Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
47,7704
Dolar
Arrow
40,6643
İngiliz Sterlini
Arrow
54,8198
Altın
Arrow
4404,0000
BIST
Arrow
10.642

Lozan karşıtları ve Sevr yandaşları nerede buluşuyorlar?

Türk Milleti olarak her yıl Temmuz ayında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşması olan Lozan’ı kutlarız, anarız. Ağustos ayında ise Lozan’ın tam zıttı olan, Kuvayı Milliye kahramanlarının Kurtuluş Savaşı’nda cephelerde kılıçla, süngüyle yırtıp attığı Sevr’i hatırlar, emperyalizmin ülkemize yönelik sonu gelmez hesapları üzerine tekrar tekrar kafa yorarız. 

Tarih, bunun için okunur zaten, bu amaçla öğrenilir. Tarih bilgisinin tarihsel bilince dönüşmesinin önemi buradadır. Geçmişte neyi nasıl yaptığımızı ve neleri neden yapamadığımı bilmek, bugünü daha doğru anlamanın, geleceği yüksek isabetle öngörmenin temel koşuludur çünkü. 

Milli bayramlara da bu gözle bakmak gerekir. Bir yönüyle ulus olmanın gururunu yaşarız, bir olmanın, beraber olmanın önemini kavrarız, bir yönüyle de her bayramı milli bir muhasebe yapma, tarihe ve atalarımıza karşı bir hesap verme fırsatı olarak görürüz. 

PKK terör örgütünün ve siyasal uzantısı DEM Parti ve çevresinin Lozan karşıtlığı, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı, sözde soykırım iddialarını sahiplenişi, Sevr taraftarlığı biliniyor. Lozan’ı reddedip, Cumhuriyet’i Kürtlere karşı asimilasyon ve soykırımla suçluyor, Sevr’i, halklara özgürlük verdiği iddiasıyla sahipleniyorlar. Emperyalizm işbirlikçiliğinin sonucudur bu tutum, şaşırmıyoruz. 

Bu yıl Lozan, her zamankinden daha yoğun bir tartışma altında kutlanıyor. ABD’nin Ankara Büyükelçisinin açıklamalarını, Cumhurbaşkanının, Türk – Kürt – Arap beraberliğine ilişkin açıklamalarını, MHP Genel Başkanının, iki cumhurbaşkanı yardımcısından birinin Kürt, diğerinin Alevi olmasına yönelik açıklamalarını biliyoruz. 

ASKER DİPLOMATLAR KUŞAĞINDAN İSMET PAŞA

Belleğimizi tazeleyelim, çok çetin geçmiştir Lozan müzakereleri. Çünkü öncesinde, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ve 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması vardır. Sevr; Osmanlı Devleti’ni tasfiye edip, Anadolu’da küçük bir toprak parçasını Türk Milleti’ne bahşederken, Türkleri özgürlükten, bağımsızlıktan, egemenlikten yoksun, onursuz bir hayata mahkûm etmiştir. Bir esaret ve zillet belgesidir. O nedenle Lozan; Harb-i Umumi’nin (1. Dünya Savaşı) ve Kurtuluş Savaşı’nın değil, gerçekte, yüzyılların hesaplaşmasına tanık olmuştur. Nitekim müzakerelerde, Türk Heyeti’nin baş delegesiolan İsmet Paşa’nın yaptığı konuşmayı, heyette bulunan Ali Naci Karacan şöyle özetlemiştir: “Bu bir konuşma değil, Türkiye’nin çektiği acıları yansıtan bir iddianamedir”. 

Belirtmek gerekir; Lozan’da İngiliz heyetinin kafasında, Sevr’in bir parça yumuşatılmış halini Türklere kabul ettirmek vardır. Mondros Mütarekesi de belleklerindedir, Wilson Prensipleri de. 14 maddelik Wilson Prensipleri’nin 12. Maddesi şöyledir: “Osmanlı İmparatorluğu’nun, nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölümlerinde Türk egemenliği güvence altına alınmalı; İmparatorluk sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk gelişimleri sağlanmalıdır. Çanakkale Boğazı, uluslararası güvenceler altında tüm gemilere ve ticarete sürekli olarak açık hale getirilmelidir”. 

Bir diğer ifadeyle 12. madde, Anadolu’da Ermeni devleti ve Kürt devleti kurulmasının altyapısını hazırlamaktadır. Dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından, 8 Ocak 1918 tarihinde, Kongre’de açıklanan ilkeler, Osmanlı’da kimi çevreleri çok heyecanlandırmış, umutlandırmıştır. Öyle ki Wilson Prensipleri Cemiyeti adında bir dermek kurulmuştur İstanbul’da, 4 Aralık 1918 tarihinde. Derneğin yönetim kurulunda da tanıdık isimler vardır. Halide Edip Adıvar, Refik Halid Karay, Ali Kemal, Hüseyin Avni Bey gibi… Cemiyetin önemli üyeleri arasında ise dönemin tanınmış gazetecileri vardır, Ahmet Emin, Necmettin Sadık, Yunus Nadi, Celal Nuri gibi… Cemiyet, 5 Aralık 1918 tarihinde ABD Başkanı Wilson’a mektup yazarak, ABD mandasına girmeyi talep etmiştir. 

ABD VE İNGİLTERE’NİN HEDEFİ NEYDİ?

Lozan’da gözlemci olarak bulunan ABD’nin başkanı Wilson da, İngilizlerin ünlü devlet adamı Lloyd George da Türkleri haritadan silmeye kararlıdırlar. Sevr’de İç Anadolu’ya sıkışmış bir Osmanlı vardır, hiçbir egemenliği yoktur. Hilafet, saltanat emperyalizmin emrindedir, Boğazlar’da egemenliği yoktur. Bursa, Edirne, İstanbul yani Osmanlı’nın üç başkenti de işgal edilmiştir. 

Asker diplomatlar kuşağının seçkin temsilcilerinden olan ve bu niteliğini Lozan’dan önce, Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922) müzakerelerinde, TBMM temsilcisi olarak kanıtlayan İsmet Paşa, İngiliz emperyalizmi ve onun uydusu, vekil gücü olan Yunanistan’ın haksız, hukuksuz, hayasız hücumlarını anlatıp ve şöyle devam etmiştir Lozan’da: 

“Gerek bu hücumları, gerekse hiçbir askeri zorunluluk olmaksızın Türkiye topraklarının en bayındır kısımlarını bilerek mahvetmek ve yıkmak amacıyla yapılmış olan tahribatı, hiçbir şekilde mazur göstermek kabil değildir. Hâlâ bu dakikada bile bir milyondan ziyade masum Türk’ün Anadolu ovalarında ve yaylalarında evsiz ve ekmeksiz dolaştığını da hatırlatmak isterim”. 

Yunan heyetinin başındaki Venizelos, bu sözler karşısında renkten renge girerken, salonda çıt çıkmamıştır. 

İngilizler karşısında da çetin bir müzakerecidir İsmet Paşa. Kendisine “Siz Yunanistan’ı yendiniz, İngiltere’yi değil. Bunu unutmayın” diyen Lord Curzon’a şöyle yüklenmiştir: 

“Hayır. Yalnız Yunan’ı yenmedik. Güneyde müttefikleriniz Fransızları yendik. Onun silahlandırdığı Ermenileri yendik. Müttefikiniz İtalyanları Anadolu’dan uzaklaştırdık. Sizin silahlandırdığınız Doğu Ermenilerini ve Pontus çetelerini yendik. Sizin İstanbul yönetimiyle birlikte azdırdığınız isyancıları yendik. Silah ve para ile desteklediğiniz Kuvayı İnzibatiye’yi yendik. En son olarak da maşanız Yunan ordusunu yenip denize döktük. Mondros’u yendik. Sevr’i yendik. Üçlü Antlaşmayı yendik. Bunların hepsinin arkasında siz vardınız. Hepsinin ipleri, dümeni, düğmesi sizin elinizdeydi. Biz asıl sizi yendik. Hırçınlığınızın, telaşınızın, durmaksızın entrika çevirmenizin nedeni bu. Bunu örtbas etmeye, kaybınızı gidermeye çalışıyorsunuz. Biz sizi burada da yeneceğiz”. (Turgut Özakman, Cumhuriyet Mucizesi, 1. Cilt, Bilgi Yay). 

Nitekim İngilizlerin ünlü başbakanı Winston Churchill, anılarında şunları yazmıştır: “Lozan Antlaşması, Sevr Antlaşması’yla yapılmak istenenin tam tersini yapmıştır. Türklere, kendi barış koşullarını dayatmak ve Türk Milletini tahrip etmek isteyen büyük devletler, Lozan’da Türklere boyun eğmek zorunda kalmışlardır”.

Sadece İngiliz diplomatların değil, Lozan’da gözlemci olan ABD’yi temsilen görev yapan hariciyecilerin de kabul ettiği gibi, Lozan; Türklerin tartışmasız bir diplomasi zaferidir. İngilizler adına ise büyük bir yenilgidir. İngilizler dışındaki diğer Avrupalı emperyalistler de, Lozan’da Türk Milleti’ni kabul etmişlerdir. Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak Lozan’da kabul ettirilmiştir düvel-i muazzama denen emperyalistlere. İsmet Paşa, Müslüman olmayan yurttaşlar dışında azınlık kabul etmemiştir. 

UZUN VE ÇETİN MÜZAKERELER

Lozan Konferansı beklenenden uzun sürmüştür. İlk turda 2.5 ay süren tartışmalar sonucu İngiliz baş delegesi ve dışişleri bakanı Lord Curzon “yeter bu kadar” diyerek, İsmet Paşa’ya bir öneri paketi sunmuştur. İsmet Paşa reddetmiştir. Konferans dağılmıştır. 2.5 aylık kesintinin ardından, ikinci kez toplanmıştır. İkinci tur görüşmeler, 3 ay sürmüştür. 

Çetinceviz bir müzakereci olan İsmet Paşa inatçıdır, bir konuyu 15 kez söylediği olmuştur. Topçu subaylarında yaygın olduğu üzere, bir miktar işitme kaybı da vardır. Bu durumu da kendi lehine çevirmiştir. İşine gelmeyen sözleri, önerileri hiç duymamıştır. Arkasında Atatürk’ün güçlü desteği olduğunun bilinci, sorumluluğu ve rahatlığıyla hareket etmiştir. Atatürk’ün, Türk heyetine verdiği 3 sayfa, 14 maddelik talimatnamede de, özellikle kapitülasyonlar ve Ermeni yurdu gündeme getirilirse, kesinlikle reddedilmesi, asla pazarlık yapılmaması belirtildiğinden, İsmet Paşa kararlıdır. Üzerinde halen cephelerin barut kokusu, arkasında büyük önder Gazi Mustafa Kemal’in iradesi vardır. 

Sonuçta 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan, 23 Ağustos 1923’te TBMM’de onaylanmıştır. Sonrasında işgal güçleri 2 Ekim 1923’te İstanbul’dan ayrılmışlardır. 6 Ekim 1923’te General Şükrü Naili Gökberk (ünlü felsefecimiz Macit Gökberk’in de babasıdır) komutasındaki Türk Ordusu, İstanbul’a girmiştir. İstanbul’un işgali yaklaşık 5 yıl sürmüştür (13 Kasım 1918 – 6 Ekim 1923).

LOZAN KARŞITLARININ AMACI NE?

Türkiye’de kimi çevreler, uzun yıllar boyunca, Lozan’ın gizli maddelerinin olduğunu, antlaşmanın 100. Yılında bu maddelerin açıklanacağını öne sürmüşlerdir. Yalandır. Bu çevrelerin sahip çıktıkları, anılarından yararlandıkları Dr. Rıza Nur gibi, hem Atatürk’ün azılı muhaliflerinden olan hem de Lozan’a delege olarak katılan birinin bile, bu gizli maddelerden bahsetmediği unutulmamalıdır. 

Türkiye’yi yönetenlerin Lozan’ı, Montrö’yü eleştirmesi yanlıştır. Adaların Lozan’da elimizden çıktığını söylemesi, Lozan’ı zafer değil, hezimet olarak nitelemesi, batının bize Sevr’i gösterip, Lozan’a razı ettiğini vurgulaması, Lozan’ın, Montrö’nün güncellenmesi, gözden geçirilmesi gerektiğini ifade etmesi büyük yanlıştır. 

Neden mi? Şundan. 

Birincisi, bu talep, hem de ülkeyi yönetenlerden gelirse, buna en fazla Türkiye’nin hasımları sevinirler. Çünkü bu bir fikir jimnastiği, akademik bir tartışma olarak görülmez, iç cephede, hem de iktidar tarafından açılmış büyük bir yarık olarak görülür. Lozan ve Montrö’nün değiştirilmesini, esnetilmesini en çok isteyen ABD’dir. 

İkincisi, bir uluslararası antlaşmayı tartışmaya açmak çok tehlikelidir. Hangi maddelerden, niçin memnun olmadığınızı, açıkça ortaya koymanız, antlaşmanın altında imzası olan ülkeleri, taraf devletleri, hepsini birden, kendi gerekçenize ikna etmeniz gerekir. Bunun için sadece sizin çok kuvvetli, çok güçlü, çok haklı olmanız yetmez. Diğer ülkelerin de sizin gücünüze, kuvvetinize, haklılığınıza inanması gerekir. Bu da yetmez. Bölge ve dünya dengelerinin de uygun olması şarttır. Çünkü uluslararası antlaşmalar, sadece o akde taraf olan ülkeleri bağlarlar. Ama aynı zamanda üçüncü tarafların da yakından ilgi alanına girerler. Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi Lozan, böyle bir antlaşmadır. Üzerine titrememiz gerekir. 

Üçüncüsü, Lozan’a çullananlar, öncelikle adaların kaybını gündeme getirirler. Cahilcedir. Çünkü 12 Ada ve Ege Adalarını, Cumhuriyet değil, Osmanlı kaybetmiştir. 12 Ada’yı İtalya, 1912’de işgal etmiştir. Ege Adaları, Balkan Savaşlarında Yunanistan tarafından işgal edilmiştir. O nedenle, Lozan’da Ankara Hükümeti’nin bu adaları geri almak için çok güçlü kozları yoktur. 

Neden mi yoktur? Şundan. 

Birincisi, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nden sonra, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı tarafından, 28 Ocak 1920 tarihinde kabul edilen Misak-ı Milli Beyannamesi’nde (diğer adıAhd-ı Milli), Musul vardır, Kerkük vardır. Adalar yoktur.

İkincisi, Misak-ı Milli’yi kabul edenlerin, adaları Misak-ı Milli’ye dahil etmemesinin nedeni; Misak-ı Milli’nin, Birinci Dünya Savaşı’nın silahlı evresinin ateşkesle bittiği tarihte, Osmanlı Orduları’nın bulunduğu yerleri içermesi, vatan kabul etmesidir. Ateşkes imzalandığında, 12 Ada İtalyan, Ege Adaları Yunan işgalindedir. Misak-ı Milli’ye dahil edilmemişlerdir.     

Üçüncüsü, Balkan Harbi sonrası, 14 Kasım 1913’te Osmanlı Devleti ile Yunanistan Krallığı arasında imzalanan Atina Antlaşması ile zaten Babıâli, Ege Adaları’nı gözden çıkarmıştır. Atina Antlaşması, Ege Adaları’nın geleceğine dönemin büyük güçlerinin karar vermesini hükme bağlamıştır. Dahası, o tarihte Osmanlı Devleti’nin Ege Adaları için değil büyük devletlerle, Yunanistan’la bile mücadele edecek takati yoktur. Yeni bir savaşı göze alacak durumda değildir. Anımsatmak gerekir; Osmanlı Devleti, eski başkenti Edirne’nin Balkan Harbi’nde işgal edilmesini önleyememiştir. Bu durumdaki bir devletin, hele de deniz gücü çok zayıf olan bir devletin, büyük devletlere kafa tutması, Ege Adaları’nı geri almaya çalışması mümkün değildir. Nitekim büyük devletler, beklendiği üzere Ege Adaları’nı, adalarda askeri bulunan Yunanistan’a verdiklerini, 14 Şubat 1914 tarihinde Osmanlı Devleti’ne verdikleri nota ile açıklamışlardır. Atina Antlaşması İmroz Adası (yani Gökçeada), Bozcaada ve Meis Adası’nı ise Osmanlı Devleti’ne bırakmıştır. Birkaç ay sonra, 28 Temmuz 1914’te başlayacak Harbi Umumi öncesinde, Osmanlı Devleti’nin, elden çıkan adaları için savaşmasını beklemek hayalciliktir. Misak-ı Milli ilan edildiğinde, adalar elden çıkalı 4.5 yıl olmuştur.  

Dördüncüsü, Lozan müzakerelerinde kaybedilen ada Meis Adası’dır. Yunanistan’a bırakılmıştır. İsmet Paşa bu nedenle çok sert eleştirilmiştir. Kendisini savunurken, “ağır bir fedakârlıkta bulunduğunu” belirtmiştir. Müzakerelerin Meis Adası yüzünden tıkanmasını engellemek istediğini söylemiştir. Lozan’da en hassas, en kıskanç, en ödünsüz olduğumuz konu kapitülasyonların kaldırılmasıdır,Türk Heyeti buna odaklanmıştır. 

Beşincisi, askeri açıdan, kuvvet dengeleri açısından, diplomatik iklim olarak ve iktisadi güç itibariyle Lozan müzakerelerinde Musul, Kerkük, adalar, Selanik için ısrarcı olmak çok zordur. Askeri bağlamda hangi imkân ve kabiliyetle, diplomatik anlamda hangi ittifak ilişkileriyle, iktisadi düzlemde hangi kaynaklarla ısrarcı olacağımızın yanıtı yoktur. 

Sonuç olarak her antlaşma; kendi döneminin koşullarının, kuvvet dengelerinin, nesnel şartlarının, ittifaklarının ürünüdür. Başarısının ölçütü de, gerçekçiliğidir, kalıcılığıdır, geçerliliğidir. O dönemden bugüne kalan tek antlaşmanın Lozan olması da bu başarının kanıtıdır.