Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

23 Nisan ve önemi

23 Nisan 1920 Kurtuluş Savaşı’nın belki de en önemli dönüm noktasıdır. Bu tarihte İstanbul’da 18 Mart 1920’de kapanan meclis Ankara’da yeniden açılmış ve bu sayede Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da başlattığı Milli Mücadele bir devlet statüsü kazanmıştır. Bunun yanı sıra 23 Nisan ile birlikte ülkede gerçek otoritenin kim olduğuna yönelik tartışma sona ermiş ve psikolojik üstünlük katî surette Mustafa Kemal Paşa ve taraftarlarının tarafına geçmiştir.

23 Nisan’da Ankara’da meclisin açılmasına giden süreç, padişah taraftarı Damat Ferit Paşa hükümetinin 30 Eylül 1919’da düşmesi ve Milli Mücadele taraftarı Ali Rıza Paşa hükümetinin 2 Ekim’de kurulmasıyla başlamıştır. Ali Rıza Paşa ve takipçileri Mustafa Kemal Paşa’yı Kuvayı Milliye’nin komutanı olarak kabul ediyorlardı ve pek çok konuda Mustafa Kemal Paşa ile hemfikirdiler. Onlar da Sevr Antlaşması gibi ağır ve adaletsiz bir dayatmaya karşı çıkıyorlardı ve Misak-ı Milli’yi savunuyorlardı. Mustafa Kemal Paşa’dan ayrıldıkları nokta ise yöntemdi. Ali Rıza Paşa ve İstanbul’daki diğer milliyetçiler mevcut sorunların diyalog ve diplomasi ile çözülebileceği kanaatindeydiler. Pasif direnişle eninde sonunda İtilaf güçlerinin ikna olacağını ve işgallere son vereceklerini düşünmektelerdi. Mustafa Kemal Paşa ise ikna yoluyla işgalcilerin memleketi terk etmeyeceklerini 1919 baharında anlamış ve silahlı bir mücadele başlatmak için 19 Mayıs tarihinde Anadolu’ya geçmişti. Ancak 19 Mayıs 1919’dan İngilizlerin İstanbul’u işgal ettiği 16 Mart 1920 tarihine kadar olan süreçte İstanbul’daki çok az kişiyi kendi hareketine katılmaya ikna edebilmişti. 

Ali Rıza Paşa hükümetinin kurulmasıyla birlikte İstanbul’daki karamsar hava dağılmaya başlamış ve pek çok kişi geleceğe umutla bakmaya başlamıştı. Polis, evlerine Yunanistan bayrağı asan Rumların evlerindeki bayrakları indirmeye ve işgal karşıtı protestolara müdahale etmeme başlamıştı. Meclis, 29 Aralık’ta Damat Ferit Paşa hükümetinin Mustafa Kemal Paşa’yı ordudan uzaklaştırma kararını geri alarak madalyalarını iade etmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın kendi arzusuyla ordudan ayrıldığını beyan etmişti. 12 Ocak günü de meclis Yunanlıların İzmir’i işgalini resmen kınayacaktı. Bu olumlu gelişmeler her ne kadar Türk milliyetçilerini cesaretlendiriyor olsa da gerçekte İtilaf güçleri ile İstanbul hükümeti arasındaki ilişkileri geren ve Ali Rıza Paşa hükümetinin umduğunun aksine işgalcilerle anlaşmaya varma ihtimalini dinamitleyen olaylardı. Meclisin 28 Ocak’ta Misak-ı Milli’yi gizli bir oturumda kabul etmesi ve 17 Şubat’ta bunu deklere etmesi bardağı taşıran son damla olacaktı. Bu gelişme ile İngilizler İstanbul’u işgal etme kararını aldılar ve bu tarihten itibaren işgalin planını hazırlamaya başladılar. 

İşgal 15 Mart’ı 16 Mart’a bağlayan gece başladı. İngilizler çeşitli binaları ele geçirip Türk milliyetçilerini tutuklamaya başladılar. Bazı yerlerde çatışma çıktı ve toplamda 5 Türk askeri şehit edildi. İngilizlere husumet besleyen İtalyanlar 11 Mart günü işgalin gerçekleşeceğini Türklere bildirmişti. İtalyanların sağladığı istihbarattan sonra tutuklanacağını düşünen ve Atatürk’ün hareketine sempati besleyen pek çok milliyetçi şehri terk ederek Anadolu’ya doğru yola çıktı. Bazıları da işgal başladıktan sonra Anadolu’ya kaçmanın planlarını yaptı ve pek çoğu kaçmayı başardı. Ancak Rauf Orbay gibi bazıları da kaçmayı reddederek İngilizlere teslim oldu ve Malta’ya sürgüne gönderildi (16 Mart’ta yakalanıp Malta’ya gönderilenlerin sayısı 18’di). 18 Mart günü Meclis son kez toplanarak İngiliz işgalini protesto etti ve meclis oy birliğiyle süresiz tatil edildi. 11 Nisan günü de padişah tarafından resmen feshedildi. 

İngilizler İstanbul’u işgal etmekle tam olarak Mustafa Kemal Paşa’nın arzu ettiği hamleyi yapmışlardı. İşgalle birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın öngörüleri gerçekleşmiş oluyordu ve zaten artık İstanbul’da bağımsızlık mücadelesinin yürütüleceği bir platform kalmadığı için kimsenin ikna edilmesine de gerek kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı hareket artık bağımsızlık mücadelesi için tek alternatifti.  

Atatürk meclisin kapanmasından bir gün sonra yani 19 Mart’ta Anadolu’da yeni bir meclis açılması için çağrıda bulundu. Birkaç gün sonra da Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılacağını ilan etti. Bu meclise İstanbul meclisindeki tüm milletvekilleri davet edildi ve bunun yanı sıra her sancaktan beş temsilci seçilecekti. Atatürk çağrısında millet vekillerini vurguluyor olsa da aslen kast ettiği şey milli mücadelede rol üstlenecek herkesin Anadolu’ya geçmesiydi ve Atatürk öncelikli olarak İsmet Paşa ve Fevzi Paşa gibi yetenekli kurmay subayların da bir an önce direnişe katılmasını arzu ediyordu. Bu amaçla 14 Nisan’da İstanbul’da bulunan subayların milli mücadeleye katılmasına yönelik ayrı bir çağrıda bulundu. 

Meclis hedeflendiği gibi 23 Nisan tarihinde Ankara’da açıldı ve 24 Nisan’da da Mustafa Kemal Atatürk meclis başkanı olarak seçildi. Meclisin açılmasıyla birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919 tarihinden itibaren kurmakta olduğu organizasyon artık bir devlet statüsüne erişmiş oluyordu. Devlet haline gelebilmek veya devletin doğrudan desteğini alabilmek Mustafa Kemal Paşa’nın en baştan itibaren birincil hedefiydi. Nitekim Milli Mücadele’nin etkin bir şekilde yönetilebilmesi için Anadolu hareketinin meşru bir zemine oturması ve bir devletin sahip olduğu yetkilere sahip olması şarttı.

Devletleşebilmek öncelikle iç meseleler açısından çok kritikti. Bir devlet haline gelinmeden asker toplamak ve vergi toplamak gibi hayati eylemler gerçekleştirilemezdi. 23 Nisan tarihine kadar olan süreçte para bulmak, silah bulmak, adam bulmak gibi işler sadece gönüllülerin yardımlarıyla gerçekleştirilmişti. 23 Nisan’dan kısa bir süre sonra ise sonra zorunlu askerlik geri getirilerek (zorunlu askerlik Birinci Dünya Savaşı sona ermeden kaldırılmıştı) düzenli orduya geçiş süreci başladı. Bu açıdan Kurtuluş Savaşı’nın gerçek başlangıç tarihi olarak 23 Nisan 1920’yi göstermek ve 23 Nisan’a kadar olan süreci hazırlık dönemi olarak tanımlamak hiç de yanlış olmaz.

İkinci olarak devletleşebilmek dış meseleler açısından çok kritikti. Kurtuluş Savaşı dışarıdan yardım alınmadan kazanılamazdı. Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktığında elde ne doğru düzgün silah vardı, ne de para vardı. Acilen para ve silah bulunması gerekiyordu. Bu kaynaklar dışarıdaydı. Atatürk bir devlet önderi sıfatı kazanmadan önce diğer devletlerle resmi bir boyutta irtibat kurabilecek bir pozisyonda değildi. Meclisin açılmasıyla birlikte ise bu pozisyona sahip oldu ve hiç vakit kaybetmeden Rusya ile ilk teması gerçekleştirdi. 25 Nisan Pazar günü Rusya’ya işbirliği telgrafını çekti ve bu tarihten itibaren Rusya’nın bize altın ve silah gönderme süreci başladı. Rus silahı ve altını bu tarihten oldukça uzun bir süre sonra elimize ulaşacak olsa da Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında oldukça hayati bir rol oynayacaktı.

Üçüncü olarak ülkede kimin otorite olduğuna dair tartışma neredeyse tamamen sona erdi. Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcından itibaren mücadeleyi baltalamaya çalışan iç mihraklar olmuştu. Başta padişah ve taraftarları olmak üzere milli mücadele karşıtları en başından itibaren Mustafa Kemal Paşa’yı ve Anadolu hareketini marjinalize etmeye çalıştılar ve silahlı isyanlar çıkardılar. İngilizlerin İstanbul’u işgaline kadar padişah ve diğer milli mücadele karşıtlarının propagandası büyük ölçüde başarıya ulaşmış ve geniş kitlelerin Mustafa Kemal Paşa’nın hareketine katılmasına mani olmuşlardı. 23 Nisan tarihinden itibaren ise psikolojik üstünlük Ankara’ya geçti ve çoğunlukla Mustafa Kemal Paşa ve taraftarları marjinalize edilen değil, marjinalize eden taraf oldular. Örneğin İstanbul’daki şeyhülislam 11 Nisan’da Atatürk ve takipçilerini kafir olarak ilan etti ve birkaç gün sonra da katillerinin vacip olduğuna yönelik fetva verdi. Ankara’da meclisin açılmasından birkaç gün sonra da Ankara’daki müftü padişahın kafirlerin esiri olduğunu ve Milli Mücadele’nin amacının padişahı ve tüm Müslümanları bu esaretten kurtarmak olduğunu belirterek İstanbul’dan gelen beyanatların dikkate alınmamasına yönelik fetva verdi. Padişahın ve takipçilerinin beyanatları çok az kişi tarafından dikkate alınırken Atatürk ve takipçilerinin beyanatları çok daha geniş bir kitle tarafından alıcı buldu. Fetvaların yanı sıra padişah hala Ankara karşıtı isyan çıkartabilecek konumda olsa da artık sayı üstünlüğü Ankara’da olduğu için bu isyanlar kolaylıkla bastırıldı. 23 Nisan’dan sonra padişahın elinde kalan sınırlı güç Sevr Antlaşması’nın Ağustos 1920’de imzalanmasıyla tamamen eriyip gitti ve bu tarihten itibaren Ankara ülkedeki yegane otorite haline geldi.