Toplumları bir arada tutan sanatta heykeller, edebiyatta şiirler, sosyal yaşamda çeşitli merasimler vardır. Londra’da çeşitli alanlardaki anıtların İngilizlerin çeşitli muzafferiyetleri temsil eden tarihsel görüntüler olduğu anlatılır. Kadınlar günü ya da 1 Mayıs emekçiler günü gibi toplumsal anmalar da örtülü baskı ve yüceltme mekanizmalarıyla toplumları bir arada tutan sosyal şenlikler olarak görülür, daha doğrusu gösterilir.
1 Mayıs kutlamalarına döndüğümüzde, ilk saptanması gerekenin, hemen hemen her böylesi kutlamanın ya da anmanın zaman içinde yinelenmesiyle hissedilen değerinin gerilediğidir. Nitekim her dönem anmada yaşanan duygu ve coşku tedricen silinir, anma programları biraz da anlamsız ve ilgisiz bir merasime dönüşebilir. Bu düşünce ile 1 Mayıs kutlamalarına baktığımızda, pek fark edilmese bile, tiyatro simgesi gibi, gülen yüzlerin arkasında ağlayan gözlerin bulunduğu bir gerçektir. Zira her yıl mutadan kutlanan 1 Mayıs günü emekçiler neyi kutlamaktadır? Emekçi olarak, üretimlerini mi, üretimlerine yabancılaşmalarını mı, yoksa patronların kendileri üzerinde uyguladığı sömürüyü mü kutlamaktadırlar? Aynı durum ücret konusunda da geçerlidir; emekçiler asgari ücrete, asgari ücretin patron-devlet tarafından belirlenmesine itiraz ederken neden farkında olmazlar ki, asgari ücret üzerinde pazarlık yapmak, emekçi hakkından, üretimlerinin gerçek karşılığı ücretten vazgeçmektir.
Bu konuyu biraz açmak gerekir. Bir kere, “emekçi” ifadesi kullanıldığında, Marx’ın fevkalade isabetle sözünü ettiği gibi, “emekçi” lafı, bir insanı değil, bir insanın çalışmak amacıyla sermaye sahibine sattığı belirli zaman boyutundaki emeğini ifade eder. Diğer bir ifadeyle, “emekçi” sözcüğünü kullandığımızda zımnen “patron”u da devreye almış olarak bir sistemi, kapitalizmi ifade etmiş olmaktayız. Kısacası “emekçi” sözcüğü, hiç dolandırmaya gerek kalmadan, doğrudan kapitalist sistemi işaret eder. Ne acıdır ki, kapitalist sistemde boğaz tokluğuna emeğini satan emekçi, yani satıcı, üretimini toplum için değil, patronu zenginleştirmek için yapar. Kısacası, toplum için gerçek üretici emek olduğu halde, sahnede üretici olarak patron görülür. Toplum için üretim yapan insana ise, emeğini satan kişi anlamında “emekçi” değil”, “sosyal emek” sıfatı layık düşer. Bu tartışmaları salonlarda yapıp, sağladığımız sonuçları meydanlarda kutlamak daha anlamlı olmaz mı? Bu kazanım uzun mücadelelere baliğ olmakla beraber, hiç değilse, sermayenin ve devlet aklının kulağını “sosyal emek” kavramı ile çınlatıp, biraz akılları karıştırmanın 1 Mayıs yorgunluğuna değer olduğunu düşünürüm.
Kapitalist sistem, üretim ve üretimin değeri kavramları bizi Marx’ın eseri Kapital’deki şu başlangıçtaki zarif, zarif olduğu kadar da politik iktisatçılara serzeniş ima edici cümlesine götürür: “Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği, ‘muazzam bir meta yığını’ olarak görünür: bunun basit biçimi tek bir metadır. Bu nedenle, incelememiz, metanın analiziyle başlıyor.” Marx, kapitalizmin zenginliğini “muazzam bir meta yığını” olarak tanımlarken, kapitalizmi kendisinden yaklaşık bir asır kadar önce ortaya koymuş olan Smith-Ricardo ve benzeri politik iktisatçılara serzenişte bulunmaktadır. Marx’ın politik iktisatçıları hedef alan serzenişi, mealen, şudur ki: “bir meta üretimi olan sistemin tanımını yapanlar sizlersizin. Fakat sizler bir yandan metaı yaratanın emek olduğunu ifade ediyorsunuz, bir yandan de kapitalist sistemi inşa ederken emekçileri unutmuş ya da ihmal etmiş oluyorsunuz.” Keza klasik iktisat ekolünün zirvesindeki Ricardo dahi emek üzerindeki sömürü olgusunun perdesini kaldıramamış, ücret karşısında oluşan emek sömürüsünün ortaya koyuluşu Marx’a nasip olmuştur.
Bir zamanlar Öğretim Elemanları sendikası adıyla kurulmuş olup, sonraları KESK’e dâhil olan bir sendikal örgütlenme vardı. Bu örgütte biz akademisyenler şöyle bir karara imza atmıştık. 1 Mayıs kutlama gününü dışlamadan, bütün Mayıs ayı ‘emekçi ayı’ olarak ilan ve kabule edilerek, bu bir ay boyunca emekçilerle salon toplantıları yapıp, bu toplantılarda ‘emek-sermaye karşıtlığı’, ‘ücret-sömürü karşıtlığı’, ‘emek-devlet-hükümet karşıtlığı’ gibi politik konuları emekçilerle tartışalım. Bu görüşümüzü bazı sendikalara yansıttık, fakat tahmin edileceği üzere, projeye sıcak bakılmadı ve proje akim kaldı.
Her sefer yazdığım gibi, birey ve toplum analizlerinde Marx ile Freud’u bir araya getiren ortak bir düşünce vardır. Her iki düşünüre göre de, yüzeyde sakin ve durağan gözüken varlıklar içsel dokularında çelişkili ve çatışmalıdır. Marx’a göre toplumlarda ‘emek-sermaye çatışması’, Freud’a göre ise insanda ‘id-ego-süper ego çatışması’ içsel çatışmalı hastalıklı varlıkları ifade eder.
İnsan bazen düşünmeden edemiyor; keşke her konuyu derinliğine bilmesek, acaba daha mutlu olur muyduk? Kim bilir, belki de!
Çok Okunanlar

Reyting sonuçları açıklandı! 7 Mayıs Çarşamba günü en çok izlenen yapım ne oldu?

Gelinim Mutfakta 8 Mayıs Perşembe puan durumu: Bugün çeyrek altını kim aldı?

2025 kurban bedelleri açıklandı

Bu kuşak kendisine biçilen sessizliği artık kabul etmiyor!

BEDAŞ İstanbul'da bugün elektrik kesintisi yaşanacak ilçeleri sıraladı

Cumhur İttifakı'nda büyük kayıp! Anket sonuçları ortaya çıktı

Ben Atatürk Orman Çiftliği: 100 yaşındayım

‘İletişimi anlamak insanı ve toplumunu anlamaktır’

Müzik kursunda iğrenç olay! Öğrencilerinin gözünü bağladı, 'tadım oyunu' oynadı

Anonymous'tan Erdoğan'a mesaj