Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Arap İsyanı ve Suudlar

Türkiye ile Suudi Arabistan arasında ne zaman bir kriz yaşansa daima Birinci Dünya Savaşı’ndaki Arap İsyanı akıllara gelir. Arapların Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlerle işbirliği yaparak Türkleri arkadan vurdukları hatırlatılır ve Araplar topyekûn hain olarak lanse edilir.

Son krizde sosyal medyada Arap İsyanı öncesinde ve isyan devam ederken ayrılıkçı pek çok Arap’ı idam ettirmiş Cemal Paşa ve isyancıların saldırılarına karşı Medine’yi müdafaa eden Fahreddin (Türkkan) Paşa’ya dair paylaşımlar da ön plana çıkmaya başladı. 

İki toplum arasında husumet çıktığında eski defterlerin açılmasının doğruluğu ve yanlışlığı tartışılır. Ancak Suudlar İstiklal Marşı’mıza ve Atatürk’e hakaret ederek asla aşılmaması gereken bir kırmızı çizgiyi aştılar. Bu hakareti Türklerin damarına basmak için bilerek ve isteyerek yaptılar. Eğer ortada bir kasıt yoksa akıl almaz bir cehalet var demektir ve bu da sonucu değiştirmez. Türkler haklı olarak son derece sinirlendiler ve Araplara hakaretler yağdırmaya başladılar. Sonuç itibarıyla kötülük eden kötülük, kabalık eden kabalık bulur. Bu tarihin değişmez bir gerçeğidir.

Yalnız burada şöyle bir sorun var: Suudlar hiçbir zaman Arap İsyanı’na katılmadı. Cemal Paşa hiçbir Suud’u idam ettirmedi ve Fahreddin Paşa Medine’yi Suudlara karşı müdafaa etmedi.

Arap İsyanı, İngilizlerin desteği ile 1916 yazında Haşimi Aşireti önderi Mekke Şerifi Hüseyin tarafından başlatıldı. İngilizler aslen Arap Yarımadası’ndaki tüm aşiretlerin isyana katılmasını arzu ediyor olsalar da bölgedeki aşiretlerin bazıları birbirleriyle kanlı bıçaklı oldukları için Arapların birlikte hareket etmesi mümkün değildi. Suudlar hem Haşimilerle husumetliydiler hem de Vahhabi inançları gereği Mekke şeriflerinin otoritesini reddediyorlardı. Suudların Osmanlılardan da hazzettiği de söylenemezdi ve tarihlerinde pek çok kez Osmanlılara karşı savaşmışlardı. Ancak isyanın Haşimiler tarafından başlatılmış ve yönetiliyor olması Suudların böyle bir oluşuma dahil olma ihtimalini otomatik olarak ortadan kaldırmaktaydı.

Hüseyin, 1908 yılında padişah tarafından Mekke Şerifi olarak atandı ve Hicaz Vilayeti’ni yönetmeye başladı. Hüseyin, kritik bir pozisyona atanmıştı ve konumu gereği diğer Arap aşiret önderlerine nazaran İngilizlerle kolayca irtibata geçebilecek ve elle tutulur vaatlerde bulunabilecek pozisyondaydı. Hüseyin bu fırsatı kaçırmayarak daha Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce olası bir isyan için İngilizlerden yardım talep etti. İngilizler, Ortadoğu’daki operasyonlarının çıkmaza girdiği 1916 Nisanı’ndaki Kut’ül-Amare yenilgisine kadar Arap yardımını gerekli görmeyeceklerdi. Kut’ül-Amare’den sonra ise alternatif arayan İngilizler Haşimilere para ve silah yardımında bulunarak isyana yeşil ışık yaktılar. 

İsyancıların başta elle tutulur bir stratejisi yoktu ve Osmanlılara nasıl saldıracaklarını bilmiyorlardı. Açılış hamlesi Fahreddin Paşa’nın savunduğu Medine’ye düzenlenen bir saldırıyla yapıldı ancak organize ve kendilerinden daha fazla silaha sahip Osmanlı güçleri düzensiz isyancıları kolayca püskürttüler. Zaman içinde, İngiliz ajanı Thomas Edward Lawrence’ın verdiği tavsiyelerin de etkisiyle Osmanlı ordusunun lojistik hatlarını hedef alan, baskınlara dayalı etkin bir gerilla savaşı yürütmeye başladılar.

İsyancıların savaş boyunca Osmanlı güçlerine kayda değer bir zarar verdikleri söylenemez. Ancak Osmanlı lojistiğini sarsan baskınları İngilizlerin işlerini kolaylaştırdığı için etkileri yıkıcı oldu. Akabe şehrinin ele geçirilmesi gibi istisnalar haricinde savaşa hazır Osmanlı güçlerine doğrudan ve İngilizlerin desteği olmadan yaptıkları saldırılarda ise çoğu zaman başarısız oldular. Medine Kuşatması da Haşimilerin başarısız oldukları noktalardan biriydi. Medine savaş boyunca alınamadı. Fahreddin Paşa savaş sona erdikten sonra da teslim olmayı reddederek savaşa devam etti ve sonunda padişah tarafından ikna edilerek 10 Ocak 1919’da teslim oldu. Medine’nin de ele geçirilmesiyle birlikte Hicaz tamamen Haşimilerin eline geçmiş oluyordu. 

Mekke ve Medine Suudların da hedefiydi. Ancak İngilizlerden çekinen Suudlar savaş boyunca Haşimilere karşı bir hamle yapmadı ve 1918’de Haşimiler, Suudlara saldırmış olmalarına rağmen bu saldırıları sineye çekip cevap vermediler. Medine’de savaşın sona ermesiyle birlikte Suudlar Haşimi-İngiliz ittifakının da sona erdiğini düşünerek Hicaz’a saldırdılar. Haşimiler, Suudları durdurmakta başarısız oldular ve Suudlar sağ ele geçirdikleri Haşimilerin neredeyse tamamını katlettiler. Suudların Hicaz’ı ele geçirmeleri kesin gibi görünürken araya İngilizler girip Suudlara geri çekilmeleri yönünde ültimatom verdiler. Suudların hesapları tutmamıştı. İngilizler hala Haşimileri kollamaktaydı. İngilizlere karşı bir başarı şansı görmeyen Suudlar geri çekilecek ve Hicaz’ın fethini 1924’e kadar erteleyeceklerdi.

Arada geçen sürede Haşimilerin arası önce Fransızlarla, sonra da İngilizlerle bozulacaktı. İngilizler, 1916’da Haşimilere bölgede tek bir büyük Arap devleti kurmayı vaat etmişlerdi. Ancak savaştan sonra verilen sözler tutulmamış, Suriye’de bir Fransız manda yönetimi kurulmuş, Hicaz Krallığı dışındaki eski Osmanlı topraklarında kurulan tüm Arap devletleri de İngiliz mandasında kalmıştı. Bunlara ek olarak İngilizler, Haşimilerin tüm karşı çıkmalarına rağmen Yahudilerin Filistin’e göç etmelerine göz yumacaklardı. Haşimiler bu şartlar altında Versailles Antlaşması’na imza atmayı reddettiler.

İngilizler, Haşimileri bölgedeki manda yönetimlerini kabul etmelerine yönelik ayrı bir antlaşma imzalatmak için 1924’e kadar ikna etmeye çalışmış, Haşimilerin inatla uzlaşmayı reddetmeleri üzerine 1924 ortalarında ilişkileri sonlandırmışlardı. İngilizlerin desteğini çekmesiyle Suudların uzun zamandır bekledikleri fırsat ellerine geçmiş oluyordu ve hiç zaman kaybetmeden Hicaz’a saldıracaklardı. Suudlar ciddi bir sayı üstünlüğüne sahiplerdi ve 1919’da olduğu gibi kolayca Haşimileri yenilgiye uğratmışlardı. Hüseyin 1919’da olduğu gibi İngilizlerden yardım istemiş ancak bu sefer ret yanıtını almıştı. Suudlar 1925 Aralığına kadar Hicaz Haşimi Krallığı’nın tamamını işgal edeceklerdi. Hicaz’ın düşmesiyle Haşimiler ellerindeki tek özgür devleti kaybetmiş oluyorlardı (Ürdün ve Irak Haşimi krallıkları olarak kurulmuş olsa da iki ülke de İngiliz mandasıydı).

Suudlar 1921 yılında Necid Krallığını kurmuşlardı. Hicaz’ı ele geçirdikten sonra devletlerinin adını Necid ve Hicaz Krallığı olarak değiştirdiler. 1932’de de ülkenin adını Suudi Arabistan Krallığı olarak değiştirdiler.

Suudlar tarihleri boyunca Osmanlılarla sayısız kez savaştılar ve bu savaşlardan dolayı hala Türkiye’ye karşı husumet beslemektedirler. Ancak Suudlar, Suudi Arabistan Krallığı’nın kurulma sürecinde Osmanlılarla savaşmadılar, tam tersine Osmanlılara başkaldıran Haşimilerle savaştılar. Yani Suudların Birinci Dünya Savaşı’ndaki Arap İsyanı’nın parçası oldukları iddiası yanılgıdan ibarettir.

Aşağılamaya maruz kaldıktan sonra bilmukabele cevap vermek gayet anlaşılabilir bir durumdur ve geçmişte yaşanan tatsız olayları hatırlatmak sıkça başvurulan bir aşağılama yöntemidir. Ancak bu yola başvurmadan önce tarihe çok iyi hakim olunması gerekir. Yoksa olay Çinliye kızıp çekik gözlü Uygur Türkü’nü dövmek gibi saçma sapan bir noktaya gider. 

Tüm okuyucularıma mutlu ve huzurlu bir 2024 dilerim.