Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

“Nereye Gidiyoruz?” sorusu

Haftalardır yüzümüzü güldüren pek az şey oldu. Daron Acemoğlu’nun Nobel’i almasına biraz sevinmişken ortaya çıkan bir başka çete skandalıyla sarsıldık. Bir başka diyorum, çünkü artık bu çete haberlerinin neresinden tutacağımızı da bilmiyoruz. Gerçi, bu satırları yazmadan kısa bir süre önce 140journos’un yargıdaki bir çeteye ilişkin yayınladığı videoyu izledim ve fark ettim ki eğer bir çete skandalına uyanıyorsak yine de iyi durumdayız. Yani, durum bir şekilde ortaya çıkmış. Zira artık, çok dertlendiğimiz bu şeylerin buzdağının görünen kısmı olduğu gibi bir kanıya sahibim. Maalesef, “nereye gidiyoruz?” sorusunu hayatım boyunca en çok sorduğum dönemdeyim. Birçok vatandaşın da benim gibi düşündüğünden eminim. 

Geçtiğimiz günlerde adı “yenidoğan” olan bir çete ile karşı karşıya kaldık. Çete üyeleri bazı özel hastanelerde, Sosyal Güvenlik Kurumu’nu dolandırmak için sağlıklı doğan bebekleri yoğun bakım ünitesine alıp bakımsızlıktan ölümlerine sebep olmuş yahut yeni bazı iddialara göre ölen bebekleri de kuruma fatura etmek için yoğun bakımdaymış gibi göstermiş. Ailelerin, bebeklerini sırf bazı yolsuz kişiler para kazanacak diye kaybetmesi korkunç bir hadise. Bu konuda ne yazarsak yazalım bu aileleri anlayabileceğimizi ya da anlatabileceğimizi sanmıyorum. Ancak, özellikle sağlık ve adalete dair birkaç çıkmaza temas etmek istiyorum. Çünkü bunlar, sadece bireysel değil, toplumsal olarak da geleceğimizi etkileyecek. 

Birkaç hafta evvel eğitimin maliyetine dair bir yazı kaleme almış ve özelleşme-sermayeleşmeye atıfta bulunmuştum. Maalesef ki bu süreç, eğitimde neyse sağlıkta da o. Devlet hastanelerinde arayıp da bulamadığınız hizmeti özel hastanelerde bulmak zorundasınız. Bu öyle bir süreç ki çoğu zaman randevu yok, bazı branşlarda doktor dahi bulunamıyor, bulunuyorsa da o doktorlar birkaç dakikada bir hasta bakma zorunluluğu altında eziliyor ve bazen de ekipman ya da yatak eksikliğinden vatandaşlar özele yönlendiriliyor. Son olaylarla gördük ki, bu pek de “birinci sınıf” olarak tabir etmeyeceğimiz özel hastanelerin hepsinde devlet hastanelerinden daha çok yenidoğan yoğun bakım ünitesi/küvezi var. Sizce de pek garip değil mi? Ücretli çalışanların maaşlarından devlete ödedikleri yığınla vergiye ek olarak, alamadığı sağlık hizmeti için bir de özel ya da tamamlayıcı sağlık sigortalarına para döktüğü bir sistemde hiç de değil. Üstelik bu, sağlık alanının sektörleşmesi ya da özelleşmesi diyerek kapatılacak bir dönüşüm de değil sadece. Bir ara sosyal medyada, özellikle de medya kuruluşları ve siyaset arasındaki ilişkileri gösteren ağ haritaları yapılır yayınlanırdı. Bunun bir de sağlık versiyonu yapılsa, çok yararlanırız…

Tüm bu yaşananların ardından, işini düzgün yapmaya çalışan doktorlar için özellikle üzgünüm. Çünkü bu saatten sonra, bir bebeğin haklı sebeplerle de olsa yoğun bakıma sevki zihinlerde hep bir “acaba” sorusu bırakacaktır. İşini düzgün yapmak demişken, birkaç şeyi de adalet sistemi/yargı için söylemek lazım. Soruşturmayı yürüten savcının açık açık tehdit edildiği çekim ile biz, yargı içinde yaşandığını tahmin ettiğimiz süreçleri somut bir şekilde görmüş olduk. Peki, savcıya ne için müteşekkiriz? Aslında görevini düzgün yapmış olduğu için, değil mi? Üstelik bunda garipsenecek bir durum da göremiyoruz artık… Yazının başında zikrettiğim videoya tam da bu sebeple atıfta bulunmuştum. Düşünün ki, iddialara göre bir savcı yargı içinde çeteleşiyor, dosyalar üzerinden kazanç sağlıyor ve yine iddialara göre adliyede uyuşturucu kullanımından cinsel ilişkiye varan rezillikler silsilesi içinde şikâyet edildiğinde ise şikâyet merci de bir “baron” çıkıyor. Bir önceki yazımda, toplumsal cinnet halimizin aslında adalet sistemindeki sorunlarla yakından ilişkili olduğuna dikkat çekmiştim. Adalet mefhumunu yitirmiş bir yargı – ve siyaset – bize daha fazla skandaldan başka bir şey sunma gücüne sahip değil maalesef. Sanırım, “nereye gidiyoruz?” sorusu tam da bununla ilgili.  

Tüm bu manzara içinde yazıyı şöyle bir sonuç bölümü ile kapatmak isterim. Hafta sonu yapılan baro seçimlerini İstanbul’da Prof. Kaboğlu kazandı. İstanbul Barosu’nun yeni başkanının yaptığı ilk açıklamalardan bir tanesi ise, Anayasa’nın ilk dört maddesinin olumlu anlamda değiştirilebileceği oldu. Bir hukukçunun ve bir baro başkanının içinden geçtiğimiz süreçten olumlu bir adım umabilmesi ise “nereye gidiyoruz?” sorusunu daha sık sorar olmuş ben ve benim gibi vatandaşlara şunu sordurdu: Aynı ülkeden mi bahsediyoruz?