Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.471

Ahlak ve Din

Siyaset mi insanları şaşırtıyor da, siyasiler toplumun hizmetkârı olduklarını unutup, hadlerini aşarak, insanlara öğüt vermeye kalkıyorlar, yoksa şaşıranlar mı siyasete giriyor, bilemiyorum. Böyle hemen konuya girer gibi oldum, ama önce birkaç gerçek olaydan söz edeyim, sonra ana konuya gelelim.

Geçmiş zamanlarda İngiltere’den Economist Bookshop diye bilinen bir kitapçıdan mesleğim icabı kitap sipariş ederdim. Bir seferinde siparişime gelen yanıtta, stokta istediğim kitabın mevcut olduğunu, fakat yeni baskısı yapılıyor olduğundan, hangisini tercih ettiğimi sordular. Şimdi, ben de sizlere şunu sorayım: Ülkemizde bir kitapçının böyle bir davranış sergileyebileceğini düşünebilir misiniz? Doğrusu, ben bu konuda biraz kuşkuluyum. Acaba, İngiltere’deki kitapçı Allah korkusu ile mi, yoksa medeni bir toplumun kazandırdığı ve içselleştirdiği dürüst davranış kuralına uyarak mı böyle davranmıştır? 

Bir başka örneğe bakalım.  Bir zamanlar Vergi Konseyi’nde görevli idim. Müşteriye satış fişi vermeyen esnafa kapatma cezası veriliyordu. Esnaf birliği bu cezanın kaldırılarak, paraya tahvil edilmesini talep ediyordu. Bir makalede, İngiltere’de vergilerin etkin uygulanmasında para cezası, hapis ve toplumsal baskı şıkları arasında en etkili olanın “toplumsal baskı” olduğunu okumuştum. Bu görüşle, Komisyonda ben de Esnaf Birliği’nin görüşünü savundum. Bu savunmama karşı maliye elemanlarından “Hocam, bizde bu kurallar ters çalışır, zira bir şekilde vergi ziyaı nedeniyle ceza alan mükellef toplumsal cezaya değil, ‘bravo, nasıl yapmış, biz de bir yolunu bulalım, hatta cezadan da kurtuluruz’ şeklinde taltif edilir” şeklinde önceden hiç düşünmediğim savunma geliştirdiler. Peki, maliye elemanlarının uzun deneyimlerinden öğrendikleri insanımız davranışını nasıl yorumlamalı? Acaba insanlarda Allah korkusu mu yok, yoksa sistem mi insanları usulsüz davranışlara itebilmektedir, diye düşünmemiz gerekmez mi? O zaman Allah korkusunda uzakta olan toplum mu, yoksa toplumu böylesi batak işlere sürükleyen siyasi yöneticiler midir? 

Kutsal kitaplarda yüce yaratıcının en ücra yerde dahi yapılanları gördüğü, her şeyden haberdar olduğu belirtilir. Bu soyut ifade yoruma tabidir. Bunun anlamı şu olabilir ki, bir insan her yaptığı işin bizzat sorumlusudur, kaçamak yoktur ve her işinden kendi denetiminde olarak, sorumlu olmasıdır. İnsanın ahlak anlayışının zayıflığı böylesi kişisel denetim ve sorumluluktan vazgeçmesi anlamına gelir. Bundan dolayıdır ki, ahlak konusu vicdan konusu ile elele yürür. Kimsenin görmediği ve ulaşamadığı, hatta zifiri karanlıkta yapılan bir fiilin dahi Yüce Yaratıcı’nın bilgisi dâhilinde olması demek, bu fiilin bizzat fiili işleyenin bilgisi ve sorumluluğu dâhilinde olması demektir. Bundan dolayıdır ki, her olay, ne denli gizlilikte yapılırsa yapılsın yapanın vicdanını rahatsız eder, etmelidir. İşte laik ahlak budur: Hiç kimsenin göremediği, duyamayacağı bir fiili yapanın o fiilden sorumlu olduğunun bilincinde olmasıdır. Bu demektir ki, ahlak bilinci vicdan ile beslenir ve yükselir. Vicdanı olmayan bir insan yaptığı ahlaksızlığa her türlü kılıfı bulabilir. 

Bu konuda her gün yüzlerce örneklerle karşılaşıyoruz. Örnek mi? Kamu personel sınavında fevkalade başarılı olanların mülakatta parti bağlantısı ya da görüşü nedeniyle başarısız gösterilip, daha düşük puan alanların gerisine itilerek ayıklanmasının önce vicdanla, saniyen ahlakla nasıl bir alakası kurulabilir ki? Daha da ileri gidelim, seçime gidilirken topluma kamu istihdamında mülakatın kaldırılacağı ve başarı puanının esas alınacağı sözü verilip, seçimden sonra eski tas eski hamam uygulamaya devam edilmesinin hangi ahlak anlayışı ve vicdan muhasebesi ile ilgisi kurulabilir ki! 

Bu faslı kapatmadan, bir de Barış İmzacıları davasına bir göz atalım. Bu davada, toplumun vergileri ile çalışan savcıları ve yargıçları meşgul edip, bir kaç bin akademisyeni mesleki faaliyetinden yoksun bıraktıktan sonra, son aşamada çoğunun Anayasa Mahkemesi’nde bir oy farkla(!) ifade özgürlüğüne dönüştürülme projesinde ahlak ve vicdan aranabilir mi? Milletin vergisinin böylesi harcanmasının nasıl bir ahlaki ve vicdani boyutu olabilir ki? Basın ve akademi üzerindeki anlamsız baskı ve yandaşlaştırmayı ahlaki açıdan nasıl açıklayacağız? 

Devlet mekanizmasının işletilmesi, milletvekillerinin milletin değil de parti başkanının vekili gibi çalışma koşul ve konumları ve daha birçok konunun herkes de biliyor ki ne ahlak, ne de vicdanla açıklanabilir yönü vardır. Görülüyor ki, saya saya bitiremeyeceğimiz bir dizi olayın ne ahlakla ne de vicdanla bir ilgisi bulunmaktadır. Keşke olsa, o zaman devlet de daha iyi yönetilir, işler de daha anlaşılır olur ve Türkiye’nin uluslararası saygınlığı da daha yüksek olur. 

Peki, nasıl oluyor da siyasiler durmadan halka din telkini yapmakta, ahlakı konusunu din ve Allah korkusuna bağlamaktadır. Bu meseleyi tartışmaya geçmeden psikolojide çok ünlü olan bir yaklaşımdan söz edelim. O da şudur: bir insan hangi alanını kendinde ve örgütünde eksik hissediyorsa devamlı olarak o konudan dem vurur. Örneğin, saldırgan bir kişi saldırganlığın yanlış bir şey olduğu gibi örtülü savunmalarla içindeki patolojiyi baskılar. İşte ahlak ve beraberinde yürüyen vicdan meselesi de böyledir. Ahlaka sığınan siyasiler millete verdikleri demeçlerde aslında kendilerinin ne denli dindar, ahlaklı ve Allah korkusu taşıyan insanlar olduğu mesajını vererek, oy avcılığı yapmaktadırlar. AKP, olağan bir siyasi parti olmayıp, gerici-cemaatçi toplum yapısının siyasallaşmış görüntüsüdür. Siyasi erkin toplumu çağdaşlıktan ve bilimden geriye çekmesi nasıl bir ahlak ve vicdan anlayışıyla sindirilebiliyorsa, toplumu dincilik ve gericilik dokusu ile tutmaya ve gütmeye çalışmaktadır. 

İmam hatip cemaati tüm yeryüzü dinleri hakkında felsefi bilgiye, Kant’ın ahlak felsefesi hakkında bilgiye sahip olsaydı, o zaman kutsal kitabın ayetlerini ve hadisleri lafzen değil, mealen yorumlar ve anlarlardı. Kutsal metinlerde çoğu hükümlerin veya söylemlerin mecazi anlamı olduğu malumdur.  Örneğin, dünyanın altı günde yaratılmış olduğu hükmünde, herhalde sözü edilen altı gün haftanın günleri değildir. Benzer şekilde güzel bir söz olan “cennet anaların ayaklarının altındadır” sözünde de somut olarak annelerin ayaklarının altı kastedilmemekte; dokuz aylık hamilelik, sonrası bakım ve özellikle de çocuğu doğruluk ve dürüstlük açılarından yönlendirme işlevi ile yükümlü kılınan annenin çizdiği yolun cennete gidilen yol olduğu, annenin değerinin bilinmesi ve öğretilerinin yolundan gidilmesiyle anlamında olduğu kastedilmektedir. Buna analojik olarak âlimlerin ve hocaların gölgelerinin uzun olduğu söylenir. Bu sözün yorumu da benzerdir. Şöyle ki; bu sözle, hocaların ilminin ve feyizlerinin yetiştirdikleri ve yol gösterdikleri talebeleri vasıtasıyla vefatlarından sonra da devam ederek gelişeceği anlatılmaktadır. 

Ahlak ve vicdan soyut ortamda gelişemez. Batı’nın daha ahlaklı görülmesi belki içinde bulundukları varsıllık ve sosyal koruma çemberinin de bir sonucudur. Türkiye’mize baktığımızda, burada hiç fazla laf etmeye gerek yok, zira yandaş şirketlere ve emperyalistlere ülkeyi peşkeş çektikten sonra durum ortadadır ve bu durum topluma ahlak telkin eden siyasilerin de fevkalade bilgisi dâhilindedir. Böyle bir toplum ahlaken çökmeye meyyaldir. Eğer toplumsal ekonomik durumdan ve gidişattan siyasiler sorumlu ise ve toplumsal koşullar genel ahlak ve vicdan değerleri üzerinde etkili ise, uygulanan ekonomi ve siyasi politikalarla toplumu bu hale sürükleyen siyasilerin durmadan topluma telkin ettikleri Allah korkusu ve ahlak ve vicdan anlayışın sebebi, kendi iç tedirginliklerinin dışa vurumu mu, yoksa Allah’ın adıyla toplumu aldatmak mıdır, acaba? Siyasiler meseleye bir de bu açıdan bakabilseler hem kendilerine hem de topluma daha yararlı olabilirler. 

Allah korkusu, ahlak, vicdan ve siyasi yönetim, Kuran kurslarının toplumsal yararı, milletvekili tavrı, hatta tüm siyasi yapının tavrı; tüm bu dokular açısından, hepimizi yakından ilgilendiren, 10-14 aileden oluşan Tavşantepe köyünde(!) 8 yaşındaki kızın katli ve seyreden süreç, toplumsal ve siyasal açılardan görülmesi gereken çok şey barındırmıyor mu?