Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Büyük Petro’nun vasiyeti

Avrupa’nın bilinçaltında tarihsel bir Rus korkusu mevcuttur. Rusya’nın eninde sonunda Avrupa’yı istila etmeye çalışacağı varsayımına dayalı bu korku, 18. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış, 20. yüzyılda zirveye ulaşmış ve 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla azalma göstermiştir.

Bu korku Büyük Petro’nun Vasiyeti adlı bir belge ile somutlaşmıştır. Asıl adı Rusya’ya Genel Bakış (Aperçu sur la Russie) olan ve Polonyalı General Michal Sokolnicki tarafından 1797 yılında Fransız hükümetine sunulan bu belge, Büyük Petro’nun Rusya’nın batıya doğru yayılmasını vasiyet ettiğini ve vasiyetinin Rus dış politikasının merkezine yerleştiğini iddia etmektedir. 

Büyük Petro’nun Vasiyeti, Napoléon’un 1812’deki Rusya seferinin bahanelerinden biri ve savaş propagandasının temel kaynağı olacaktı. Daha sonra belgenin sahte olduğu ve Büyük Petro’nun hiçbir zaman böyle bir vasiyette veya tavsiyede bulunmadığı anlaşılsa da Büyük Petro’nun Vasiyeti hiçbir zaman popülerliğini yitirmeyecek, tam tersine diğer Avrupa ülkelerini de etkileyerek Avrupa’nın genel olarak Rusya’ya olan bakış açısını ve politikasını şekillendirecekti. 

Rusya korkusu, 1904 yılında Trans-Sibirya Demiryolu Hattı’nın tamamlanmasıyla daha önce görülmemiş boyutta güç kazandı. O tarihe kadar Rusya büyüklüğüyle korkulan bir güç olsa da altyapı eksikliklerinden dolayı büyüklüğünün çok azını savaş alanlarına yansıtabileceği düşünülmekteydi. Ancak demiryolu ağları sayesinde kaynaklarını çok daha efektif bir şekilde kullanabilen bir Rusya, pek çok kişi tarafından dünyaya hakim olabilecek bir güç olarak değerlendirilmeye başlanacaktı. İngiliz jeopolitikçi Halford Mackinder, Trans-Sibirya Demiryolu Hattı’nın tamamlanmasından kısa bir süre önce yayınladığı Tarihin Coğrafi Ekseni (Geographical Pivot of History) adlı makalesinde altyapı sorunlarını çözmüş bir Rusya’nın 20. yüzyılın Moğol İmparatorluğu’na dönüşeceğini ve tüm dünyayı kontrolü altına alacağını iddia etti. Jeopolitik bilimi açısından bir milat sayılan bu makale, pek çok ülkenin Rusya’ya yönelik politikasına yön verecekti. 

Ancak tarih Mackinder ve aynı fikriyatta olan kişilerin yanıldığını gösterdi. Her ne kadar Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin eriştiği güç Mackinder’ı kısmen haklı çıkarsa da tarih modern dünyada Moğol İmparatorluğu’nun yeri olmadığını ortaya koydu. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla korkunun yerini küçümseme aldı.

Ukrayna, savaşın en başından beri Avrupa’nın bilinçaltındaki Rus korkusuna oynadı ve Ukrayna’nın düşmesi halinde sıranın Avrupa’ya geleceğini vurguladı. Bu retorik tuhaf bir şekilde bizzat Putin tarafından da desteklendi. Putin kendini Büyük Petro ile kıyaslayarak Ukrayna’ya açtığı savaşın, Petro’nun İsveç’e karşı verdiği savaşın benzeri olduğunu belirtti. Daha sonra da 400 yıllık eski bir haritayı kaynak göstererek Ukrayna diye bir yerin var olmadığını ve aslen kendilerine ait bir toprağı geri almaya çalıştıklarını iddia etti. Putin’in tarihe dayalı söylemleri ve Petro’nun adını zikretmesi akla kaçınılmaz olarak Büyük Petro’nun Vasiyeti’ni ve emperyalizmi getirmekte. 

Batı dünyası bu yaklaşımları çok da ciddiye almış gibi görünmüyor. Bu retorik Avrupa’da çok sayıda destekçi bulsa da mevcut etkiyi Rus korkusundan ziyade “Rus karşıtlığı” olarak tanımlamak biraz daha makul gibi. Keza Avrupa’da çoğunluk şu an Rusya’nın NATO’ya saldırmasının intiharla eş değer olduğunu düşünmekte. Yani Rusya’nın 2022’de uğradığı hezimetin Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte oluşan küçümsemeyi perçinlediğini söylemek yanlış olmaz.  

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Büyük Petro’nun Vasiyeti yaklaşımının destekçilerinden biri. Macron, 26 Şubat’ta yaptığı açıklamada Avrupa’nın geleceğinin bu savaşın sonucuna bağlı olduğunu belirterek bu retoriği tekrardan alevlendirmeye çalıştı. Macron, NATO’nun Ukrayna’yı gerektiği kadar desteklememesi durumunda Ukrayna’nın savaşı kaybedeceğini ve bunun sonucunda da ilerleyen yıllarda Rusya’nın NATO ülkelerini hedef alacağını iddia ederek bunun önüne geçmek için gerekirse Ukrayna’ya asker göndermekten çekinmeyeceklerini beyan etti.

Macron’un çağrısı Avrupa genelinde karşılık bulmadı ve aldığı tepki Batı’nın Rusya’ya ve Rusya-Ukrayna Savaşı’na olan bakış açısını ortaya koyar nitelikte. Macron’un beyanatının hemen ardından, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz da dahil olmak üzere pek çok NATO ülkesi lideri, Macron’la fikir birliği içinde olmadıklarını ve Ukrayna’ya asker göndermelerinin söz konusu olmadığını ifade ettiler. Bunun yanı sıra  Scholz, Alman/İsveç ortak yapımı uzun menzilli Taurus seyir füzelerinin Ukrayna’ya gönderilmeyeceğini de ekleyerek bir tartışmaya daha nokta koydu.

NATO ülkelerinin Ukrayna’ya gönderdiği yardımın boyutu, bizlere savaşı ne kadar ciddiye aldıklarına dair bir veri sunmakta. İnsani yardımlar dahil olmak üzere Amerika gayrı safi milli hasılasının 0.3’ünü (ABD askeri yardımları şu an durdurmuş durumda), Avrupa Birliği de 0.4’ünü Ukrayna’ya giden yardımlara ayırmakta. Rusya’nın savaşa ayırdığı bütçe garı safi milli hasılasının %6 ila %10’una denk ve Çin, Kuzey Kore ve İran’dan da silah ve mühimmat temin ediyor. Kuzey Kore ve İran, Avrupa ve ABD ekonomilerine nazaran oldukça küçük ekonomilere sahip olsa da ekonomileriyle doğru orantılı olmayan büyüklükte silah sanayine sahip oldukları için kapasiteleri kesinlikle hafife alınmamalı.

Ukrayna’yı destekleyen ülkeler toplamda Rus ekonomisinden yirmi ila yirmi beş kat büyük bir ekonomiye sahip. Buna karşın Ukrayna’nın elindeki silah ve mühimmat sayısı Rusya’ya oranla çok daha az ve yakın zamanda da kayda değer bir değişiklik olacak gibi görünmüyor. Nitekim Zelensky kısa süre önce Avrupa’nın vaat ettiği 1 milyon top mermisinin henüz sadece yüzde otuzunun ellerine geçtiğinden yakındı. Yapılan yardımlar olmadan Ukrayna’nın Rusya’ya direnme şansı imkansıza yakın.

Gönderilen yardımların gereken seviyenin bir hayli altında kalması her ne kadar Avrupa’nın savaş sanayisinin altyapı eksikliklerinden de kaynaklanıyor olsa da Avrupa’nın bu savaşın parçası olmaya ne kadar istekli olduğunu da ortaya koymakta.

Başka bir değişle Büyük Petro’nun Vasiyeti’nin günümüz Avrupası’nda pek bir geçerliliği kalmamış gibi ve Rusya bu savaşı Batı dünyasına oranla çok daha ciddiye alıyor.