Ünlü iktisatçı Mahfi Eğilmez’in Biz Dört Kişiydik yazısını (7 Haziran, T24) ilgiyle, öğrenerek, düşünerek okudum. Eğilmez’in deyişiyle benim de aklıma sık sık bugünlere nasıl geldik sorusu düşüyor. İtiraf edeyim, bazen haftalarca da aklımdan çıkmıyor.
Yazıda en ilgimi çeken yerler aşağıya arka arkaya alacağım iki paragraf oldu. İkinci alıntı aynı zamanda yazının son paragrafıydı.
“Şimdi oturmuş geçmişle bugünü karşılaştırınca aklıma hep şu soru düşüyor: ‘Önce bürokratlar mı bozuldu yoksa kurumlar mı?’ Sanırım ikisi zaten iç içeydi. Ama önce kurumları oluşturan bürokratlar değişti. Şimdi düşününce Türkiye’de bürokrasiyi, yargıyı, üniversiteyi ayakta tutan gücün ordu olduğunu anlıyorum. Ordu zayıflayınca yargının, bürokrasinin ve üniversitenin çöküşü de ardından kendiliğinden geldi.”
“Biz dört kişiydik. Bürokraside bir araya gelişimiz bizim istemimizle olmamıştı. Ama sonrasında ülke için bir şeyler yapabilme ortak çırpınışları kendi isteğimizle oldu. Ülke için uğraşıp didinsek de umduğumuz sonucu alamadık, savunduklarımızı kabul ettiremedik. Ettirebilseydik belki bugün buralarda olmayacaktı ülke. Yazık oldu.”
Önce hemen belirteyim. Bu gerçekten güzel, düşündürücü ve içten yazı, beklediğim şekilde, ülkemizin gidişinde ordumuzun rolüyle ilgili tartışmalara neden oldu. Ben ise, tartışmayı başka, ülkemin geleceği açısından en azından eşit derecede yaşamsal, bir yöne çekmek istiyorum. Yazıda söz edilen dört kişi Özal devrinin üst düzey bürokratlarıydı. Sayın Eğilmez’in yazısını ve özellikle de yazısını bitirirken, yukarıya aldığım, “Yazık oldu.” çıkarımını değerlendirmeyi Özal devrinin öne çıkan bazı özellikleri ışığında yapmak gerekir diye düşünüyorum.
1.Turgut Özal 1983 – 1993 yılları arasında önce başbakan sonra da cumhurbaşkanı olarak bu ülkeyi yönetti. Özal’ın iş başına gelmesiyle birlikte ülkemizde müthiş ve yırtıcı bir serbest piyasa ekonomisi egemen oldu. Anadolu kaplanları yakıştırması o yılların ürünü ve adeta simgesiydi. Unutmayalım aynı yıllar Reaganism/Thatcherism denilen ultrakapitalist dünya görüşünün Batı’da da egemen olmaya başladığı yıllardır. Benim öğrenmek istediğim şu. Özal devrinin bu müthiş kapitalizminin egemen olduğu yıllarda ülkemizde serbest piyasa kuralları ne kadar işliyordu? Etrafında dolanmadan doğrudan sorayım. Rahmetli Saraçoğlu’nun, yazıda gönderme yapılan konuşmasında, sayın Özal’ı çok kızdıran çıkışları sandığım gibi sadece merkez bankasının özerkliğiyle mi ilgiliydi, yoksa aynı konuşmada serbest piyasa ekonomisinin ülkemizde kurallar içinde işlemediğini doğrudan veya dolaylı belirten saptamalara yer verilmiş miydi? Sayın Eğilmez benden çok iyi bilir. Herhangi bir sermaye grubunun, hem araba hem de araba lastiği üretip bunlara ek olarak da bir banka ve sigorta şirketi işletmesi, kapitalizmin kalesi ABD’de bile, hoş görülür mü?
2.Sayın Özal’ın iş başına gelmesiyle ülkemize YÖK kabusunun çökmesi hemen yaşıttır. Aralarında zaman zaman benim de olduğum kimi öğretim üyesi YÖK’ün Türk ulusunun başına ne büyük bir çorap ördüğünü o yıllarda anlatmaya çalıştık. Sayın Özal bu eleştirelere pek rağbet etmiyor, kulak vermiyordu. Acaba kurmak istediği ultra-kapitalist düzen açısından özgür düşünce ve üniversiteleri engel mi görüyordu? Yoksa bir iş idaresi hayranı olarak YÖK’ün üniversitelerimizi sokmak istediği kılıfa, yani bir iş idareci universite (manegerial university) hayranlığı mı vardı? Bu arada teslim edeyim. Ülkem üniversitesinin hal- i pür- melalinin baş sorumlusu YÖK değildir. Ülkemin en büyük üniversitesinin Kenan Evren’a fahri hukuk diploması verip adını üniversite tarihimizin kanımca en karanlık sayfasına yazdıran profesörleri YÖK yetiştirmemiştir.
3.Sayın Eğilmez ülkemizde kötü giden işler arasına çok haklı olarak yargıyı da katmış. Özal devrine ait yargıyla ilgili kişisel bir deneyimim yok. Ancak bu devirden kabaca bir 10 yıl sonra öyle bir deneyimim oldu ki, kimi ülkem aydını ve yargı düzenimiz hakkında birinci elden, maalesef, çok bilgi edindim (H. Yazıcı, Bir Aşırma Doğramacı – Yazıcı Davası Işığında Yargımız, Aydınlarımız; İletişim Yayınları 2014, 2. Baskı). Kişisel deneyimlerim bana ülkemin en sorunlu iki kurumunun yargı düzenimiz ve üniversitelerimiz olduğunu maalesef öğretti.
Yazımı ben de sayın Eğilmez’den esinlenerek, geçmişle bugünü karşılaştırarak bitireyim. Önce kendimden bir alıntı:
“Unutulmasın. 12 Eylül ve sonrasındaki bu ülkeye sadece bir asker yönetimi gelmedi. Asker yönetimiyle beraber ve bü¬yük hızla bir tüketim toplumuna dönmeye başladık. Adalet, sağlık ve konumuz olan eğitim, toplumun önceliklerinde tica¬retin ve tüketimin çok gerisinde kaldı. Ancak önce zengin olalım, sonra adil, sağlıklı ve aydın oluruz formülü pek işlemedi. Güncel açmaza işte böyle gelindi.” (Cumhuriyet, 14 Şubat 1992)
Özetle ve kanımca güncel açmazımızın temelinde de yatan, bir yerde bize Özal döneminden miras kalan, ana neden, bu- şair onu çok başka bir bağlamda kullanmış ama olsun- sefil iştiha. Uygarlık kervanına katılmak için önce adil, kendine ve çevresine saygılı, düzgün bireyler gerek. Zenginlik, ne olur, sonra.
Çok Okunanlar

Erdoğan Marmaris’te kabineyi şekillendirdi

İran'ın balistik füzelerle vurduğu İsrail'den ilk görüntüler

BEDAŞ İstanbul'da bugün elektrik kesintisi yaşanacak ilçeleri sıraladı

BOP'a tamam mı devam mı?!

Yerlikaya-Soylu çatışması yasa teklifine yansıdı: Birbirlerine tahammülleri yok

Kabine toplantısında Temmuz zammı gündemi...

Danıştay Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nı 'kaçak yapı' mı ilan etti?

Trabzon'daki yaylada 75 kişi kayboldu

Binlerce kişi Sınır Kapısı’nda toplandı

Resmî Gazete / 11-15 Haziran 2025