29 Kasım’da 100. yaşında vefat eden, Baskın Oran’ın Amerika’nın gelmiş geçmiş en iyi ama Ahmet Davutoğlu’ndan daha önemsiz bir dışişleri bakanı olarak tanımladığı Henry Kissinger, kimilerine göre dahi, kimilerine göre ise vicdansız bir devlet adamı olarak Soğuk Savaş döneminin en tartışmalı figürlerinden biridir.
Realpolitik’in 20. yüzyıldaki bir numaralı temsilcisi olan Kissinger için milli çıkarlar, adalet ve temel haklardan önce gelmekteydi. Bu bakış açısı her ne kadar Kissinger’ı Amerika’nın çıkarlarını en iyi gözeten dışişleri bakanı haline getirse de aldığı kararlar zaman zaman insan haklarının ve toplumların egemenlik haklarının ihlali ile sonuçlanmış ve kendisini de bir savaş suçlusu haline getirmişti.
Kissinger, 1973 ve 1977 yıllarında Richard Nixon ve Gerald Ford’un başkanlık dönemlerinde dışişleri bakanlığını yaptı. Dışişleri bakanlığından önce Nixon’ın ulusal güvenlik danışmanı olduğu için Nixon’ın başkan olduğu 1969 tarihinden itibaren hâlihazırda Amerika’nın dış işlerinde aktif olarak söz sahibiydi.
Kissinger, Amerikan dış politikasının krize girdiği Vietnam Savaşı yıllarında makamına geldi. Kissinger sadece Vietnam Savaşı sorununu çözmekle kalmayacak, Amerika’nın iflas ettiği kesinleşmiş ve artık ülkenin çıkarlarını gözetemeyen dış politikaları terk ederek Amerikan’ın uluslararası ilişkiler tarihinde yeni bir sayfa açacaktı.
Aslen Almanyalı bir Yahudi olan Henry Kissinger 1923 yılında Bavyera’nın Fürth şehrinde dünyaya geldi. Nazilerin iyice zıvanadan çıktığı 1938 yılında ailesiyle birlikte Amerika’ya kaçtı (Kissinger’ın kaçmayı reddeden anneanne ve dedesi Naziler tarafından öldürülecekti).
Kissinger, ailesinin maddi imkânsızlıkları yüzünden Amerika’da bulduğu her işte çalışmak durumunda kaldı. İkinci Dünya Savaşı hayatını değiştiren dönüm noktası olacaktı. Kissinger, 1943’te gündüz bir fırça fabrikasında çalışıp, akşamları da New York Üniversitesi’nin muhasebe bölümünde okurken askere alındı. Anadili Almanca olduğu için atandığı 84. Tümen’in istihbarat kısmına alınarak Avrupa cephesine gönderildi.
Kissinger, yetenekleriyle savaş esnasında başarılı bir istihbarat uzmanı olarak ön plana çıktı ve savaş sona erdikten sonra Amerikalıların Almanya’da kurduğu bir sorgu tesisinde istihbarat eğitmeni olarak bir yıl kadar ders verdi.
1946 yılında Amerika’ya dönerek Harvard Üniversitesi’nin uluslararası ilişkiler bölümüne girdi. 1950’de lisansını tamamladıktan sonra aynı okulda 1951’de yüksek lisansını ve 1954’te doktorasını verdi. Mezuniyetinden sonra da Harvard’da akademik hayatına devam etti ve okulda idari görevler aldı.
Kissinger, akademik eğitimi boyunca idare tarihi, meşruiyet, nükleer silah ve Amerika’nın nasıl diğer toplumlara öncülük edeceği konuları üzerine yoğunlaştı. Amerika’nın dış politikasında söz sahibi olduğu yıllardaki eylemleri ve kararlarının akademik hayatıyla ne kadar örtüştüğü göz önünde bulundurulacak olursa, Henry Kissinger için başarılarını tarihten çıkardığı dersler üzerine bina etmiştir demek yanlış olmaz.
Kissinger, Nixon’ın danışmanı olduğu 1969 yılına kadar akademisyenliğin yanı sıra dışişleri ile alakalı çeşitli kurumlarda görev aldı ve 1974-1977 yılları arasında başkan yardımcılığı yapacak olan Nelson Rockefeller’ın dış politika danışmanlığını yaptı.
1969’da Nixon’ın danışmanı olmasıyla uzun zamandan beri olgunlaştığı fikirlerini uygulamaya koyma fırsatı bulacaktı. Kissinger’a göre sorun Amerika’nın dış politika tarzındaydı. Ona göre Amerika tarihi boyunca ahlaki değerlere ve ideolojilere gereğinden fazla önem vermiş ve bunun sonucu olarak da gerçek gücünü hiçbir zaman kullanamamıştı. Vietnam Savaşı tezini fazlasıyla doğrulayan örnekti. Amerika, Vietnam’daki siyasal ve ideolojik gelişmeleri fazla ciddiye alıp içinden çıkamadığı bir batağa girmişti. Savaşın sonucu haklılığını ispatlayacaktı. Amerikan devlet adamlarının korktuğunun aksine Vietnam’ın komünistlerin eline geçmesinin Amerika’ya hiçbir zararı olmamıştı. Buna karşın Amerika’nın savaş boyunca yarattığı yıkım ve savaşı kaybetmesi o zamana kadar görülmedik bir prestij kaybına yol açmıştı.
Kissinger, Amerika’nın Güney Vietnam gibi küçük ve yozlaşmış ülkelerle ittifak kurup, bu ülkeleri komünizmden korumak namına Vietnam Savaşı gibi anlamsız maceralara girmek yerine doğrudan büyük ülkelerle olan ilişkilerine odaklanmasını savunuyordu. Amerika küçük ülkelere doğrudan müdahale etmek yerine, bu kategoriye giren ülkelerin siyasetini başka araçlarla, olabildiğince az kaynak kullanarak şekillendirmeli ve Amerika’nın çıkarlarına uygun hale getirmeliydi. Hiç de masum olmayan bu eylemler sonucunda gerek Amerika’nın içinden, gerekse dışından Amerikan devletine tepki yağabilirdi. Ancak gelen tepkiler Amerika’nın doğrudan müdahalesine göre çok daha düşüktü ve son kertede Amerika’nın gücünü ve itibarını muhafaza etmesi halinde bu tip yan etkilerin hiçbir önemi yoktu.
Kissinger, makamına geldiği 1969’dan itibaren Vietnam Savaşı’na son verme girişimlerini başlatmış olsa da Nixon’ın Kamboçya’yı bombalama niyeti yüzünden savaşın daha da tırmanmasına mani olamadı. Siyasetinin meyve vermeye başladığı tarih ise 1972 oldu. Kissinger’ın Vietnamlı General Le Duc Tho ile Paris’te yaptığı görüşmeler sonucunda 1973’te taraflar arasında ateşkes yapılacak ve aynı yıl Amerikan ordusu Vietnam’dan tamamen çekilecekti. Kuzey Vietnam ile Güney Vietnam arasındaki savaş her ne kadar 1975’e kadar devam edecek olsa da Amerika’nın savaştan çekilmesi sonucunda Kissinger ve Tho Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüş, Kissinger ödülü kabul ederken Tho reddetmişti.
Vietnam, Kissinger’ın ilk başarısı değildi. Kissinger, 1971’de Mao Zedong ile gizlice görüşerek yirmi yıldan beri askıya alınmış olan Çin-Amerikan ilişkilerinin yeniden başlatan kişi olmuştu. İki ülke arasındaki ilişki, Nixon’ın 1972’de Pekin’e yaptığı resmi ziyaret ile resmen başlayacaktı.
Kissinger, sonrasında da Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Leonid Brejnev ile temasa geçerek kontrolsüz bir şekilde yükselmekte olan nükleer silah rekabetini frenlemeyi başardı ve iki ülke arasındaki gergin ilişkilere belli ölçüde de olsa yumuşama getirdi. Kissinger bu başarısıyla Soğuk Savaş’a da bir denge getirmiş oluyordu. 1972 ile 1977 arasında Amerika’nın Sovyetler Birliği ile yaptığı işbirliği sonucunda Soğuk Savaş her an nükleer savaşa dönüşebilecek bir gerginlik olmaktan çıkarak iki süper güç arasındaki sıradan bir rekabete dönüşecekti.
Kissinger, büyük devletlere uysal bir şekilde yaklaşmış ve bunun sonucunda da üçüncü dünya savaşının patlak verme ihtimalini bir hayli azaltarak dünya barışını muhafaza etme yolunda önemli bir başarı göstermiştir. Küçük ülkelere karşı ise bu kadar uzlaşmacı olmayacaktı. Kissinger, Amerika’ya ayak uydurmayan üçüncü dünya ülkelerine bedel ödetmekten çekinmemiştir. Amerika’nın Soğuk Savaş yıllarındaki en ciddi kaygılarından biri üçüncü dünya ülkelerinin sosyalizme kaymasıydı. Kissinger, sosyalizmi üçüncü dünya ülkelerinden uzak tutmak için bu ülkelerdeki darbeci subaylara, yozlaşmış siyasetçilere ve sosyalizm karşıtı aşırı gruplara açık destek vermekten geri durmadı.
Şili ve Arjantin Kissinger’ın siyasetinden en çok zarar gören ülkeler olacaktı.
Kissinger, Şili’nin sosyalist başkanı Salvador Allende’nin 1971’de seçimleri kazanmasından itibaren altını oymaya başladı. Medya ve muhaliflere maddi destekte bulundu ve Şili ekonomisine zarar vermek için elinden geleni yaptı. 1973’de de Şili’de CIA destekli bir darbe tertipledi. General Augusto Pinochet’nin yaptığı darbe sonucunda Allende intihar etti ve ülkede rezil bir askeri diktatörlük kuruldu. Darbeyi takip eden günlerde de binlerce kişi öldürülmüş, hapse atılmış ve işinden olmuştu.
Kissinger, Şili’den sonra 1976’da da Arjantin darbesine yeşil ışık yaktı. Darbeden sonra Şili’de olduğu gibi Arjantin’deki sosyalizm akımının yok edilmesi için binlerce insanın infaz edilmesi, toplama kamplarına alınması ve işinden olmasına göz yumdu.
Amerika her ne kadar Şili ve Arjantin darbelerinde doğrudan rol almamış olsa da tüm dünya gerçek sorumlunun kim olduğunu biliyordu ve bu eylemler Kissinger’ı savaş suçlusu haline getirecekti. Ancak Kissinger’ın da öngördüğü gibi aldığı kararlar sonucunda topladığı tepki ve nefretin ne kendisine ne de Amerika’ya bir zararı olmuştu.
Amerika’ya ayak uyduran küçük ülkeler ise ödüllendirilmiştir. Pakistan, o yıllarda Çin ve Sovyetler Birliği ile dostluk kurmaya başlamış Hindistan’a karşı önemli bir müttefik olarak değerlendirilmekteydi. Pakistan, 1971 yılında cereyan eden Bangladeş Bağımsızlık Savaşı’nda geniş çaplı bir katliama imza atmıştı. Bangladeş, Hindistan’ın desteğini aldığı için Amerika da bu savaşta Pakistan’ı destekledi. Katliam, bölgedeki Amerikan görevlileri tarafından detaylıca Washington’a bildirildi ancak Kissinger olan biteni görmezden geldi. Kissinger, Pakistan’a verdiği destekten dolayı 1971 katliamının sorumluları arasında değerlendirilmektedir.
Türkiye de Kissinger’ın kolladığı ülkeler kategorisindedir. Kissinger, Kıbrıs meselesinde Türkiye’yi destekledi ve Kıbrıs sorununun kaynağı olarak Makarios’u göstererek Türkiye’nin agresif tutumunda haklı olduğunu savundu. Yunanlılar, günümüzde hala Kıbrıs Harekâtı’ndan dolayı Ecevit kadar Kissinger’ı da sorumlu tutmakta ve Türkiye’nin, NATO’nun önemli köprübaşlarından biri olduğu için Kissinger’ın olan bitene göz yumduğunu iddia etmektedirler.
Kissinger, harekât sonrasında Amerika’nın Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosuna da karşı çıkmış ancak kararın kongreden geçmesine mani olamamıştı. Ecevit’ten sonra iktidara gelen Demirel, 1975’te uygulamaya konan ambargoya karşılık olarak Türkiye’deki Amerikan üslerini kapatma kararı alacaktı. Üslerin kapatılmasıyla Kissinger’ın korktuğu başına gelmiş oluyordu ve bu tarihten itibaren Türk-Amerikan ilişkilerinin eski haline dönmesi için uğraşacaktı. 1976’da ambargonun kaldırılması karşılığında üslerin açılması konusunda Türkiye’yi ikna etse de kararın parlamentodan geçmesi 1978’i bulacaktı.
Kissinger, teoriyi mükemmel surette pratiğe dökme kabiliyetine sahip bir uzmandı ve teorilerinin Amerikan dış politikasıyla fevkalade uyumu benzersiz başarılara imza atmasını sağlamıştı. Kissinger, 1969-1977 yılları arasında Amerikan dış politikasını optimize ederek hedeflediği gibi kaynakların çok daha sonuç odaklı ve efektif kullanılmasını sağladı. Ancak Realpolitik’in diğer takipçileri gibi vicdanı neredeyse tamamen yok sayarak sadece akılla hareket etmesi onu başarılarıyla saygı duyulduğu kadar nefret de edilen bir figür haline getirecekti.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
22 Kasım 2024 burç yorumları
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi