Osmanlı İmparatorluğu modernleşmeye, yani dönemin çağdaşları olan Batılı güçlerin seviyesine ulaşma çabasına Mustafa Kemal Atatürk’ün başa geçmesinden neredeyse yüz yıl kadar önce başlamıştır. Bu süreçte Atatürk’ü benzersiz kılan şey ise toplumun direniş gösterdiği ve bundan dolayı da kendi yönetiminden önce yapılamayan reformları yapabilme başarısını göstermesidir.
“Sanayileşme” ise bu bağlamda bir istisna konumundadır. Osmanlılar daima büyük ve güçlü bir sanayiyi modern bir devlet olmanın önkoşullarından biri olarak değerlendirmiş ve Osmanlı toplumunun hiçbir kesiminden sanayileşmeye karşı bir direniş gelmemiştir. Buna rağmen çeşitli nedenlerden ötürü Osmanlı devletinde sanayileşme kaplumbağa hızında ilerlemiş ve Atatürk ipleri eline alana kadar kayda değer bir hamle görülmemiştir. Bu açıdan diğer reformlar gibi sanayileşme de Atatürk’ün devrimlerinin bir parçasıdır.
Atatürk ve takipçileri, askerî zafer ve hemen ardından gelen diplomatik zaferle kazanılan bağımsızlığın, mali bağımsızlık olmadan güvence altında olmayacağı yönünde hemfikirdiler. 20. yüzyılda (ve 19. yüzyılda) mali bağımsızlığın kalbinde ise güçlü bir sanayiye sahip olmak yatıyordu. Keza Osmanlı İmparatorluğu teoride bağımsız bir devlet olmasına rağmen Avrupa sanayisine olan bağımlılığı onu pratikte bir yarı-sömürge haline getirmişti. Bu bağımlılık sadece Türkiye’nin sanayileşmesiyle ortadan kaldırılabilirdi. Bu gerçek Atatürk ve takipçileri için saplantı boyutundaydı ve henüz daha Lozan Antlaşması imzalanmadan - yani kapitülasyonlar henüz daha kaldırılmadan – önce düzenlenen İzmir İktisat Kongresi’nde sanayileşmenin yol haritası çizilmiş ve resmen kabul edilmişti.
İktisat Kongresi’nde alınan kararlara göre sanayileşmede öncelik Türkiye’de hammaddesi bulunan, kolayca üretilecek ve ülke içerisinde yeterli pazara sahip ürünlere verilecekti. Bu doğrultuda ilk olarak çimento, tekstil ve şeker fabrikaları kurulacaktı. Kolayca üretilemeyen ve daha spesifik planlama gerektiren ağır sanayi ürünleri ise sonraya bırakılacaktı.
İktisat Kongresi’nde sanayileşmenin özel girişimcilere bırakılmasına karar verildi. Cumhuriyetin ilanından sonra da devlet, kredi ve arazi vermek ve sanayicilere vergi muafiyeti sağlamak gibi destekleyici roller üstlendi ve doğrudan fabrika kurmak gibi girişimlerden kaçındı.
İzlenen strateji doğrultusunda imalat sanayinde gerçekten de gelişmeler görüldü ve halkın savaş sonrası fakirliğinden dolayı sanayileşme hareketi yavaş ilerliyor olsa da Türkiye sanayisi zaman içinde elinden geldiğince iç pazarı beslemeye başladı.
Ancak maalesef bu politika uzun soluklu olamadı. 1929 Buhranı ibreleri tersine çevirdi ve tüm dünyanın ekonomik krize girmesiyle birlikte Türkiye’de de özel sektör yatırımları durdu. Türkiye bu dönemde önemli bir sarsıntı yaşamış olsa da buhrandan krizi fırsata çevirerek çıkacaktı. Dönemin şartları gereği Türkiye ekonomik anlamda içine kapanmak zorundaydı bu da Türk firmalarının ülke dışındaki rekabetten daha az etkilenmesi anlamına geliyordu. Özel sektör yatırımlarının durmasıyla birlikte hemen politika değişimine gidildi ve devlet fabrika kurma vazifesini özel sektörden devraldı. Rekabetin azaldığı bu ortamda Türk mallarına olan rağbet artacak, bu da sanayileşmeye ivme kazandıracaktı.
1933 yılında İtalya’dan ve özellikle Sovyetler Birliğinden alınan yardımlarla Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulamaya konuldu. Plan tamamen ülkenin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik sanayi tesisleri kurmak üzerine kuruluydu ve İzmir İktisat Kongresi’nde olduğu gibi ihracat hedeflenmemişti. Bunun yanı sıra İzmir İktisat Kongresi’nde ertelenen ağır sanayi hamleleri de Beş Yıllık Plan ile hayat bulmuştu. Yatırım öncelikleri tekstil, şeker gibi temel tüketim ürünleri ve kömür, demir-çelik ve kağıt gibi ara mallardı.
1929 sonrasında sanayileşmenin devlet kontrolüne girmesiyle birlikte ithal ikamesi önceki yıllara nazaran kayda değer ölçüde arttı. Birinci Beş Yıllık Plan’ın başarısı üzerine 1938 yılında İkinci Beş Yıllık Plan uygulamaya kondu. Ekonomik krizin etkilerinin azaldığı bu dönemde İkinci Beş Yıllık Plan özel sektöre destekler de içeriyor olsa da 1939 yılında patlak verecek olan İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı belirsizlik nedeniyle özel sektör bu yıllarda da yatırımlardan uzak durma yoluna gitti.
Cumhuriyetin ilanından İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte sanayileşme alanında kritik adımlar atılmış olsa da Türkiye bir ağır sanayi ülkesi olmaktan hala çok uzaktı. Bunun yanı sıra üretilen ürünler kaliteli değildi, çeşitlilik azdı ve firmalar gümrük tarifelerini kendilerine kalkan olarak kullandıklarından fiyatlar dünya genelinin çok üzerindeydi. Ancak özellikle Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras alınan sanayinin cılızlığı, sanayileşme kültürünün neredeyse sıfır olması ve hemen her alanda neredeyse sıfırdan yatırım yapılması gerekliliği göz önünde bulundurulduğunda kaydedilen başarının önemi daha da belirginleşmektedir.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
22 Kasım 2024 burç yorumları
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi