Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
38,1883
Dolar
Arrow
34,1181
İngiliz Sterlini
Arrow
45,8147
Altın
Arrow
2914,0000
BIST
Arrow
9.891

Yabancı dil ve onurumuz

Geçen hafta sonu Galatasaray, Fenerbahçe’yi, hem de onun kendi sahasında, net bir skorla devirdi. Daha evvel de galiba belirttim. Koyu bir Fenerbahçeliyim ve çocukluğumun iyi bir bölümü o statta geçti. Ancak son yenilgide, üzüntümü katlayan, bir başka neden daha vardı.   

Şaşırıp kalmıştım. Tribünlere, çoğu da büyük boyda, İngilizce sloganlar asılmıştı. En sinirlendiğim ise ATTACK (SALDIR) sloganıydı.  Hangi akıl, özenti, globalleşme cinliği veya en kestirmeden gülünç bir aşağılık duygusu bize bunu yaptırıyordu? Yahu rakip takım Manchester United değildi ki böyle bir pankarta  gerek duyalım.                                                                                                                                 Yıllar önce Bakırköy Akıl Hastanesinde bilimsel bir konuşma yapmaya çağrılmış ve konuşma öncesi bu ünlü hastaneyi gezerken hayretle gözlemiştim. Kimi binanın kapısında, yeni kondukları belli olan, levhalar veya bahçede aynı binalara gidişi gösteren açıklamalı yön gösteren oklar vardı. Üzerlerinde de kitaplık, yemekhane vb. gibi, binaların işlevlerini açıklayan Türkçe ve İngilizce sözcükler bulunuyordu.  Başhekime sormuştum. “Galiba son zamanlarda buraya yatan yabancı sayısı epey arttı da onun için bu İngilizce çevirili levhalara gerek duydunuz?” Rahmetli, kızıp, yüzüme ters ters baktıydı.

Değindiğim bu yabancı dil hayranlığının olabildiğince ciddi bir saplantımız olduğu. Yıllardır Rönesans ve Reform der dururuz. Bu yanlış. Doğrusu Reform ve Rönesans’tır. İnsanoğlu Ortaçağ boyunca, çoğunluğun anlamadığı Latince ile kendisini kafakola almak isteyen Papalıkta kümelenmiş, dinbaz ruhban sınıfıyla uğraşıp durmuştur. 14. yüzyılda önce İngiltere’de anadilde ibadet akımları kuvvet kazanmaya başlamış daha sonra da kuzey İtalya krallıklarında güçlenmiştir. Dante’nin İtalyanca yazdığı ve dinbazların insanoğlunu türlü yollarla kandırmacalarını anlatan İlahi Komedi’yi 16. yüzyılda Alman papaz Martin Luther’in ünlü bildirgesi izler. Rönesans birkaç yüzyıl süren anadilde ibadet çabalarının meyve vermesiyle başlar, onu da Aydınlanma izler. Özetle, insanoğlu önce anadiliyle anlar, bilgilenir, düşünür.  

Umarım, tüm bu dediklerimden yabancı dil düşmanı olduğum çıkarımı yapmazsınız. Yabancı dil bilmek doğal olarak çok yararlı. Ancak kesinlikle bir amaç değil, sadece ve sadece bir araç. Bu araç da esas olarak anlayıp bilgilenmeye yarıyor. Öte yandan düşünme yeteneklerimizin gelişimi daha çocukken başlar. Anadilin esas önemi burada.  Bunun yanında anadilini iyi bilenlerin yabancı dilleri de daha kolay öğrendiklerini gösteren veriler var. Anadilin bir diğer işlevi, yine  çocukluk yaşlarından çevreyle daha kolay iletişimi sağlamamız. Ve son olarak, anadilin çokça dile getirilmeyen bir işlevi ise onur duygumuzu yüksek tutmak. Onurlarını yüksek tutabilen toplumların özgüvenlerinin de arttığı ve her dalda daha üretken olabildikleri biliniyor. 

Hiç unutmuyorum. Bilimsel yazı yazmaya ilk soyunduğum günlerdi. Hocam, beni karşısına almış ve yazılarımda Latince sözcükler kullanmaktan olabildiğince kaçınmayı ısrarlı bir şekilde anlatmıştı. “Sık ve yanlış yapıldığı gibi üstünde yerine supra, altında yerine de infra demek çokça sanıldığı gibi yazını daha bilimsel yapmıyor. Latince ile göz boyamaya kalkma. Aydınlanma bir yerde Latince’nin yenilgisidir.” Yeni öğrendim. Meğer ünlü pozitivist düşünür F. Bacon 17. Yüzyılın skolastikten bir türlü kurtulamamış İngiliz üniversiteleri için “Onlar sözcükleri  inceliyorlar, olguları değil.” dermiş.   

İngilizce günümüzün Latincesi. Tıp dalından çok sayıda örnek verebilirim. Burada öylesine taklit hevesliyiz ki konuşurken bile hastanın ilacını değiştirip başka ilacı başlamayı, hem de elimizle bir değiştirme yaparak “Hastanın ilacını switch ettik.” diye anlatabiliyoruz.  Bilimsel yayınlarımız da şaşmaz bir şekilde benzer apartmalarla dolu. Öte yandan, koşullar yerine, ağzımızı eğip bükerek konjonktür demeyi marifet sayar, bir yandan da, en azından kendimize karşı en dürüst olmamız olan yerde, yani Tanrı’ya yakınırken, ayn patlatıp, gayn çatlatarak bir şeyler demeye çabalar dururuz. Bütün bunlar herhalde Reform ve Rönesans geçirmemiş, Aydınlanmayı ıskalamış, Cumhuriyetle birlikte tüm bu tarih sürecini 100-150 yıla sığdırmaya çalışmış bir toplum olmamızın belki de kaçınılmaz göstergeleri.  

Aranızda işi amma büyüttün, bir futbol maçındaki birkaç İngilizce sloganın Reform ve Rönesans’la ne ilgisi var diye bana kızacakların olacağını biliyorum. Kısaca yanıtlayım. Anadilin onurla da yakın ilişkisi olduğunu başta belirttim. Fenerbahçe stadında, İstiklal Marşımız eşliğinde, Fener takımının çoğunluğunu oluşturan yabancı futbolcuların çiklet çiğnemelerini gözleyip, seyircilerin pervasızca İngilizce pankart açmalarını izlemek benim onuruma dokundu.