Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,9216
Dolar
Arrow
34,0763
İngiliz Sterlini
Arrow
44,9061
Altın
Arrow
2804,0000
BIST
Arrow
9.758

Laiklik, uluslaşma, emperyalizm ve dış politika

Cumhuriyet tarihinde 3 Mart 1924; 3 Devrim Yasası’yla, Türkiye’yi laikleştiren önemli bir tarihtir. Hilafet kaldırılmıştır. Laik ve bilimsel eğitim, Tevhidi Tedrisat Kanunu ile (Öğretim Birliği Yasası) hayata geçmiştir. Şeriyye ve Evkaf Vekâleti ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti kaldırılmış, yerlerine Diyanet İşleri Başkanlığı; Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Genel Kurmay Başkanlığı kurulmuştur. 

1925’te tekke ve zaviyeler kapatılmış, bunlarla bağlantılı unvanlar yasaklanmıştır. Hemen sonrasında 1926’da Medeni Kanun (Yurttaşlar Yasası); çok önemli bir adımdır. Tüm yurttaşların, kadın ve erkeklerin yasalar önünde eşitliği bağlamında çok ileri bir hamledir. Ardından 1928’de yapılan değişiklikle, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” hükmü çıkarılmıştır ki, bu madde, 1876 Osmanlı anayasasından kalmadır. Ayrıca milletvekillerinin yeminlerindeki vallahi kelimesi “namusum üzerine söz veririm” ifadesiyle değiştirilmiştir. 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. 1937’de laiklik anayasaya girmiştir. 

Cumhuriyetin erken döneminde atılan bu adımlar önemlidir. Gelelim bugüne…

Laiklik; en kısa, en yalın, en basit tanımıyla, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması olarak öğretildi bizlere okullarda. Doğruydu. Bu tanımıyla laiklik, din ve vicdan özgürlüğünün temeli, güvencesi olarak okutuldu. Doğruydu. Sonraları, laikliğin aynı zamanda, egemenliğin köküyle, kaynağıyla ilgili olduğunu öğrendik, yaşımız ilerledikçe. Doğruydu. Yönetenlerin yönetme yetkisini, dinsel – tanrısal olmayan bir kaynaktan almalarıydı laiklik, aynı zamanda.

Laikliğe ilişkin bu tanımlar, bize hep şunu öğretti: Demokrasi, laiklik olmadan olmaz. Yani, laiklik demokrasinin temel koşuludur, şartıdır. Her laik düzen ille de demokrasi olmayabilir, ama her demokrasi mutlaka laik olmak zorundadır. Laikliğin, egemenliğin kaynağıyla ilintisi, yönetimin dinsel – tanrısal olmayan bir kaynağa dayanmasıyla ilişkisi, demokrasinin de zeminidir. Çünkü halk egemenliği – millet egemenliği başka türlü hayata geçemez.

Laikliğin sadece demokrasiyle değil, akılla, bilimle, özgür düşünceyle, ifade hürriyetiyle, ulusal egemenlikle, toplumsal barışla, sınıfsal bilinçle de yakından ilişkisi vardır. Demokrasinin, ulusal egemenliğin, cumhuriyetin olmazsa olmazıdır laiklik.

Ülkemizdeki numaracı cumhuriyetçiler, yıllarca laiklik olmadan da demokrasinin olacağını öne sürdükleri, ABD emperyalizminin aparatı FETÖ terör örgütünü, sivil toplum örgütü olarak gördükleri, onun toplantılarına katılıp konuşma yapıp, bildiri sundukları ve FETÖ’yle Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığında uzlaştıkları için, kavramları çarpıttılar.

Mesela, “sivil” kavramını asker olmayan şeklinde açıkladılar yıllarca. Bunu yapanlar arasında anlı şanlı devlet ve vakıf üniversitelerinin medyatik sosyoloji, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler hocaları da vardı. Oysa “sivil”, asker olmayan anlamına gelmez, ruhban olmayan anlamına gelir. O yüzden laiklik ve sivillik iç içedir. Sivil toplumda, kamusal alanda, siyasal bilincin gelişmesi, yurttaş bilincinin gelişmesi için zorunludur laiklik.

Sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, ister ideolojik taleplerle, ister çevreci hassasiyetlerle, ister yoksul ailelerin çocuklarını okutmak için, ister kadın cinayetlerine karşı mücadele etmek amacıyla bir araya gelsinler, bu örgütlerde buluşan insanlarda bilinç, irade ve gönüllülük esastır. Yöneticilerini kendileri seçerler. Dilerlerse aday olur, seçilirler. Demokratik rekabete girerler. Anlı şanlı bakanların, dekanların, üniversite hocalarının, numaracı cumhuriyetçilerin, FETÖ’nün solcularının, FETÖ’nün liberallerinin, FETÖ’nün sosyal demokratlarının sivil toplum kuruluşu olarak gördükleri tarikat ve cemaat türü yapılanmalarda ise bağımsız bilinç, özgür seçim, demokratik yarış yoktur. Şeyhe, şıha biat, itaat, sadakat vardır.

Laiklik yoksa, demokrasi kökleşemez. Laiklik yoksa, inanç ve düşünce özgürlüğü yoktur. Bülent Ecevit’in ünlü sözü, “İnançlara saygılı laiklik”, bu açıdan yanlış bir açıklamadır. Çünkü laiklik, zaten tanımı gereği inançlara saygılıdır. Din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olan laikliğin, din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlaması, ona saygısız davranması söz konusu olamaz.

Laik devlet; her türlü dini inanca saygılıdır. Hepsine eşit mesafededir. Birinin diğeri üzerinde tahakküm kurmasını engeller. Eğer bir inanç kümesi kendini ifade edemiyorsa, eğer bir dinsel topluluk baskı altındaysa, inancının, dininin gereğini yerine getiremiyorsa, laik devlet, görevini yapmıyor demektir.

Laiklik; dinin, devlet, hukuk, siyaset, bilim, eğitim, yönetim işlerine müdahalesini engellediği gibi, devletin, yurttaşlarının dinine veya dinsizliğine müdahalesini de engeller. Dahası devlet; yurttaşlarının bir bölümünün, din adına, diğer yurttaşlar üzerinde baskı kurmasını da engellemekle yükümlüdür. Çünkü laiklik; çoğulcu toplumsal yapının da güvencesidir. Bir dinin, mezhebin baskısını da önler.

Laiklik; feodalizmin aşılmasında da belirleyicidir. Cemaat toplumu değil, cemiyet toplumu olmanın zeminidir.

Laiklik; dış politika açısından da şarttır. Çünkü dış politikada dinci, mezhepçi bakış açısının egemen olmasını önler. Bu yönüyle laiklik, emperyalizme karşı mücadele açısından da zorunludur. Çünkü emperyalizmin milletleri bölmek, devletleri parçalamak toplumları birbirine kırdırtmak için, en çok kullandığı araçlar olan dinsel – mezhepsel – etnik kimlikler, laik bir düzende birlikte, kardeşçe yaşarlar. Laiklik, bunların siyasi amaçlarla kullanılmasını, kaşınmasını, kışkırtılmasını engeller. O nedenle laik bir toplum, emperyalizmin bu türden tuzaklarına düşmez. Milleti oluşturan yurttaşlar arasında dindar – dinsiz ayrımı yapmaz. 

Laiklik; milletleşmek için de zorunludur. Zira tarihsel ve kavramsal olarak bakıldığında, Osmanlının anladığı millet kavramıyla, bugün anladığımız millet kavramı farklıdır. Millet; Arapça, bir dine, bir mezhebe bağlı olan cemaati anlatmak için kullanılır. Ümmet, Müslümanların tümü için kullanılır. Kavim ise ırk, millet, soy birliği anlamına gelir. Türk Halkı; Kurtuluş Savaşı’nda milletleşirken devletleşen, devletleşirken de milletleşen bir halk olarak, millet bilinciyle, milliyetçilik düşüncesiyle, milli devletle, nispeten daha geç bir zamanda tanışmıştır. Cumhuriyet Devrimi ve laiklik sayesinde hızla ulus bilinci, yurttaş bilinci kök salmıştır.