Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.421

Yahudiler Neden Filistinli Araplardan Toprak Satın Aldı?

İngiltere’nin Filistin Mandası 1 Temmuz 1922’de resmen kurulduğunda nüfusun 650.000’i Müslüman, 87.000’i Yahudi, 73.000’i de Hristiyandı.

Araplar her ne kadar nüfus oranında ezici bir çoğunluğa sahip olsalar da 1917 yılında ilan edilen Balfour Beyannamesi’nde belirtildiği gibi İngilizler net bir şekilde Yahudileri ülkenin egemen grubu olarak görmektelerdi.

Bu doğrultuda İngilizler Birinci Dünya Savaşı esansında vaat ettikleri gibi yerel yönetimi büyük ölçüde Yahudilere bırakacaklardı.

Filistin Yüksek Yasama Konseyi 23 sandalyeden oluşuyordu. Konsey üyelerinin on tanesi yüksek komiser tarafından atanmakta, sekizi Araplar, ikisi Yahudiler, diğer ikisi de Hristiyanlardan arasından seçilmekteydi. Filistin Yüksek Komiseri Herbert Samuel’in bir Yahudi ve Siyonist olması, atanacak olan on kişi hakkında fazlaca fikir veriyordu.

Her ne kadar Filistin yönetiminde son söz Londra’da söyleniyor olsa da nüfusun çoğunluğunu oluşturan Araplar için yerel yönetimde %43’lük bir paya sahip olmaları kabul edilemezdi. Nitekim seçimi boykot ederek bu durumu protesto etmişlerdi.

Arapların seçimlere katılmamaları manda yönetimini tanımamaları anlamına geliyordu ve bu gelişme İngiltere için bir güvenlik sorunuydu. 

Siyonist hareketin Arap dünyasında yarattığı huzursuzluk sonucunda İngilizler Filistin’de her geçen gün  daha fazla asker konuşlandırmak zorunda kalıyordu. Bu durum Birinci Dünya Savaşı’nda fazlasıyla yıpranmış ve toplumu açık bir şekilde savaş karşıtı haline gelmiş bir ülke için hiç de hoş bir gelişme değildi.

Daha da kötüsü, Siyonist hareket sonucunda git gide yükselen Arap huzursuzluğu her an İngiliz karşıtı bir isyana dönüşebilir ve bu isyan Ortadoğu’nun geri kalanına, hatta Müslüman nüfusa sahip tüm İngiliz sömürgelerine yayılabilirdi. İngilizler Yahudilerin hamisi olduğu için Arapların kendi otoritelerine başkaldırmaları hiç de uzak bir ihtimal değildi ve çekindikleri isyan 1936’da patlak verecekti (ancak sadece Filistin’le sınırlı kalacaktı).

İngilizler olası bir Arap isyanının önüne geçmek için çatışmaların başladığı 1920 yılından itibaren Yahudilerle Araplar arasında bir denge politikası uygulamaya başlamışlardı. İngiliz denge politikasının temelini Yahudilere vaat etmedikleri hiçbir şeyi vermemek veya yapmamak olarak tanımlayabiliriz.

Yahudiler, Balfour Beyannamesi sonucunda Filistin’e istedikleri gibi göç edebileceklerini, devlet arazisini ucuza alabileceklerini veya hibe yoluyla kendilerine verileceğini ve kamuda ağırlığa sahip olacaklarını düşünmüşlerdi. İngilizler bu konularda Yahudilere hiçbir söz vermemişlerdi ve tam olarak bu alanlarda Yahudilere kısıtlamalar getirerek Filistin’deki Yahudi varlığını sınırlı bir seviyede tutmak niyetindelerdi.

Kamu hizmetlerinde azınlık olmak bir anlamda ödedikleri vergilerin çok az kısmının Yahudilere geri dönmesi anlamına geliyordu. Az nüfuslarına karşılık kamu hasılasının neredeyse %50’si Yahudilerin sırtında olduğu için kamuyu kontrol edememek Yahudiler arasında hoşnutsuzluğa yol açsa da yerel yönetiminin kendilerine bırakılması karşılığında kamudaki Arap ağırlığına ses çıkarmamışlardı.

Ancak göç ve toprak sahibi olmak, kamuya hükmetmenin aksine feda edilebilir bir durum değildi. Keza Siyonizm’in pratiğinde “göç” yatmaktaydı. Filistin’i Yahudi yurduna çevirebilmek için öncelikle hatırı sayılır sayıda Yahudi’nin halihazırda bölgede yaşıyor olması gerekliydi. Göçün önkoşulu ise topraktı. Hatırı sayılır oranda toprak Yahudi kontrolüne girmedikçe bölgede hatırı sayılır bir Yahudi nüfusu yaratılamazdı ve hatırı sayılır bir nüfus elde edilmeden Yahudiler ne iradelerini Araplara, ne de savlarını İngilizlere kabul ettirebilirlerdi.

Daha 1920 yılında İngilizler, Filistin’e olan Yahudi göçünü yıllık 16.500 kişi ile sınırlandırmışlar ve Filistin’de bir işe sahip olmayan Yahudilerin bölgeye göç etmesini yasaklaşmışlardı. Siyonistler bu kaideyi ülkeye yaptıkları yatırımlar sayesinde zaman içinde esneteceklerdi. Keza Yahudilerin kalkınma planlarını uygulamaya koymalarıyla Filistin belirgin şekilde diğer Ortadoğu ülkelerinden daha yaşınabilir hale gelmişti. İş imkanlarının artmasıyla 1936 yılına kadar 100.000 kadar Arap çeşitli Ortadoğu ülkelerinden Filistin’e göç etmişti. Yoğun bir göç furyasının yaşandığı bir dönemde İngilizlerin bu alanda Yahudilere mani olma çabaları makul bir politika olmaktan çıkacaktı.

Toprak konusunda da İngilizler Yahudilere arka çıkmadıkları gibi Arapları kollamışlardı. İngilizler 1946’ya kadar süren manda yıllarında 960.000 dönümlük devlet arazisinin 397.000’ini Araplara hibe etmişlerdi. Yahudilere hibe ettikleri dönüm sayısı ise 83.000’den ibaretti.

Yahudiler bu sorunu ise Araplardan toprak satın alarak çözeceklerdi. Yahudiler manda döneminde sahip oldukları toprakların %92’sini Araplardan, çoğu zaman fahiş fiyatlar ödemek koşuluyla, satın alarak sağlamışlardı.

Filistinli Arapların Yahudilere karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesi 1920 yılında, daha Filistin Mandası kurulmadan başlamıştır ve bu tarihten itibaren Filistinli Araplar Yahudileri bu topraklarda istemediklerini net bir şekilde ortaya koymuşlardır. Ancak Yahudilerin yaşam alanlarının - İngilizlerin tüm engellemelerine rağmen - bizzat Araplar tarafından sağlanması işin içine para girdiği anda bağımsızlık ideallerinin rafa kaldırıldığını gösteriyor.