İngilizlerin Çanakkale Boğazı’na saldırma kararı ve Fransızları da bu doğrultuda ikna etmelerinin altında biri savaşın gereklilikleri, diğeri de Osmanlı ordusunu haddinden fazla küçümsemeleri olmak üzere iki sebep yatmaktadır.
Aslen İngilizler, Osmanlıların Birinci Dünya Savaşı’na girdiği tarihten itibaren Osmanlı kıyılarını hedef almayı ve stratejik bir noktaya çıkarma yapmayı düşünmüşlerdi. Hedef olarak Osmanlıların en güçlü olduğu nokta olan Çanakkale’nin seçilmesinin sebebi ise Rusya’ydı.
22 Aralık 1914’te başlayan Sarıkamış Harekâtı’nın ilk günlerinde Rus savunması çökmüş ve Osmanlılar beklenmedik başarılar kazanmıştı. Hava şartlarının değişmesiyle harekât bir felakete dönüşecek olsa da operasyonun ilk haftasında Osmanlı ilerleyişi durdurulabileceğe benzemiyordu. Ruslar zaten savaşın ilk ayında (Ağustos 1914) Almanlara karşı son derece ağır bir yenilgi almışlardı. Ruslar, Türkler karşısında benzer bir yenilginin alınması halinde savaşa devam edemeyeceklerini beyan ederek müttefiklerinden acil yardım istediler.
Bu son derece gerçekçi bir değerlendirmeydi. Sarıkamış Harekâtı’nın başarıya ulaşması halinde 1917’de gerçekleşen Rus devriminin çok daha erken bir tarihte gerçekleşeceği neredeyse kesin gibidir. Bunun önüne geçilmesinin yegane yolunun daha vakit varken Rusya’nın savaştan çekilmesi olduğu barizdi. Bu gerçeği net bir şekilde gören İngiltere ve Fransa, Rusya’yı savaşta tutmak için ellerinden geleni yapacaklardı. Keza Almanları Batı Cephesi’nde güç bela zapt etmektelerdi ve Rusların Alman ordusunun hatırı sayılır bir kısmını Doğu Cephesi’nde oyalamaması halinde bir başarı şansı görmüyorlardı. Bundan dolayı Rus taleplerini görmezden gelemezlerdi.
Sarıkamış Harekâtı 1914’ün son günlerinde Türkler için bir felakete dönüşmüş ve Ocak ortasında felaketin boyutunu tüm dünya öğrenmişti. Ancak Osmanlı cephesinde Rusya’nın tartışmasız bir üstünlük kazanması İngiliz ve Fransızların tutumunda herhangi bir değişikliğe yol açmayacak ve Çanakkale operasyonunu planlamaya devam edeceklerdi. Nitekim Osmanlı tehlikesi geçmiş olsa bile Alman tehlikesi hala gerçekti ve bu da Rusya’nın Almanlarla kendi başlarına barış yapma ihtimalini diri tutmaktaydı. Ruslar, Almanlara karşı tamamen çaresizlerdi ve Şubat ayında alacakları ağır yenilgi bu gerçeği bir kez daha pekiştirecekti. Mühimmat başta olmak üzere İngiliz ve Fransız yardımı olmadan Rusya’nın savaşa etkili bir şekilde devam edebilme ihtimali görünmüyordu.
Ruslar da bu savaştaki stratejik önemlerinin farkındalardı ve bunu sonuna kadar sömüreceklerdi. Savaşın başında İngilizlerden İstanbul’un kendilerine verileceğinin sözünü almışlardı. 5 Mart’ta da (Çanakkale operasyonu başladıktan sonra) Petersburg’daki Fransız sefirine İstanbul ve boğazların Rusya’ya bırakılmasının resmen kabul edilmemesi halinde savaştan çekileceklerini net bir şekilde ima edeceklerdi. İngilizlerle Fransızlar bu talepleri reddedecek konumda değillerdi ve Rusların şartlarını 10 Nisan’da imzalanan Boğazlar Antlaşması’yla kabul edeceklerdi. Boğazlar Antlaşması, bir sene sonra imzalanan ve Osmanlı topraklarının İtilaf güçleri arasında nasıl paylaşılacağını öngören Sykes-Picot Antlaşması’na eklenecekti.
Boğazlar Antlaşması ve ardından imzalanan Sykes-Picot Antlaşması İngiliz dış politikasının tamamen farklı bir rotaya girdiğinin somut delilleri niteliğindedir. İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’na kadar Rusya’nın İstanbul’u ve boğazları ele geçirmesini kendi çıkarlarına son derece ciddi bir tehdit olarak değerlendirmiş ve 19. yüzyıl başından savaşın patlak verdiği güne kadar Rusya’yı kararlılıkla İstanbul’dan ve boğazlardan uzak tutmuştu. Ancak Almanya’nın varlığı şartları kökten değiştirmiş ve Rusya’nın sıcak denizlere inmesi Almanya’nın oluşturduğu tehdidin yanında oldukça önemsiz bir hadise haline gelmişti. O kadar ki İngilizler sadece yıllar boyu mani oldukları Rus emperyalist emellerine yeşil ışık yakmakla kalmıyor, İstanbul’u ve boğazları bizzat kendileri ele geçirip Rusya’ya hediye etmeyi kabul ediyorlardı.
İngilizlere boğaza saldırma kararı aldıran diğer öğe olan Türkleri küçümsemeleri ise Osmanlıların uzun zamandan beri yaşadığı talihsizliklerden kaynaklanmaktaydı.
Osmanlılar Balkan Savaşı’nda küçük düşürücü bir yenilgi almışlardı ve yenilginin sebepleri arasında Türk askerinin moralinin ardı ardına çökmesi ve çeşitli sebeplerden ötürü savaşamaması yer almaktaydı. Balkan Savaşı ile birlikte Osmanlı ordusunun yetersiz, askerinin de korkak olduğuna yönelik genel bir kanı ortaya çıkacaktı.
Osmanlıların Birinci Dünya Savaşı’na katılmasıyla birlikte İngilizlerin de gözlemlediği deneyimler bunu doğrular nitelikteydi. 1914 Aralığında Doris adında bir İngiliz kruvazörü demiryolu tesislerini ve hattını vurmak amacıyla İskenderun’a gelerek körfeze demirlemiş ve geminin kaptanı, hiçbir reaksiyonla karşılaşmaması üzerine kasabanın yöneticisine haber göndererek hedeflerin bizzat Türkler tarafından havaya uçurulması ve bölgedeki İngiliz vatandaşlarının kendilerine teslim edilmesi halinde bombardımandan vazgeçeceğini belirtmişti. Kasabadaki Amerikan konsolosunun arabuluculuğuyla gerçekleşen görüşmeler sonucunda hangardaki iki lokomotifin havaya uçurulması kabul edilmiş ama bölgedeki İngiliz vatandaşlarının teslim edilmesi reddedilmişti.
Bu uzlaşı Londra tarafından korkaklık olarak nitelendirilmişti. O tarihten itibaren Osmanlıların İskenderun’da olduğu gibi diğer noktalarda da İngilizlerin denizden gerçekleştirecekleri saldırılara direniş göstermeden boyun eğeceklerine dair bir genel kanaat oluşmuştu. Bunun yanı sıra İskenderun olayından sonra yapılan keşif harekâtında Osmanlı sahillerinin büyük çoğunluğunun İskenderun gibi tamamen savunmasız olduğu ortaya çıkmıştı. İngilizler bu doğrultuda Çanakkale’deki savunmanın da zayıf olduğuna kanaat getirmişlerdi.
Türklerin morali hakkında oluşan kanaatin yanı sıra 3 Kasım 1914’te Çanakkale Boğazı önündeki bir top bataryasına 16 kilometre kadar uzaktan yapılan yoklama bombardımanı sonucunda tüm bataryanın yok olup beş subay ile altmış erin şehit olması İngilizlerin ellerindeki silahların son derece etkili olduğu sonucuna varmalarına yok açacaktı. Bu olaydan sonra top bataryalarının çevrelerine topraktan setler çekilerek mevziler koruma altına alınmıştı. Gemilerin devasa toplarından atılan mermilerin infilak potansiyeli muazzam olsa da örülen kalın toprak duvarlara kayda değer bir zarar verememektelerdi. Bataryaları nakavt etmenin tek yolu mermilerin toprak duvarları aşıp mevziinin ortasına düşmesi veya sadece namluları görülen toplara tam isabet kaydedilmesiydi. Bu iki ihtimal de oldukça düşüktü. İngilizler ve Fransızlar 19 Şubat’ta operasyona başlayana kadar yenilenmiş Türk topçu mevzilerinin yok edilmesinin ne kadar zor olduğunu anlayamayacaklardı.
İngilizler ve Fransızlar bu varsayımlar doğrultusunda operasyon kararını aldılar. Operasyonun ilk gününde Türk topçu mevzilerinin artık kolayca savaş dışı bırakılamayacağını anlamış olsalar da Türk askerinin moralinin noksanlığı ve Osmanlı ordusunun yetersizliği hakkındaki varsayımları değişmemişti. Bu doğrultuda 18 Mart’ta piyade desteği olmadan boğazın zorlanması kararı alındı. Harekâtın mimarı Winston Churchill, sahil bataryalarının bulunduğu tahkimatlar havaya uçurulamasa bile aynen İskenderun’da olduğu gibi belli bir noktadan sonra Türklerle müzakere edebilmeyi ve teslim olmaya zorlamayı umuyordu.
18 Mart harekâtı bu varsayımların tamamen yanlış olduğunu ortaya koydu. Türk askeri ne korkaktı ne de yeteneksizdi. 18 Mart günü şiddetli bombardımana rağmen tek bir asker bile yerinden kımıldamadığı gibi Türk topçusu usta nişancılığıyla İngiliz ve Fransız gemilerine ağır hasar verdirecek ve doğru noktalara bırakılmış mayınlar üç adet muharebe gemisinin batmasına yol açacaktı. 18 Mart harekâtı Türkler için kesin bir zaferle sonuçlanmıştı.
Balkan Savaşı da dâhil olmak üzere Çanakkale Muharebesi’ne giden süreçte hemen her şeyin Osmanlılar için ters gittiği söylenebilir. Bu gelişmeler İngilizlerle Fransızların olayları yanlış yorumlamasına ve bunun sonucunda da rasyonel olmayan kararlar almasına yol açmıştır. Bu kararlar da onları 18 Mart gibi tarihte eşine nadir rastlanır bir fiyaskoya götürdü. Rusya’nın Almanlar karşısındaki çaresizliği her ne kadar bir girişimi zorunlu kılsa da Çanakkale net bir şekilde ulaşılamaz bir hedefti. Bundan dolayı da bu operasyon gerçekleştirilmemeliydi.
İngilizlerle Fransızlar, Osmanlılara yönelik varsayımlarında yanıldıkları kadar Rusya hakkındaki tahminlerinde haklı çıkmışlardı. Her ne kadar Rusya umulmadık şekilde 1916 sonlarına kadar aktif bir şekilde savaşmış olsa da Almanların karşısında varlık gösterememesi sonucunda halkın morali topyekûn surette çökmüş ve 1917’de devrimden kaçamamıştı. Ekim Devrimi’nde Çanakkale Muharebesi’nin rolü yadsınamazdı.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
22 Kasım 2024 burç yorumları
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi