Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,6207
Dolar
Arrow
34,8656
İngiliz Sterlini
Arrow
44,4914
Altın
Arrow
3046,0000
BIST
Arrow
10.059

Cihan Divanı’nın Kararı Sonrası Bölgemiz

İsrail’in Gazze’de yürüttüğü askerî operasyonların bölgesel ölçekte bir çatışmaya evrilip evrilmeyeceği merak konusu olmaya devam ediyor. Bu hengamede—bu arada, bu ifade “kargaşada” anlamında değil “bu esnada” anlamına gelir—Güney Afrika’nın, yüzlerce devletin, yapamadığını değil yapmadığını yaparak, Uluslararası Adalet Divanı’na yaptığı geçici tedbir başvurusu da karara bağlandı. Kararda Filistin cephesi bakımından tek eksiklik, açıkça ateşkes çağrısında bulunulmuyor oluşudur. Yoksa karar metninin maddelerine bakıldığında, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği savunulan savaş suçlarını durdurması için bolca “derhal” içeren ihtiyati tedbir maddelerini zaruri olarak ortaya koyduğu görülecektir.

Bir uluslararası mahkemenin ki, kendisinden “World Court” olarak da söz ediliyor, biz “Cihan Divanı” da diyebiliriz, bir devlete, “Soykırım yapma,” demesi ya da “Ordunun ‘soykırım’ suçunu oluşturan fiilleri gerçekleştirmesini engelle,” demesi, hangi devlet için olursa olsun kolay kaldırılabilir bir leke değildir. Dolayısıyla, İsrail’in ve bu zamana dek onu destekleyen ABD’nin, hele bu ikincisinin liderlik ettiği, sözde “kural-temelli” uluslararası düzende bile hukukî ve ahlakî planda ciddi bir çöküş ile karşı karşıya bulundukları bu kararla tescillenmiş oldu. Bu karardan herkes sevinç duymalıdır.

Hukukun en az işlediği düzey belki de uluslararası düzeydir. Buna rağmen, mahkemelerin ve hukukun nasıl önemli birer mevzi olduklarını, bağımsızlıklarının korunması gerektiğini bir kez daha görmüş de olduk. Meşruiyet her şeye rağmen en önemli hegemonya unsurlarından olmayı sürdürüyor. ABD emperyalizminin organik aydınları meşruiyeti doğrudan önemsemez, fakat birtakım “değerlere” sahip çıktıklarını öne sürmeyi pek severler. Bu karar, bu açıdan da Güney Afrika’nın şahsında aslında tüm bir Küresel Güney’in zaferidir. İsrail’in mevcut yönetiminin mahkemenin zaruri bulduğu ve uluslararası bağlayıcılığı bulunan bu ihtiyati tedbirleri uygulamaya niyeti zaten bulunmamaktadır. Bu yüzden, İsrail artık bu operasyonu sürdürdüğü sürece yalnızca insanlığa karşı değil doğrudan doğruya uluslararası hukuka karşı da suç işlemiş olacaktır. Hamas’ın yok edilmesinden bu operasyonla murat edilen daha uzun vadeli amaçlara varıncaya dek, hangisinin İsrail’in bu ölçüde uluslararası bir nefret nesnesine dönüşmesine değdiği şüphelidir.

Bu tablo giderek İran’ın başını çektiği, kendi tabirleriyle, “mihver-i mukavemet” hattının ABD için kullandıkları “Büyük Şeytan” nitelemesinin dünya kamu kanaati nezdinde de karşılık bulmasına yol açıyor. ABD ve İsrail buradan bir şekilde dönüş yolu bulamaz ya da herhangi bir biçimde bir barış formülünün parçası olamazlarsa, giderek hem bölgeden hem de dünyadan daha sert karşılık görecekler. Batı basınında bu hafta çıkan yorumlar, geride bıraktığımız haftaya dek askerî can kaybı bulunmayan ABD’nin Ürdün’ün Suriye ve Irak ile olan sınırlarına yakın bir yerdeki üssüne yönelik insansız hava aracı saldırıları sonucunda üç askerinin yaşamını yitirdiğini vurguluyorlar. Bu durum, seçim sath-ı mail’ine girmiş bulunan ABD’deki Joe Biden yönetimi için ciddi bir ikilem yaratıyor. Karşılık verecek olurlarsa daha kanlı bir çatışmanın içine çekilmiş olacaklar ki, kimileri İran’ı ve İran destekli örgütleri kilit figürlerini hedef alan saldırılarla esas tahrik edenin perde gerisinde İsrail unsurları olabileceğine işaret ediyorlar.

İsrail açısından, elle gelen düğün bayram. Çatışmanın bölge geneline yayılması, İran ve diğer grupların ve aslında tüm bir dünya kamu kanaatinin İsrail’in Gazze’de yaptıklarına odaklanmasına engel olacak, dahası bu defa ABD’yi ana günah keçisi haline getirecek. Bu nedenle ABD çatışmanın bölge geneline yayılmaması, Gazze’yle sınırlı kalmasına özen gösteriyordu. Fakat, diğer yandan, hiç karşılık verilmemesi de ABD’nin emperyal prestijine gölge düşürür. Netice itibariyle, daha önce defalarca olduğu gibi, yeniden tarafların birbirini sınırlı saldırılarla hedef alacakları fakat toptan savaşı davet etmemeye de özen gösterecekleri bir saldırı, intikam, intikamın intikamı kısır döngüsü, İran’ın yeniden bir anlaşma sürecine dahil edilmediği her durumda sürecek gibi duruyor.

En son, BM bünyesindeki Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) çalışanlarından bazılarının Hamas’ın 7 Ekim saldırılarında rol aldıklarının anlaşılması üzerine, önde gelen kimi Batı ülkeleri bu ajansa sağladıkları fonları askıya aldı. Avrupa’da kuvvetli bir dalga haline gelen ırkçılığa meyyal sağ popülizm için bu durum, zaten hayırhah bakmadıkları göçmenlerle birlikte tüm bir göç, göçmen ve iltica mekanizmasını hedef almaları için iyi bir fırsat olarak ortaya çıktı. İsrail, geçmişte güç bela diplomatik ilişki kurduğu ve bu zamana dek ciddi bir sorun yaşamadığı Mısır ve Ürdün gibi komşularına yönelik son haftalardaki tutumuyla da züccaciye dükkanına girmiş bir fili andırıyor. İsrail Başbakanı Netanyahu en son Katar hakkında da bir rehin ailesini ziyaretinde olumsuz sözler sarf etti. Gelecekte asıl büyük halkasının Suudi Arabistan olması beklenen İbrahim Sözleşmeleri sürecini de bu şekilde tehlikeye sokan İsrail’in, aynı zamanda ABD’yi de zora soktuğu görülüyor. Nitekim Netanyahu’nun sözleri haberlere konu olur olmaz ABD Katar’ın bölge barışı için önemini teslim eden bir açıklama yapma ihtiyacı duydu.

İsrail, Gazze operasyonunun ilk ayında esir takasıyla ilgili gösterdiği esnekliği, süreç yüz günü çoktan geçmiş olmasına rağmen diğer alanlara aksettirmiş değil. Avrupa’da amorf sola koşut sağ yükseliş ile ABD ve İsrail’de anlamlı bir değişim olasılığının bulunmaması durumu kötüleştiriyor. Her alanda kutuplaşma ve irrasyonalite yayılıyor. Avrupa sol, Orta Doğu seküler seçeneksizliğin bedelini ödemeye devam ediyor. Bu uluslararası siyasal iklim, herhangi bir çatışmayı sınırlandırmaktan çok çabucak genişletmeye daha elverişli. Maalesef.