD Başkanı Obama gerekse eski Almanya Şansöylesi Merkel, iktidarları süresince Türkiye'de Erdoğan'ın koltuğunu koruması için ellerinden geleni yapmıştı.
Merkel'in, AB'nin AKP'ye ağır eleştirilerde bulunduğu İlerleme Raporu'nun yayınlanmasını Türkiye'deki genel seçimlerin sonrasına bırakılmasını sağlayıp Erdoğan'a kol kanat germiş olduğu hâlâ hafızalardadır.
Erdoğan özellikle Avrupalı dostları için - Türkiye'nin bir sığınmacı cennetine dönüşme pahasına - onları bu yeni kavimler göçünden koruyan bir bekçi görevi üstlenmişti.
Erdoğan iktidardan düşerse Avrupa'nın bu yeni ve güçlü göç dalgasına karşı yapabileceği bir şey yoktu.
Feda edilebilecek olan ülke Türkiye'ydi.
Ama sığınmacı meselesi, Erdoğan için Türk ulusunun ümmetleştirilmesi açısından kaçırılmayacak bir fırsattı.
Yani, Avrupa'nın ve Erdoğan'ın çıkarları bu anlamda örtüşmekteydi.
Ezcümle Türkiye Cumhuriyeti 100 yıllık tarihinin dış politikadaki en sıkıntılı dönemini AKP iktidarı sırasında yaşadı.
Kısa bir özet geçersek;
AKP'nin iktidarda olduğu 21 yıl içinde dış politikada neler yaşadık;
- Irak'ta Türk askerinin başına çuval geçirildi, Erdoğan, Ortadoğu'yu parçalamayı öngören BOP'un eş başkanı olduğunu açıkladı.
- İsrailli komandolar Filistin'e yardım götüren Mavi Marmara gemisine baskın yaptı ve 10 insanımız yaşamını yitirdi.
- Suriye'de bir keşif uçağımız düşürüldü, pilotumuz şehit oldu.
- Türk Silahlı Kuvvetleri'nin terör örgütü IŞİD'le çatışmaması için Suriye topraklarındaki Süleyman Şah türbesi Türkiye'ye kaçırıldı.
- IŞİD, kaçırdığı Türk askerlerini kameralar önünde canlı canlı yaktı.
- Rus uçağının saldırısıyla Suriye topraklarında bulunan 33 askerimiz şehit oldu.
- Suriye'deki AKP iktidarının körüklediği iç savaş nedeniyle milyonlarla sığınmacı Türkiye'ye geldi.
- Aynı şekilde Afganistan'dan, Pakistan'dan, Afrika ülkelerinden gelen kaçak göçmenlerin adresi Türkiye oldu.
- Bunların dışında Yunanistan Ege'de Türkiye'ye ait olan adaları sahiplendi
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Siyasal İslamcı iktidarın ülkede hemen her alanda yarattığı yıkım, dışarıda da büyük itibar kaybına neden oldu.
Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak bir yana, tabiri caiz ise dünya liginde küme düştük.
Türkiye;
Özgürlük sıralamasında Belarus, Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti, İran, Suudi Arabistan, Gabon gibi ülkelerle aynı kategoride yani "Özgür Olmayan Ülke" statüsüne geriledi.
Kara para aklamada Sudan, Yemen ve Suriye ile birlikte gri listeye girdi.
Demokrasi sıralamasında Gana’nın 40, Senegal’in 24, Tunus’un 18, Uganda’nın 4 basamak altında, 103'üncü sırada yer aldı.
Yolsuzluk ve rüşvet sıralamasında Burkina Faso, Tanzanya’nın bile altında kaldı. Dünya 101'incisi oldu.
Dünya sefalet endeksinde 160 ülke arasında 25'inci, yargı bağımsızlığı, hukuk devleti endeksinde Tunus, Cezayir, Fas, Angola, Mali’nin ardından 140 ülke arasında 116'ıncı sırada yer aldı.
Maalesef Cumhuriyetimizin 100'üncü yılını kutlarken dışarıdaki ve dış politikadaki tablo bu.
Şimdi şu sorulara içtenlikle yanıt aramamız gerekiyor!
Türkiye ve Türk halkı yeniden küllerinden doğacak mı? Bu gücü var mı?
Üzerindeki bu ölü toprağını atıp, Türkiye'nin geleceği için inisiyatif alarak 100 yıl önce olduğu gibi yine ayağa kalkacak mı?
Ülke kuruluş ayarlarına geri dönecek mi?
Her ne kadar bugünün ahval ve şeraiti çok namüsait bir mahiyette tezahür ediyor olsa da, enseyi karartmamak gerekiyor.
Umudumuzu cumhuriyetin kurucu değerlerinden aldığımız güçle beslemek zorundayız.
Herkes biliyor ki, cumhuriyetin 1923'te atılan temelleri, bu "dönemsel politik anomaliyi" atlatacak kadar güçlüdür.
Siyasal İslamcı bu zihniyet, Batılı efendilerinden aldığı bütün desteğe rağmen, devletin bütün olanaklarını kullanarak uyguladığı baskıya, şiddete, tehdide, gözdağına rağmen bu ülke insanının önemli bir bölümünün cumhuriyet devrimlerine olan bağını koparamadı.
Cumhuriyetin 100'üncü yılı, Türk halkının yeniden ayağa kalkacağı, üzerindeki ölü toprağını atacağı ve küllerinden doğacağı bir sürecin başlangıcı olsun diyerek yazımıza noktayı koyalım
CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
Çok Okunanlar
BEDAŞ 21 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
A101 21 Kasım 2024 Perşembe aktüel ürünler kataloğu yayımlandı!
21 Kasım 2024 burç yorumları
Hasan Arat'tan Fenerbahçe'ye Rafa Silva'lı 'Talisca' yanıtı
Fatih Altaylı'dan Acun Ilıcalı ve yasa dışı bahis yorumu
21 Kasım Perşembe maç programı: Bugün maç var mı, hangi maçlar var, saat kaçta?
UEFA Uluslar Ligi'nde Türkiye'nin rakibi kim olacak? Play-off maçı ne zaman?
Ebru Baki Sözcü'den ayrıldı mı?
Onur ve Semih arasında MasterChef'te kavga! Yeni fragmanda olay anları
20 Kasım reyting sonuçları 2024: Annem Ankara, Kuruluş Osman, Leyla