Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Işık hızında değişen gündem ve unutulan Narin cinayeti!

Ülkemizde öylesine yoğun bir gündem var ki, anlık değişen olaylar karşısında içinde kaybolmamak elde değil.

Ortadoğu’da yaşanan gerilim ve “3. Dünya Savaşı” senaryoları tartışmaların odağıyken, bir bakmışısınız konu “İsrail Türkiye için bir tehdit mi” sorusuna geliyor.

Sokakta tacize uğrayan kadınlar, kafası kesilerek öldürülen genç kızlarımız ve şehrin en işlek yerlerinde yaşanan silahlı çatışmalar, “sokakta güvende miyiz” sorusuna cevap aramamıza neden oluyor.

Buradan çıkıp, İmamoğlu’nun Ahmak Davasını’nı konuşurken bir bakmışınız “Yenidoğan Çetesi” tartışması başlıyor!

Henüz bu davanın yarattığı etki devam ederken, grup toplantısında MHP lideri Bahçeli, Öcalan’ı Meclise davet ediyor!

TUSAŞ’a yapılan terör saldırısı sonrası ise mesaj yeniden “terörle kararlı mücadeleye” dönüyor. 

Bahçeli’ye, Dervişoğlu tarafından fırlatılan “urgan”, siyasetin “el uzatan” atmosferinden ani bir dönüşle, “dilsiz uşakta asılı urganda, sizi sallandırırız” mesajıyla karşılık buluyor.

Gündem “siyasetteki yumuşama” iken, bir anda “karşılıklı restleşmeye” dönüyor.

Diplomatik plakalı araçla ülkeye sokulan “uyuşturucu” ise bu gündemin içinde önemsiz bir ayrıntı olarak kalıyor.

“Boş havuza” atlar misali konular arasında savrulurken, bu söylemlerin içini dolduracak sesin Cumhurbaşkanlığından yükselmesini bekleyen çok fazla kişi var desek yanılmış olmayız.

Bu sebeple son tahlilde kim ne derse desin, yönü çizecek, menzili belirleyecek, sınırları tayin edecek “o ses duyulmadan”, Bahçeli de dahil kimseden, ayakları yere basan bir siyaset üretmesini beklememek gerekiyor?

Bu hızlı gündem içinde yaşanan gelişme ise sadece birkaç kişinin dikkatini çekmiş olmalı ki gündemde fazla yer bulmuyor. O da Narin Cinayetinde, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan iddianame…

Hani neredeyse iki aydır yakından takip ettiğimiz, hepimizin süreci kaygı ve endişe ile izlediği, cinayetin işlendiği köyün haritadan silinmesi çağrısı yapılan o davada, hazırlanan iddianameyi es geçmemek, bize dayatılan gündemi değil, gündemden çıkarılmak istenen bu olaya mercek tutmak gerekiyor.

Narin’in cinayet öncesinde başına ne geldiği, neden öldürüldüğü, hatta kim tarafından öldürüldüğü tüm soruşturma sürecinde muğlaklığını korudu. Bu durumun iddianamede de değişmediğini görüyoruz.

Cinayeti iştirak halinde işledikleri iddia edilen abi Enes, anne Yüksel, amca Salim ve itirafçı Nevzat hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları isteniyor. Diğer şüphelilerin ise dosyaları ayrılmış halde ve süreç devam ediyor. 

Bu kişiler hakkında kasten öldürme suçundan bir işlem yapılmasını beklememekle birlikte, ileride hazırlanacak bir iddianamede bir kısım şüpheliler hakkında “suçluyu kayırma ya da suç delillerini gizlemeden” dava açılması yada dosyanın Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararla kapatılması ihtimalleri var.

İddianameyi okuduğunuzda ise aslında ezberlediğiniz bir senaryonun yazıya dökülmüş hali olduğunu görüyorsunuz. 

Öyle ki, iddianamede satır satır yazan her delilin, basına yansıdığını, raporlarda yazan tespitlerin ise kamuoyunda tartışıldığını anlıyorsunuz.

Adli Tıp Kurumu’nun yaptığı incelemelerin ayrıntıları, şüphelilerin beyanları, tartışılan senaryolar, çelişkili ifadeler, şüphelilerin delil karartma yada kolluğu yanlış yönlendirme çabaları, HTS ve baz istasyonu (cep telefonu sinyal) verileri 3 Cumhuriyet Savcısı tarafından iddianameye yazılmış halde…

Ancak gizli kalması gereken bu delillerin ve beyanların, kamuoyunun gözü önünde tartışmaya açılmasından kaynaklı temel sorun da iddianamede kolayca göze çarpıyor. O da şüphelilerden sadece birinden, yani Nevzat’tan gelen itirafın süreç içinde değişiklik göstermesi…

Kamuoyuna yansıyan her bilginin şüpheli Nevzat tarafından “hikayeleştirildiğini” rahatlıkla görüyorsunuz. Öyle ki Nevzat’ın kolluk ve olay yeri keşfi sırasında alınan beyanlarının yanında, 10 Eylül ve 21 Eylül tarihli iki Savcılık İfadesi var. Fakat anlatılan olay örgüsü hepsinde birbirinden farklı…

İşte davaya dönüşen adli sürecin temel sorununu da tam olarak bu oluşturuyor. İddianame tamamıyla Nevzat’ın birbiri ile çelişen beyanlarına dayanıyor ve cinayeti kimin, nerede, nasıl ve hangi sebeple işlediğine dair bir tespit delilleri ile ortaya konulmuş değil.

Öyle ki cinayetin hangi sebeple işlendiği, “belirlenemeyen bir sebeple” şeklinde iddianamede yer alıyor. Cinayetin işlendiği yer de Nevzat’ın beyanlarına dayanıyor fakat cinayeti kimin işlediğine dair somut bir tespit yapılmış değil!

Anne Yüksel’le amca Salim arasında ilişki olduğu, Narin’in bunu gördüğü ve Salim’in bu sebeple Narin’i öldürdüğü de bir görgüye değil, Nevzat’ın üçüncü kez değişen ifadesine dayanıyor. Peki bu ihtimalde abi Enes’in bu cinayetteki rolü ne, bunun da açıklaması iddianamede yazmıyor. Sadece anne Yüksel’in kızı Narin’in öldüğünü bildiğinden hareketle oğlu Enes’i korumaya çalıştığışüphesine dikkat çekilmiş. 

Peki anne oğlunu korumak istiyorsa, cinayeti işleyen kişi Enes olabilir mi? Ama bu konuda Nevzat’ın bir beyanı yok.Nevzat üçüncü ifadesinde, Salim’in kendisine “bu kızı ben öldürdüm” dediğini söylüyor. Narin’in cansız bedeni ortadan kaldırılmaya çalışılırken de abi Enes’in ismi hiçbir aşamada geçmiyor.

Bu dava ve yargılama süreci daha birçok tartışmayı beraberinde getirecek görünüyor. Dava açmak için yeterli olan şüphenin ise bir mahkumiyet kararı için yeterli görülüp - görülmeyeceği muğlaklığını koruyor.

Duruşmalar başladıktan sonra 4 sanık duruşma salonunda yüz yüze gelecek ve diğer üç sanık Nevzat’ın beyanlarına cevap verme imkanına kavuşacak. Yargılama sürecinde toplanacak deliller yada tespit edilecek beyanlar bizi hangi noktaya götürür tahmin etmek zor ancak soruşturma aşamasında yaşanan ve soruşturmanın gizliliğini ihlal eden bilgi sızmalarının, içinde bulunduğumuz kaotik durumun temel sebebi olduğunu söylemek de yanlış olmaz.

Bu cinayetin aydınlatılması tüm insanlığın bir görevi artık! Umarım yargı bu görevi layıkıyla yerine getirebilir ve adil bir karar verir. 

Aksi halde zaten yargıya olan güvenin azaldığı ortadayken, küçük Narin’in ölümünün üzerinin “ailenin siyasi bağlantılarıyla kapatıldığı” kanaati hakim olacak ki bu durumun telafisi mümkün olmayacak büyük bir toplumsal travmaya dönüşeceğini söyleyebiliriz.

Unutmayalım ki adalet bir kutup yıldızı gibi yerinde durur, geri kalan her şey ise onun etrafında döner. Umarım bu, Narin Cinayeti Davası’nda da bu şekilde tecelli eder.