Amerikalı romancı Robert Crichton’ın 1966 yılında yazdığı aynı adlı ilk romanından, senaryosunu Ben Maddow ve William Rose’un birlikte uyarlayıp yazdıkları filmi Stanley Kramer yönetmiş; başlıca rollerinde ise Anthony Quinn, Anna Magnani, Virna Lisi, Hardy Krüger ve Giancarlo oynamış.
Filmde, II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, İtalya’da şaraplarıyla ünlü Santa Vittoria kasabasının ahalisinin; ürettikleri 1 milyon şişe kaliteli şarabı, geri çekilmekte olan Alman askerlerinden saklamalarının öyküsü mizahi bir dille anlatılmaktadır.
Yani bir direniş öyküsü anlatılmaktadır.
İmamoğlu da bir direnişin öyküsünü yazmış; kendi hikâyesinden.
23 Nisan 1920, Türk milletinin iradesini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk milletinin egemenliğini ilan ettiği için Atatürk’e minnet duyduğunu ifade etmiş.
Akçaabat’ın Cevizli köyünden – ki annemin ilk öğretmenliğe başladığı bir dağ köyüdür – filizlenen hayatını kelimelere dökmüş.
İmamoğlu kadar yeşeremesem de ben de oralarda filizlendim.
Belediye Başkanı olamasak da, Bölüm Başkanı olduk.
Adam olana çok bile.
2200 rakımlı Sisdağı Yaylası’nda başlayan hayatım, dünyanın en prestijli ve cömert üniversitelerinden biri olan Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde profesör olarak taçlandı.
Şimdi ise Eskişehir’de öğrendiklerimizle İstanbul’da katma değer yaratmaya çalışıyoruz.
Allah yolumuzu açık etsin, iyilerle karşılaştırsın; şimdiye kadar olduğu gibi.
Bu süreçte, hiç alışkın olmadığım çok değişik insan tipi ve topolojisiyle karşılaştım.
Daha önceleri hiç görmediğim…
Trabzon’da zaten imkânsız; Amerika’da bile görmediğim…
Benim gibi, Ankara’ya yatayda 800 kilometre, düşeyde 2200 metre koordinattan değil de Anıtkabir’in yanı başında doğmuş, büyümüş ve Cumhuriyetin tüm nimetlerinden birinci derece olanaklarla faydalanmış Cumhuriyet düşmanlarını da Eskişehir’de tanıdım.
Ekseriyeti Eskişehirli olmamakla birlikte, Eskişehir’in kurumlarında bir masa-sandalye sahibi olmuşlardı.
Benim dünyayı dolaşarak ancak sahip olduğum çok kıymetli koltuğa, bunlar her nasılsa kolayca sahip olmuşlardı.
Bu arkadaşlarla uzun oturmalarımızda – ki pek azdı – sürekli Cumhuriyetin kahpeliklerinden, acizliklerinden bahsederlerdi de, araya girip “o kadar da değil” dememize bile müsaade etmezlerdi.
Zaten bir iki teşebbüsümüzün ardından zındık ilan edilip erkenden diskalifiye edildik bu arkadaşların cemaatinden.
Sonra bunlar, anlayamadığım bir şekilde Pensilvanyalıların vagonuna geçtiler.
Cumhuriyete hep birlikte sövdüler.
İstanbul’daki kadim üniversitelerimizin meşhur hocalarından da aldıkları destekle şuurlarını da kaybettiler.
“Ha gayret, az kaldı” diyerek yüklendikçe yüklendiler Aziz Cumhuriyet’e ve kurucusu Yüce Atatürk’e.
Atladıkları bir nokta vardı:
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.
O konuya ayrı geleceğiz deyip rotaya devam edelim.
Bu arkadaşlar, üniversitemize sık sık bu tip görüşlerin sahiplerini de davet eder; benim gibi cahillerin kör dimağını açmaya çalışırlardı da, pek başarılı olamazlardı.
Rakımı yüksek yerde doğduğumuzdan, kavrama noktamız maalesef yüksek.
Dimağımız, doğuştan Cumhuriyetin faziletleriyle sünnet edildiğinden, penetrasyon da kolay değildi.
Onlara göre kalın kafalıyız vesselam.
Doğruluk payı da yok değil hani.
Uğraşılarının başarısızlığa neden olmasıyla, aşağılamalar had safhaya çıkardı da; ne ahmaklığımız, ne cahilliğimiz, ne de faşistliğimiz kalırdı.
Benim bilmediğim yakın Cumhuriyet tarihini saat saat bildikleri için, işlemcim maalesef aktarılan yoğun verileri işleyemiyordu.
Kapasitesi zayıftı.
Celeron tipiydi.
Sürekli error veriyordu.
Ülkesi ve insanları için canını hiçe sayan, ardı ardına devrimler yaparak özellikle kadınların sosyal statüsünü artırmaya çalışan birine; özellikle kadın akademisyenlerin sövmesini, zihnim bir türlü almıyordu.
Acaba çok eşliliğin kaldırılması mı hoşlarına gitmemişti, yoksa mirastan tam pay almak mı?
Yoksa seçme seçilme hakkına sahip olmak mı?
Neyse, konuyu dağıtıp da devrim tarihine girmeyeyim.
Bu arkadaşlar tezlerinde ısrar ediyor, vazgeçmiyor; daha bilgili, karizmatik ve entelektüel abilerini Ankara’dan davet ediyorlardı.
Günlerden bir gün, Sırrı abileri de geldi. Allah acil şifa versin, çok önemli bir sinemacıdır kendisi.
Cumhuriyete yüklenerek, “ne hayrini gördük” diyerek ikna etmeye çalışıyordu bizi.
Ben ikna olamıyordum.
Atatürk’ü olmayan toplumları yakından tanıyınca ve sefaletlerine şahit olunca, bir türlü ikna olamıyordum.
Dedim ya, kalın kafa işte.
Belki Cumhuriyet tarihini saat saat değil de paket olarak gördüğüm için cahil kaldığımdan olabilir.
Ez cümle:
İnanıyorum ki çoğumuzun çoktan nalları dikeceği çok ciddi bir sağlık probleminden Cumhuriyetin Doktorları sayesinde kurtulacağı için, Sırrı abimiz de ikna olacak.
Cumhuriyetin, en azından hayatta kalarak “hayrini gördüğüne” o da ikna olacaktır; bir direnişin öyküsü olarak.
Çok Okunanlar

BEDAŞ İstanbul'da bugün elektrik kesintisi yaşanacak ilçeleri sıraladı

Reyting sonuçları açıklandı! 14 Mayıs günü en çok izlenen yapım ne oldu?

O günlerde pişmeye başlayan yemek bugün önümüze kondu!

PKK’nın silah bırakma kararı sonrası ilk anket

Ser Araştırma’dan İmamoğlu ve Özdağ anketi

Donald Trump, Ahmed Şara’yı niçin övdü?

15 Mayıs Perşembe günlük burç yorumları: Bugün burçları neler bekliyor?

15 Mayıs 2025 gazete manşetleri

Oyuncak tabancayla polisi alarma geçirdi

Kolon-izasyon Psikozu: Postmodern Biyo-Psiko-Sosyal Kriz