Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Yüzüncü yılında Türkiye Cumhuriyeti

Türk halkının Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e en çok borçlu olduğu şeylerin başında hiç kuşkusuz “güvenlik” gelir. 

Güvenlik, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüz, hatta yüz elli yılında devlet adamlarının en çok kafa yorduğu meseledir. Çağdaşlaşma hareketi de başta olmak üzere imparatorluğun son yüzyılına yön veren en önemli mesele kronik hale gelmiş olan toprak kayıplarının önüne geçmek olmuştur.

Bu sorun, Osmanlı İmparatorluğu yıkılana kadar hiçbir zaman çözülememiş, ardı ardına uğradığı saldırılar sonucunda imparatorluk her geçen gün daha da zayıflamış ve en sonunda çökmüştür.

Atatürk, bu sorunu tek seferde kalıcı olarak çözmüş ve 1923 yılında cumhuriyetin ilanıyla birlikte temiz bir sayfa açmıştır. Nitekim aradan geçen yüzyıl boyunca Türkiye hiç toprak kaybetmemiş ve Türkiye Cumhuriyeti halkı hiçbir zaman Osmanlı halkının yaşadığı paranoya, tedirginlik ve acıları yaşamamıştır.

Atatürk’ün bu başarısı öncelikle Kurtuluş Savaşı’nda kazandığı zaferin eksiksizliğinden gelmektedir. Başarının netliği, savaştan sonra imzalanan ve cumhuriyetin tapusu niteliğini taşıyan Lozan Antlaşması'nın meşruiyetini de sorgulanamaz hale getirmiştir. 

Atatürk’ün başarısının diğer ayağını ise “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi oluşturmaktadır.

Atatürk bu yaklaşımıyla ülkenin Birinci Dünya Savaşı gibi maceralara girmesini yasaklamış ve dış politikadaki hedeflerine barışçıl yollarla, hukuk ve diplomasiyi kullanarak ulaşmayı şart koşmuştur. 

Lozan Antlaşması sayesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü – Stalin’in 1946’da Kars ve Ardahan’ı talep etmesi dışında – hiçbir zaman tartışma konusu olmamış, Türkiye hiçbir zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun maruz kaldığı haksız talepler ve saldırılarla karşılaşmamıştır. Lozan sınırlarında yapılan tek değişiklik 1939 yılında vatana katılan Hatay’dır.

Lozan bu özelliğiyle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan barış antlaşmaları arasında apayrı bir noktada bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan antlaşmaların ortak özelliği “tatmin edici” olmamalarıdır. Bu antlaşmalardaki adaletsizlikler çoğu zaman yeni güvenlik sorunları doğurmuş ve İkinci Dünya Savaşı başta olmak üzere pek çok savaş ve şiddet eylemine sebebiyet vermişlerdir. 

Türkiye Cumhuriyeti ise Lozan Antlaşması ile ne kendi toprak bütünlüğünü sorgulatmış, ne de “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi ile başka ülkelerin toprak bütünlüğünü sorgulamıştır.

Lozan ve “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin getirdiği barış ortamı, Türkiye’nin gerek Ortadoğu’da, gerekse Balkanlardaki pek çok komşusunun ve gerek Asya, gerekse Avrupa’daki pek çok ülkenin sahip olmadığı bir lükstür.

Özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki antlaşmalarla kurulan ülkeler, İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte veya İkinci Dünya Savaşı esnasında riskli maceralara girmek veya saldırılara uğramak gibi bir ortak özelliğe sahiptirler.

Bunun sonucu olarak da tamamının egemenlik hakları tehlike altına girmiştir.

Türkiye bu noktada istisna konumundadır ve gerek Lozan Antlaşması’nın tatminkârlığı, gerekse “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi sayesinde böyle bir akıbet yaşamamıştır.

Tam tersine Türkiye, gerek İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte, gerekse savaş esnasında “barış”ın sembolü haline gelmiş ve savaşın dolaylı yoldan parçası olmasına rağmen tüm taraflarla iyi geçinmeyi başarabilen birkaç ülkeden biri olmayı becermiştir.  

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki liderler de “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini terk etmemişler ve nispeten sağduyulu dış politikalarla Türkiye’yi 2000’li yıllara taşımışlardır.

Lozan Antlaşması ve “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi ülkenin geleceğini garanti altına alan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni hiçbir sarsıntı yaşamadan yüzüncü yılına taşıyan yegane öğeler olmuştur.

Ancak 2010 yılından itibaren “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin rafa kaldırıldığını görmekteyiz. Bu hatalı yaklaşım sonucunda Türkiye’nin toprak bütünlüğüne henüz bir tehdit gelmemiş olsa da ülkenin ağır bir bedel ödediği ve Türkiye’nin güvenliğinin tehdit altına girdiği açıktır. 

Umarım Türkiye’nin liderleri gelecekte bu politikayı terk edip, Atatürk’ün çizdiği yola geri dönerler.

Nitekim Türkiye son on üç yıl içerisinde hiçbir şey kazanmamış ve çok şey kaybetmiştir.

Nice yüzyıllara.