Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,4602
Dolar
Arrow
35,5653
İngiliz Sterlini
Arrow
43,2191
Altın
Arrow
3081,0000
BIST
Arrow
10.042

Putin, bundan sonra Tayyip'e güvenir mi?

Şimdi yapıyorlar mı bilmiyorum ama bir zamanlar Hariciye'nin etkili, yetkili diplomatları, dış siyaset yazıp çizen gazetecileri toplar, bazen “off the record” yani yazılmaması kaydıyla, çoğu zaman da diplomatik kaynaklara atfen kaleme alınabilecek şekilde “background” bilgilendirme toplantıları düzenlerdi.

Taze diplomasi muhabirleri açısından bir nevi meslek içi eğitim, kıdemli muhabirlerin de kendilerini “update” etmesi, yani bilgilerini güncellemeleri için fırsat olurdu.

Bugün Bahçeli'nin üfürdüklerini yurdum insanına “devlet aklı” diye yedirmeye çalışıyorlar ya, memleketin âli çıkarlarını koyup, kollayan asıl “devlet aklının” gerçekte ne olduğunu, ne işe yaradığını biz işte bu toplantılarda öğrenme şansı buluyorduk.

Atlantik ötesinden Ortadoğu'ya, Avrupa Birliği'nden Asya Pasifik'e, Kıbrıs'tan, Türk-Yunan ilişkilerine kadar, Türkiye'nin hem bölgesel hem de küresel ölçekteki dış siyasetinin, hangi tarihi perspektifle, hangi ilkeler çerçevesinde, hangi şartlarda şekillendirildiğini ilk elden dinleyebiliyorduk.

Memleketin milli menfaati denildiği zaman akan sular duruyordu. Diplomasinin iç siyasete malzeme, meze olmaması için azami gayret gösteriliyordu.

Kim ne derse desin, son yirmi yıldakiyle karşılaştırıldığında, eski Türkiye'nin dış siyaset paradigmasının dayandığı temeller son derece kuvvetliydi.

Bu toplantıların birinde dönemin Müsteşarı Korkmaz Haktanır, “Karşılıklı güven tesis edememişseniz, yürüttüğünüz diplomasiden sonuç alamazsınız” mealinde bir cümle kurmuş, sonrasında “Dış siyasetimizde güven telkin ederiz. Bu bizim için bir gurur vesilesidir, Ortadoğu'da bile tarafların güvenini haiz bir memleketiz” demişti.

Yani, Türkiye’nin o zamanlar sözü kıymetliydi.

Peki ya şimdi...

Geçen haftadan bugüne Suriye'de yaşanan gelişmelerin arka planı netleştikçe anlıyoruz ki, AKP iktidarı ile birlikte dış siyasette güvenilir olmaktan git gide uzaklaşmış, neredeyse kimsenin sözüne inanmadığı, mesele Türkiye olunca herkesin arkasını kollama ihtiyacı hissettiği bir memleket haline gelmişiz.

Haber kanallarında, sosyal medyada nasıl oldu da cihatçıların bu kadar hızlı Halep'i ele geçirdiği, Suriye ordusunun ve Rusların neden direnmediği, direnemediği tartışılmakta.

Esad hezimete uğradı, diyerek zil takıp oynayanları bir kenara bırakalım ama Suriye Ordusu'nun da Rusların da Halep ve civarını kuvvetle tahkim etmemiş olduğu ortaya çıktı.

Belli ki, İdlib’ten böylesine kuvvetli bir saldırı beklemiyorlarmış.

Ankara'nın derin mahfillerinde konuşulanlara göre Ruslar, Türkiye'nin İdlib'deki cihatçıların tasmasını tuttuğuna inandıkları için Halep'in güvende olduğunu düşünmüşler.

Bu sebeple, asıl tehdidin güneyden yani İsrail'den geleceği hesabıyla Suriye ordusunun sıklet merkezini Lübnan ve İsrail sınırına taşımasına ses çıkarmamışlar.

Burada az bir kuvvet bırakmışlar.

Ancak, son aylarda İdlib'de bir hareketlilik olduğunu da fark etmişler ve bunu bir kaç kez Ankara'daki muhataplarına sormuşlar.

Her seferinde, “merak etmeyin, sıkıntı yok” cevabını almışlar.

Cihatçıların silahsızlandırılmasına dair mutabakatın en üst düzeyde yani bizzat Tayyip ile Putin arasında sağlanmış olmasına duydukları güvenle, “buradan bir tehdit gelmez” demişler.

Biraz hafızamızı tazeleyelim.

2018 yılının Eylül ayında Rusya'nın Soçi şehrinde Tayyip ile Putin arasında kritik İdlib toplantısı yapılmış ve burada önemli bir mutabakata varılmıştı. Buna göre İdlib'in etrafında Suriye ordusu ile silahlı grupları ayıran 15-20 kilometrelik bir bölge oluşturulacak; tank, roketatar, top ve havan gibi ağır silahlar bu bölgeden çekilecek; Türkiye bütün radikal grupların elindeki silahları toplayıp bölgeden uzaklaştırılacaktı. 2018'in sonuna kadar da Halep-Lazkiye ve Halep-Hama otoyollarının güvenliği sağlanacak ve trafiğe açılacaktı.

Ruslar bunun için topu Türkiye'ye atmış, Tayyip'ten söz almışlardı.

Sadece Soçi mutabakatıyla değil, Türkiye, Rusya ve İran arasındaki Astana Süreci uyarınca da Türkiye, bu sorumluluğu üstlenmişti.

Yani, Rusların içinin rahat olmaması için bir sebep yoktu.

Sadece resmi mutabakatla bağlanmış olmasından değil, Tayyip'in hemen her konuda Putin'in desteğine muhtaç olması, ellerini güçlendiriyordu.

O dönem, Rusya'nın Ankara Büyükelçiliği'nden bir diplomata “Nasıl oluyor da Putin, Tayyip'e bu kadar çok güveniyor” diye sormuştum.

“Güvenmemesi için bir sebebi yok. Çünkü, Putin'in Tayyip'e ihtiyacından çok Tayyip'in Putin'e ihtiyacı var” mealinde bir cevap vermiş, “Uçağımızı düşürdükten sonra bize karşı atacağınız her adımın nasıl bir karşılığı olacağını gördünüz” demişti.

Verdiği mesaj açıktı.

Rusya'nın misillemesi ile Suriye sınırında 36 askerimiz şehit olmuş, Tayyip “krizi çözmek” için gittiği Moskova'da kapılarda beklemek zorunda kalmış, Ankara'da atıp tuttuklarından tornistan edince iş tatlıya bağlanmıştı.

Bir daha Rusların çıkarına halel getirmeyeceğinden emin olmuşlardı.

Ama, Suriye'deki gelişmelerden anladık ki Tayyip, Putin'e yine fena halde çalım atmış!

İktidar ne Soçi ve Astana'da söz verdiği gibi İdlib'teki cihatçıları silahsızlandırmıştı ne de geçen haftalarda “cihatçılar Halep'e doğru saldırıya geçecek” diye Moskova'yı uyarmıştı.

Aksine, bölgede Türkiye'den habersiz kuş uçmayacağına göre terör gruplarının bu sürede ağır silahlar edinmesine bile göz yummuştu.

Suriye'nin kuzeybatısının çatışmasızlık alanı olduğundan emin olan Ruslar fena halde yanılmıştı.

Gelelim zurnanın zırt diyeceği yere!

Putin'in küplere bindiği söyleniyor. Adeta burnundan soluyormuş, bunun için Türkiye'ye bir fatura çıkarır mı ya da nasıl bir fatura çıkarır!

Yakında öğreniniz. Ama çatışmaların başlamasından bir hafta sonra Tayyip'in telefona sarılıp Putin'i araması dikkat çekici.

Görüşmede ne konuşuldu bilmiyoruz, sonrasında ise Ankara Büyükelçiliği'nin sosyal medya hesabında “Türkiye'nin girişimiyle böyle bir temasın olduğu” bilgisini vermesi, Ankara'daki panik havasını hissettiklerini gösteriyor.

Ama kesin olan şu ki, Ankara-Moskova ilişkileri yine sıkıntılı bir dönemin eşiğine geldi.

Yazımızı bağlamadan, Putin bundan sonra Tayyip'e güvenir mi, diye soralım, cevabını okuyucunun ferasetine bırakıp yazımıza noktayı koyalım.