Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,9216
Dolar
Arrow
34,0763
İngiliz Sterlini
Arrow
45,0830
Altın
Arrow
2804,0000
BIST
Arrow
9.774

Kılıçdaroğlu 'akıl tutulması' yaşıyor!

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, geçen hafta verdiği bir röportajda, "Gemiyi limana güvenli bırakmak için, bilgili, birikimli, iyi bir sosyal demokrata devredeceğim. CHP'nin yüz yıllık birikimini sürdürmemiz lazım. İmbikten süzülen bir birikim" dedi.

"Mevcut kişiler arasında böyle biri var mı?" sorusuna da "Var ama görünür hale gelmesi lazım. Şimdilik bu kadar konuşalım" yanıtını vermekle yetindi.

Eğer ki Kılıçdaroğlu, bu cümlelenin ne anlama geldiğini düşünmeden konuştuysa, tam bir "akıl tutulması" yaşıyor demektir.

Ya bilerek ve isteyerek söylediyse...

İşte o zaman bu, CHP'nin kültürü, felsefesi belki doğrudan siyasi varlığı bizzat kendi genel başkanı tarafından reddediliyor anlamına gelir.

CHP gibi kökleri Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti'ne dayanan, Kurtuluş Savaşı'nı yapan, Cumhuriyeti kuran, devrimleri gerçekleştiren; Atatürk gibi, İnönü gibi, Ecevit gibi tarihte derin izler bırakmış isimlerin genel başkanlığını yaptığı ve ülkenin en okumuş, en eğitimli ve siyasi bilinci en yüksek seçmen tabanına sahip ana muhalefet partisinin liderinin bu sözleri, tutanın elinde kalıyor, liğme liğme dökülüyor.

Üstelik bu cümleler kendi içinde ciddi siyasi mantık hataları barındırıyor.

Kılıçdaroğlu, CHP'de genel başkanlığın devredilmesi gibi bir yaklaşımın söz konusu olamayacağını, partinin başına gelecek ismin en üst karar organı olan kurultayla belirlendiğini bilmiyor mu?

Elbette biliyor!

Eğer ki kendi deyimiyle koltuğunu devretmek için "bilgili, birikimli, iyi bir sosyal demokrat" arıyorsa ve biz de kaseti tersten okursak, bu aynı zamanda CHP içinde bilgisiz, birikimsiz ve sosyal demokrat olmayan çok sayıda isim var, demektir.

Gerçekten öyle mi? 

CHP'liler bunu kabul ediyor mu?

Aynı zamanda bunu, Kılıçdaroğlu'nun, parti içinde ipleri elinden kaçırma riskine karşı ön alarak alarak, delegeyi tüzük kurultayına kadar oyalama manevrası şeklinde değerlendirmek de olası.

Kurultayın iradesini yok sayıp genel başkanlığı nasıl devredeceksiniz, sorusunun yanıtı belki Kılıçdaroğlu'nun zihninin arka planında saklı.

Eğer "Delege, benim delegem. Benim sözümden çıkmaz. Ben kimi işaret edersem, onu seçer" gibi düşüncesi varsa o zaman, "demokrat dedemizin" içinden bir Erdoğan çıkmış demektir.

Belki içindeki Erdoğan, 13 yıldır kuluçkadaydı ve hiçbirimiz farketmemiştik.

Peki genel başkanlarının bu cümleleri CHP'lileri hiç mi incitmedi!

Konuyu coşkulu bir idealistlikle ele alırsak, partiye gönül veren, emek veren bütün CHP'lilerin bu tanıma uyması gerekmez mi?

En üst karar organı kurultay olduğuna göre her bir CHP'li aynı zamanda potansiyel bir genel başkan adayı değil midir?

Kurultay delegeleri yeterli imzayı bulup aday gösterdikten sonra buna karşı çıkan olabilir mi?

Kim iyi sosyal demokrat, kim kötü sosyal demokrat, kim bilgili, kim bilgisiz, kim birikimli, kim birikimsiz; bütün bunlara karar verecek olan Kılıçdaroğlu mu? 

Kendisi CHP'nin ölçme, değerlendirme memuru mu?

Kaldı ki, yukarıda saydığı niteliklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan çok sayıda ismi bizzat kendisinin CHP'nin içine sokmuş olduğu herkesin malumu.

Bugünkü CHP'nin yarısından çoğu CHP'li değil.

Kılıçdaroğlu'nun diğer cümleleri de evlere şenlik.

"CHP'nin yüz yıllık birikimini sürdürmemiz lazım" diyor, bunun imbikten süzülen bir birikim olduğunu dile getiriyor.

Genel başkanlığın devredilmesi gibi bir yaklaşımın CHP'nin yüz yıllık birikimiyle hiç örtüşmediğinin ve hatta bu birikimi tek bir cümleyle yerle yeksan ettiğinin farkında değil mi?

Ne Atatürk İnönü'ye, ne İnönü Ecevit'e ne de Ecevit bir başka isme genel başkanlık koltuğunu devretti.

CHP'liler özgür iradeleriyle genel başkanlarını seçtiler.

Akıl tutulması yaşadığını gösteren açıklamaları bunlarla da sınırlı değil.

Son olarak partisinin grup toplantısında "Ey Erdoğan, iktidarı bize devret Filistin sorunu nasıl çözülürmüş göreceksin. Orta Doğu'ya barış ve huzur nasıl gelecekmiş göreceksin o zaman" dedi.

Belli ki kendisinde bu "devretme" meselesine karşı obsesyon gelişmiş. 

13 yıldır hiçbir seçimi kazanamadığından olsa gerek demokratik işleyişlere ilişkin "normal" algısı ortadan kalkmış.

Önce CHP'de genel başkanlığını "devredeceğini" açıklaması sonra Erdoğan'dan iktidarı "devretmesini" istemesi...

Önce seçimi kazan, zaten iktidar olacaksın. 

Kazanamıyorsan da kimseden medet ummayacaksın, "iktidarı bana devret" diye ortaya çıkmayacaksın.

Bunlar bir anamuhalefet liderinin söyleyeceği sözler değil.

Gelin bu konuya ilişkin yakın tarihe bir göz atalım.

1993 yılıydı. Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı olmuş, Çankaya Köşkü'ne çıkmış, Tansu Çiller de DYP Genel Başkanlığı'na seçilmesiyle Başbakanlık koltuğuna oturmuştu. 

Gazeteciler hemen her gün, Çiller'in gaflarını haber yapıyordu.

Bunlar, bir süre sonra Türkiye'nin dış politikasını, milli güvenliğini bile etkiler hale geldi ve önemli bir bölümü dil sürçmesinden değil, bariz bilgisizlikten kaynaklanıyordu.

Aslında Çiller'in ne dış politikadan, ne milli güvenlikten ne de siyasetten haberi vardı.

Ne toplumunu ne ülkesini tanıyordu.

Ekonomi profesörüydü ama ekonomi dışında deyim yerindeyse kara cahildi.

Daha sonra ünlü 5 Nisan kararlarıyla ekonomiden de anlamadığı ortaya çıkacaktı.

Bu durum Demirel'i rahatsız ediyor, Çankaya Köşkü'ndeki haftalık görüşmelerde kendisini sürekli uyarıyordu. Lisanı münasiple atılan fırçalar hiçbir etki göstermiyor olacak ki Çiller, performansından hiçbir şey yitirmeden saçma sapan konuşmaya devam ediyordu.

Çankaya Köşkü'nde resmi bir kabul sırasında gazeteciler konuyu gündeme getirip Demirel'e, "Ne olacak bu Çiller'in hali" mealinde bir soru yönelttiler.

Demirel, bir iki kere yutkunduktan sonra durdu "gardaşım" dedi, "siyasetçi dediğin ne konuşacağından çok ne konuşmayacağını bilmeli!"

Kılıçdaroğlu da Çiller gibi başında olduğu partinin siyasi okulundan yetişmedi!

Genel başkanlığını yaptığı partinin kültürünü, felsefesini, o partiyi tarih sahnesine çıkaran dinamikleri, parti tabanının özelliklerini, partisinin aydınlanmacı paradigmasını bilmiyor.

Bu yüzden rüzgar nereden ve nasıl eserse, ona göre konuşuyor.

13 yıldır CHP'nin siyasi varlığını nasıl erozyona uğrattığını, partiyi sağcılaştırdığını, mezhepçi ve kimlikçi bir çizgiye çekerek nasıl iğdiş ettiğini kitaplar zaten yazacaktır ama bunun öncesinde CHP'lilerin önünde tarihi bir dönemeç bulunuyor.

Ve bu fırsatın heba edilmemesi gerekiyor.

Siyasal İslamcı zihniyetin elinde giderek ortaçağ karanlığına gömülen bu ülkenin kurtuluşu, CHP'nin CHP'li olmayanların ve CHP düşmanlarının elinden kurtulmasıyla mümkündür diyerek yazımızı noktalayalım.