23 Nisan 1920 Ulusal Egemenliğin ilan günü. İstilacılardan ülkenin temizlenmesi ve ulusal bağımsızlığın yükseliş günü! Aradan 104 yıl geçti, köprülerin altından çok sular aktı ve bugün onlarca yabancıya el avuç açma durumuna düştük.
Neden böyle oldu? Acaba birinci düğmeyi yanlış mı ilikledik de izleyen tüm düğmeler yanlış mı iliklenmiş oldu da bizi buralara taşıdı? Bunun tahlilini yapmak, bu yazıları aşarcasına, koskoca bir asrın ülke ve dünya koşullarının irdelenmesi anlamına gelir. Yine de kısaca bazı ana hatlara bakmaya çalışalım.
23 Nisan 1920 günü aydınlanma felsefesinden yoksundu. Zira aydınlanma hareketi için, 5 Şubat 1937 tarihinde laiklik ilkesinin bir anayasal hüküm olarak kabul edilmesine kadar beklemek gerekiyordu. Diğer eksiklik de, 23 Nisan 1920 harekâtının siyasal demokrasi harekâtı olarak, tüm halkı ekonomi bağlamında kapsayacak şekilde ekonomik demokrasi anlayışından uzak olmasıdır.
Ulusal hâkimiyet, ulusun tümünü toplumsal karara dâhil etmeden, parlamento yoluyla üstten yönetim anlayışıyla kurgulandığında, yapının burjuva hâkimiyetine dönmesi kaçınılmaz kaderdir. Siyasi partiler ve partiler üzerinde kurgulanan parlamenter sistem, kapitalizmin zaman içinde gelişmesi ve gelir dağılımının bozulmasıyla halktan uzaklaşır ve sermayenin siyasi ajanı olmaya yönelir. Hatta kuruluşun ilk dönemlerinde, gelir dağılımının görece adil olduğu aşamalarda parlamento halk meclisini andırır olabilir, fakat zamanla gelir dağılımı bozuldukça parlamento ve alınan kararlar ulusal halk çıkarı anlayışından uzaklaşarak burjuvazinin çıkarı halk çıkarı olarak algılanmaya başlar. Başlangıç dönemlerinde, çift kutuplu dünya sistemi huzur veriyordu. Ne var ki, çift kutuplu balayı dönemi sonlandırılıp gerçek dünya ile karşı karşıya gelince boy resmimizi gördük. Kâbustan uyanışta korkunun yerini sükûnet alırken, rehavetten uyanışta sükûnetin yerini endişe ve korku alır. İşte bugünler!
Bugünlere nasıl geldiğimiz meselesini çok konuştuk, emperyalizmi suçladık, fakat bu hikâyeyi bence tam olarak yerine oturtamadık. Acaba kuruluş hatası mı yapıldı, yoksa yürüyüş hatası mı meselelerinin tartışılması bugüne de ışık tutar. Meseleye biraz yukarıdan bakarsak, bu konuda iki ciddi teknik hatanın yapıldığını düşünüyorum. Bunlardan birincisi, Türkiye’ye küresel kapitalizm koşulundan bağımsız bakıp, analizlerin salt ülke içi siyasi ağırlıklı ya da kısmen iç ekonomik kararlar ve/veya politik davranışlar çerçevesinde yürütülmesidir. Oysa küresel kapitalizmin manevraları ve iç ekonomiyi sarsması/savurması odağa koyulmadan, salt siyasi kararlar gölgesinde hiçbir şey netleşemez, anlaşılamaz. Tarih, politikacıların kararları ile değil, nesnel koşullarla irdelenir. İkincisi ise, analiz yöntemi ile ilgili olarak, gerek siyaset, gerek ekonomi ve toplumsal yaşam alanlarında zarf ile mazrufu karıştırarak, beyhude çaba ile bir yere varılmaya çalışılmasıdır. Birinci konuya örnek olarak, Türkiye’nin sadece 1930’larda kısa süren Devletçilik dönemi dışındaki –o da belirli koşullarla- tüm dönemlerin ne tür emperyalizme girdiği Türkiye ve dünya ekonomisi bağlamında net şekilde analiz edilip, anlaşılmalıdır. Bu yapılmadığı gibi, bu sürecin düğümlendiği ve Türkiye’nin bugünlere sürüklenmesinin tali müsebbibi olarak, 2000 IMF-Derviş programının anatomik yapısı da, “Güçlü Ekonomiye Geçiş” programının amacı da, “yetmez, ama evet” aymazlarının suratına çarparcasına irdelenmemiştir, hâlâ da irdelenmemektedir. İkinci konuya örnek olarak ise, ekonomik ve siyasal olaylarda ana etmen ile taşıyıcı aygıtların birbirinden ayrıştırılarak, güçlü bir sosyo-ekonomik analizin yapılmamasıdır. Örneğin, enflasyonu salt bütçe açığına ya da para basımına veya ücret yükselişlerine bağlamak, en hafifinden aymazlık, analitik düzeyde ise cehaletten başka bir şey değildir. Ülke ekonomisini, içinde yüzdüğü sosyo-ekonomik havuzun oluşturduğu geniş çerçeveden soyutlayarak ele almak yetersizdir, resmin tümünü kapsamadığı gibi, görüntüyü de yanlış aksettirir. ABD, İngiltere ya da Almanya gibi ekonomiler kısmî analiz yönetimiyle anlatılabilirler, fakat maalesef Türkiye’nin böyle bir şansı asla yoktur. Bunun ötesinde, yabancı yazım ya da kaynak aşinalığı da araştırmacıları Türkiye’ye yabancılaştırmaktadır.
104 yıl ara ile 23 Nisan’ların altından çok sular geçmiş, anlamlar bir hayli değişmiş olmakla beraber, başlangıcı ve süreci irdeleyerek, hiç değilse bugünün çocuklarının aydınlık geleceğe yürümesi dileğimle!
* Bu yazı, 21 Mayıs 2024 tarihinde Gazete Manifesto’ya göndermiş olduğum yazımın kısaltılmış halidir.
Çok Okunanlar
Arda Güler, 6 gollü maçta Real Madrid tarihine geçti!
Çilli Bom’un bestecisi Kenan Küçüközcan kimsesizler mezarlığına defnedildi
AKP'nin ittifak ortağı MHP'den asgari ücret ve emekli maaşı önerisi geldi
THY kara listeye aldı: Abdulkadir Özcan kimdir?
Petlas, Abdülkadir Özcan için kararını verdi
AKP'nin en düşük emekli maaşı için düşündüğü rakam kulislerden sızdı!
En hızlı fakirleşen ve zenginleşen illeri belli oldu
Athletic Bilbao maçındaki hatanın perde arkası ortaya çıktı!
14 Aralık 2024 Cumartesi günü yayın akışı: Kanal D, ATV, Show TV, TRT 1
Esad'ın Moskova'ya gitmeden önceki son çağrısı belli oldu