Dr. Refik Saydam, Cumhuriyetimizin ilk sağlık bakanı ve 4. başbakanıdır. Bir askeri hekim olarak 1. Dünya Savaşı sırasında çeşitli cephelerde çok başarıyla hizmet vermiş, daha sonra Kuruluş Savaşına Mustafa Kemal’in hemen yanı başında katılmıştır. 19 Mayıs’ta1919’da Samsun’a ulaşan Bandırma vapurunun yolcuları arasında o da vardır. Cumhuriyetin kurulmasıyla ilk sağlık bakanımız olmuş ve bu görevi 15 yıl arayla başarıyla sürdürmüş, kısa bir süreyle iç işleri bakanlığı yapmış, 1939 yılının hemen başında da Başbakan olmuştur. Ocak 1939 yılında, başbakan olur olmaz, ayağının tozuyla şu söylediği ise yıllarca tartışılmış durmuştur: “Her işimiz A’den Z’ye bozuktur.” Duyduğum kadarıyla zamanın adeta resmi hükümet yayın organı Ulus gazetesi bu beyanı günü gününe değil, biraz gecikmeli yayımlar ancak o da sayın Saydam’ın dediğinde ısrarcı olmasıyla.
Zaman içinde, tahmin edebileceğiniz gibi, Saydam’ın dediği çeşitli yorumlara neden olmuştur. Konjenital (doğuştan anlamına gelen bir tıp deyimi) Cumhuriyeti sevmeyenler bunu büyük olasılıkla yanlışlıkla dile getirilmiş bir suç teslimi; kimi komplo teorisyeni tarafından ebedi şef ile milli şef arasında bilinen ama konjonktür (hani o ağzımızı ezip büzüp söylemeye çabaladığımız o melun konjonktür var ya!) açısından ebedi şefin gerçekten ebediyete göçü ile konjonktür değiştiğinden artık söylenebilir olması; ve nihayet Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarının herhangi bir uygulamasını eleştirmeyi vatana ihanetle eş tutanlar ise deneyimsiz bir başbakanın hazımsız sözleri olarak yorumlamaya çabalamışlardır.
Halbuki her üç kümenin de aklına gelmeyen, görüşüme göre de aradan 85 yıl geçmesine rağmen toplum olarak hala aklımıza gelmeyen, Dr. Saydam’ın dediklerinin düzgün ve dürüst bir öz eleştiri olması olasılığıdır. Cumhuriyet tarihimizde başka hiçbir başbakanın ülkesinde olan biten hakkında böylesine dürüst bir açıklama yaptığını sanmıyorum.
Gelelim süregelen A’dan Z’ye bozukluğa. Reformu, Rönesansı, Aydınlanmayı ve de Endüstri devrimini hemen tümüyle ıskalamış bir toplumduk. Cumhuriyetle birlikte nice kazanımlar yaşadık. Ancak hala çok önemli bir konuda büyük eksiğimiz var. O da gerçek bir adalet arayışı ve buna koşut gelişecek düzgün bir yargı düzeninin o, bir yerde iki yüzyılı aşmış, uygarlık sevdamızın sonucu kavuşabileceğimiz nimetler değil aynı sevdaya kavuşabilmenin vazgeçilemez ön koşulu olduklarını kabullenmektir. Şatafatlı laf söylemek çabasında değilim ve hemen belirteyim. Güncel ve derin ekonomik dar boğazın esas nedeni yabancı sermayenin yargımıza olan güvensizliğiyle ülkemizde yatırım yapmaktan kaçması değildir. Esas neden en başta ülkem insanın kendi ülkesinin adalet ve yargı düzeninden umudu hemen tümüyle kesmesi, buna koşut öz güvenini ve yaratıcılığını yitirmesi sonucu adeta bir eylemsizliğe sürüklenmesidir. Ülkemin en değerli gençlerini yurt dışına kaçıran ana neden budur.
Galiba Churchill’in sözüdür, “Savaş, askerlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.”. Hukukçular kusura kalmasınlar, yaşlı bir hekim olarak ben de söylerim diyorum: Uygarlık, esasında insanoğlunun adaletsiz olan doğayı adaletli kılarak, kendine ayrılmış sürede insanca yaşama çabasıdır. İnsanoğlu bu çabada başarılı olmakta ön koşulun kendine ve başkalarına mutluluk verecek içgüdülerini korumak ancak başkalarına zarar verecek iç güdülerini de bastırmak olduğunu anlar ve bu yolda bir yasalar ve yargı düzeni oluşturur. İnsanoğlunun doğanın adaletsizliğine karşı yaptığı bu başkaldırıda üçüncü kurum ise yürütmedir.
Evet, şimdi ancak Montesquieu’nün (1689-1755) kuvvetler ayrımına geldik. Geldik ama umarım maalesef hep unutulandan başka bir yoldan geldik. Kuvvetler ayrılığı sacayağının en önemli ayağı yürütme veya yasama değil, yargıdır. Neden mi, demin dedim ya, uygarlık insanoğlunun adalet yoksunu doğayı adaletli kılma çabasıdır ve yasama ile yürütme bu adalet çabasının ancak araçlarıdır.
Kuvvetler ayrılığından söz ederken demokrasiden söz etmeden olmaz. Aklınıza geldi mi, merak ederim. Söz ettiğim sacayağında demokrasiye işlev hemen sadece yasa yapıcı ve yürütücü erkleri seçmekte düşer. Yargı erkinin yargıçları ise, aynen bir zamanlar değerli Cahit Arf hocanın üniversiteler için onlar kurulmazlar, oluşurlar dediği gibi, seçilmeyip, çeşitli yöntemlerle oluşurlar. Onların düzgün oluşmasında en üst ve etkili erk ise ilgili toplumdaki bireylerin uygarlık yolunda adalet istemidir.
Sayın ve sevgili Av. Aydın Davran son12punto yazısında (16 Nisan) ünlü 1961 YÖN bildirisinde zamanın aydınlarının 27 Mayıs’ı meşrulaştırmak için, 1950-1960 arası dönemde iktidarın hukuk dışı, adaletsiz uygulamalarını haklı olarak eleştirmiş bir görüşün temsilcilerinin manifestolarında neden hukuk kavramına son derece az yer verdiğini düşünmeden edemiyorum.” diyor. Çok haklı. Cumhuriyet’imizin uzun yıllar ihmal edilmiş ve öz eleştiriyle başlayacak bir adalet, hukuk ve yargı seferberliğine ivedi gereksinimi var.
Çok Okunanlar

Yapay zeka ile İmamoğlu akımı: Sosyal medya ayakta

Yeni Açılım 'Dolmabahçe-2' mi?!

Ekonomik kriz derinleşirken: Rakamların dili ve halkın gerçeği

BEDAŞ İstanbul'da bugün elektrik kesintisi yaşanacak ilçeleri sıraladı

PKK kararını verdi, AKP kurmayları duyurdu! 'Ne yapacağımızı biliyoruz'

Fatih Erbakan'dan 'yeni ittifak' sinyali! Partinin ismini de verdi

Kurucu iktidar, kurucu meclis ve Cumhuriyet

Özgür Özel, Yılmaz Özdil'e 'geri vitesi yedirirler adama' dedi

SONAR’ın VIP anketi sızdı: CHP’den AKP’ye 6 puan fark

FETÖ’nün finans kaynağı Maydonoz Döner'e operasyon