Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

Macron’un tahriki ile Rusya’nın ifşası arasında sıkışan Almanya ve tükenen Ukrayna

Çok değil, beş yıldan az bir zaman önce, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, sade beyaz gömleğiyle Élysée Sarayı’nın, İkinci Savaş sonrası Fransa’da bugün “Beşinci Cumhuriyet” olarak anılan mevcut rejimin kurucusu Charles de Gaulle’ün de çalıştığı meşhur Altın Salonu’na kendisinin koydurduğu siyah, deri kanepe üzerinde ceketsiz ve rahat tavırlarla otururken, başta Atlantik cephesi, tüm dünyada gürültü koparacak bir demeci, meşhur The Economist dergisine veriyordu. Fransızlarda adet olduğu üzere Fransızca verdiği bu demeçte, NATO’nun “beyin ölümünden”, “la mort cérébrale”, söz ediyordu. Elbette The Economist buna “the brain death” diyordu. Bu demeci bağlamından koparanlar, dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın yine NATO için kullandığı “köhnemiş”, “obsolete”, ifadesiyle koşutluk ve devamlılık görmeyi tercih ettiler. Oysa Macron, Trump’la devamlılık kurmak için değil, aksine karşıtlık içinde bunu ifade ediyordu.

İlginçtir; Macron’a bu denli keskin bir deyim kullandıran bağlamın bir aktörü ABD ise, diğeri de Türkiye’ydi. Macron, Türkiye Suriye’nin kuzeyine düzenlediği askerî operasyonlar silsilesine bir yenisini Barış Pınarı Harekâtı ile eklerken, Trump’ın bu harekât bölgesindeki ABD birliklerini ansızın çekerek Türkiye’nin bu operasyonunun önünü açmasına içerliyor ve buradan hareketle üç temel krizin varlığından söz ediyordu. ABD’nin liderlik etme isteksizliğinden kaynaklanan liderlik krizi, Türkiye’nin bölgede ve NATO içerisinde ayrıksı bir tutum içine girdiğini ileri sürerek örneklendirdiği dayanışma krizi ve son olarak Avrupa’nın özellikle askerî alandaki kapasitesinin yetersizliği, Suriye’nin “kristalize ettiği derin sorunlar” idi.

Macron tüm bu sorunları da aşmak adına, NATO’nun “stratejik hedeflerinin neler olduklarının derhal açıklığa kavuşturulması gerektiğini” öne sürüyordu. Macron, tedbir alınmazsa Avrupa’nın “felaketin kıyısında” olduğundan ve NATO’nun meşhur Beşinci Madde’sinin gerektiğinde işletilip işletilemeyeceğinden emin olmadığından da söz ederek son derece kötümser bir tablo çiziyordu. Macron’un bu çıkışı, geçen hafta ele aldığımıza benzer nitelikler arz eden daha yakın dönemdeki diğer Fransız aşırılıkları karşısında olduğu gibi, yine daha sakin ve soğukkanlı tepkilerle karşılandı. Fransızların kendileri ise Macron’u “güç sarhoşu” olmakla suçladılar.

Beş yıl sonra, Macron yine bir demeciyle yeniden gürültü koparmayı başardı. Tüm bir basın Macron’un Ukrayna’ya asker göndermeyi savunduğunu düşündüren haberlerle doldu. Aslında, Macron bu defa bu denli keskin değildi. Söz konusu demeç, bir basın toplantısında kendisine sorulan bir soruya yanıt olarak verilmişti. Geçen hafta, 26 Şubat 2024 Pazartesi günü, Macron liderliği Paris’te herhangi bir resmiyeti bulunmayan bir davette yirminin üzerinde Avrupalı hükümet başkanını ve Batılı diğer birkaç ülkeden ise bakanları ağırladı. Avrupa’nın Ukrayna’ya destek vermede, şu sıralar sıklıkla ileri sürülen ve hatta aslında kolaylıkla gözlemlenebilen “yorgun düşme” hâline karşılık, bizzat Élysée Sarayı tarafından duyurulan “Ne vazgeçmiş ne de yorgun düşmüş durumdayız!” sloganı, bu davetin maksadını da ortaya koyuyordu.

İşte Macron bu toplantının ardından düzenlenen basın toplantısında konuşmuştu. Batı’nın nihai olarak Ukrayna’ya askerî birlik gönderip göndermeyeceği sorulduğunda, Macron bu konuda “bugün bir uzlaşının olmadığını” belirttikten sonra, “mais en dynamique”, “fakat fiiliyatta” diye tercüme edebileceğimiz bir ifadeyle devam ederek, “hiçbir şeyin dışlanmaması gerektiğini”, “rien ne doit être exclu”, belirtiveriyor. Ve ekliyor: “Biz bu savaşı Rusya’nın kazanamaması için gereken her şeyi yapacağız.” Bu meselede Fransa’nın konumunu daha açık biçimde ortaya koyması istendiğinde ise kendince bir “stratejik belirsizlik”, “ambiguïté stratégique que j’assume”, bulunduğunu teslim etmeyi tercih ederek belli ki bir miktar daha şüphe uyandırmak istiyor.

Burada hiç kuşkusuz bir tahrik ya da daha doğru ifadeyle harekete geçirme isteği mevcut. Macron’un bunu kasıtlı yaptığını düşünmek için çok sebep var. Yazının başında aktardığımız öyküde Avrupa liderliğine öykünen ve bunun için çağrıda bulunan bir Macron vardı, aslında bu defa da öyle. Diğer yandan, bilinçli bir muğlaklık yaratarak Rusya’yı endişelendirmek istemiş olabileceğini de düşünebiliriz. Her ne kadar diğer Avrupalı liderler, başta Almanya Şansölyesi Olaf Scholtz, Ukrayna’ya asker gönderilmesinin söz konusu olmadığını açıklamakta gecikmemiş olsalar da, Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin yine de böylesi bir adıma karşılık ellerinde Avrupa ve ABD’yi vurabilecek silahların bulunduğunu ve bunun nükleer bir çatışma tehlikesine neden olacağını belirtmekten geri durmadı.

Tam bu esnada, Batı basınında, Macron ile Scholtz’un birbirlerinden hoşlanmadıkları ve bu ikili arasındaki anlaşmazlığın esasen Ukrayna’ya yönelik Avrupa desteğini tahrip ettiği yazılıp çizilmeye başladı. Macron’un Rusya’da tedirginlik yaratma maksatlı açıklamalarının Scholtz tarafından hemen boşa düşürülmesinden memnun olmadığı, Fransız yetkililere dayandırılarak, aktarılıyor. Bu ikilinin kimyalarının uyuşmadığının “daha ilk günden” görüldüğü ileri sürülüyor. Macron, Scholtz’un “kısa vadenin ötesinde düşünemeyen, cesaretten ve azimden yoksun bir lider” olduğunu düşünürken; Berlin’de ise Macron hakkında yalnızca “gerçekleştirmekten ziyade vaaz etmede daha iyi olduğu büyük vizyonlara sahip monarşik bir figür” izleniminin bulunduğu belirtiliyor. Macron’un, basın toplantısında, Ukrayna’ya yalnızca “miğfer ve uyku tulumu” göndermeyi teklif eden müttefikleri kınaması da Scholtz’un, Ukrayna savaşının patlak vermesinin beklendiği günlerde bu ülkeye silah göndermeyi reddederek beş bin kadar miğfer göndermeyi teklif etmekle yetinmesine bir gönderme olduğu ileri sürülüyor. Macron’un hâlâ bunun üzerinde durmasını anlamak gerçekten zor, zira Almanya o günden bugüne Ukrayna’nın ikinci en büyük askerî bağışçısı konumuna ulaşmış bulunuyor. Kendi sanayisinin aleyhine olacak biçimde, Kuzey Akımı boru hatlarından gelen Rus doğalgazını kullanmayı kesen Almanya’nın yarın daha ileri adımlar atması da beklenebilir. Macron’un Rusya kadar Almanya’yı da tahrik etmeyi hedeflediği muhakkak.

Almanya’yı Ukrayna lehine daha fazla tahrik etmek isteyen Fransa’nın karşısında Rusya da boş durmadı. Alman askerî yetkililerinin WebEx platformu üzerinden yaptıkları bir görüşmenin ses kaydını ele geçiren Rusya, hem bu yetkililerin Taurus seyir füzelerinin Ukrayna’ya verilmesini tartıştıklarını hem de bu yetkililerin ağzından Ukrayna’da İngiliz askerî yetkililerin nasıl bir çalışma tarzına sahip olduklarını açıkladı. Almanya bu ses kaydının gerçek olduğunu inkâr etmedi ve Rusya da bu durumun Ukrayna sahasında İngilizlerin varlığının kabulü ile sahada “kolektif Batı” ile karşı karşıya bulunduklarını gösterdiğini öne sürdü. Scholtz halihazırda Taurus seyir füzelerinin Ukrayna’ya verilmesine karşıydı. Ses kaydının kabulünde Almanya’nın bu tereddüdünün etkisinin olup olmadığını bilmek elbette mümkün değil, fakat Almanya’nın ikinci en büyük bağışçı olması savaşa daha doğrudan katılmak konusundaki isteksizliğini de asla perdelememeli. Macron, Ukrayna’daki Rus hedeflerini mi yoksa Rusya içlerini mi hedef alacağını açıkça belirtmediği “derinlerde vuruşlar ve dolayısıyla orta ve uzun menzilli füze ve bombalar” için bir ittifak oluşturulması gerektiğini de belirtmişti. Almanların bu hususta da ciddi kuşkuları bulunuyor. Rusya’nın sözü edilen ses kaydını ele geçirerek yayımlaması, Almanya’yı sarstığı kadar, Almanya’nın bu isteksizliği hesaba katıldığında elini rahatlatmış da olabilir. Gerçi yine de Almanya’nın Rus doğalgazını kesmesinin yanında, daha önce vermekte yine isteksiz olduğu Leopard 2 tanklarını da sonradan Ukrayna’ya vermeye başladığını anımsamakta yarar var.

Biden yönetiminin Ukrayna’ya destek paketinin ABD Kongresi’nce engellendiği koşullarda, Ukrayna’nın Rusya’ya direnişinin nereye evrileceği ya da daha ne kadar devam edebileceği çok büyük ölçüde Avrupa ülkelerinin Ukrayna’ya desteklerini büyütüp büyütemeyeceklerine bağlı. Biden yönetiminin burada bir biçimde yaz sonuna dek ABD’nin varlığını kuvvetlendirmenin yolunu bulamaması durumunda, Avrupa ülkelerinin ve özellikle Almanya’nın daha fazla yalpalaması beklenebilir. Olası Trump başkanlığında bu yalpalama, Avrupa ülkelerinin birbirleriyle daha az tutarlı kararlar almalarına dönüşebilir. ABD desteğinden yoksun bir Avrupa’nın nükleer bir savaş olasılığını göze alacak düzeyde gözünü karartması çok daha zorlaşacaktır. Bu koşullar altında Rusya’ya daha yakın oldukları için daha tedirgin hisseden Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde, özellikle Slav ortak kültürüne sahip olanlar arasında, etkileri Türkiye’de bile hissedilmeye başlanan Rusya ve Çin yayınlarının nasıl bir etki yaratacağı da merak konusu. Slovakya’da Ukrayna’ya desteğin sonlandırılmasını savunan bir partinin koalisyonla da olsa iktidara geldiği unutulmamalı. Ukrayna Başkanı Volodimir Zelenskiy, Kiev’de Bulgaristan Başbakanı Nikolay Denkov ile birlikte yaptıkları basın toplantısında, Avrupa’nın daha önce taahhüt ettiği ve bahara dek ancak yarısını temin edebileceğini kabul ettiği 1 milyon topçu mermisinin, değil yarısının daha ancak yüzde 30’unun ellerine geçtiğini açıkladı. Gidişat değişmezse, yaz ayları Ukrayna için hayli zorlu geçecek.