Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,8822
Dolar
Arrow
34,0393
İngiliz Sterlini
Arrow
44,9689
Altın
Arrow
2822,0000
BIST
Arrow
9.577

Bir OVP daha devreye girdi, girdi de!

Bir Orta Vadeli Program daha devreye girdi, girdi de acaba ne oldu, ya da ne olacak? Bu OVP’ler acaba halkımız için mi, yoksa kârlı kazanç arayan serseri sermaye için mi? Bu yazıda OVP’nin rakamlarını dışarıya atacağız ve konuyu sosyo-ekonomik boyutu ile tartışacağız.

Ne hikmetse, OVP’nin sunumu arifesinde Fitch de Türkiye ekonomisi için olumlu bir rapor yayınladı. Peki, bu rapor bizim emekçilerin, emeklilerin, okula giden çocukların ve gençlerin sorunlarına değindi mi, ya da çare oldu mu? Hayır, olmadı! Zaten böyle bir şey beklenmiyordu, çünkü Fitch ve benzeri derecelendirme kuruluşları iç ekonomi ya da ülke halkı için yayınlanmaz. Fitch ve benzeri değerleme kuruluşları, yayınladıkları raporlar ve yaktıkları işaret lambalarıyla uluslararası sermayeye bir tür “uygunluk derecesi” işareti vermektedirler. Diğer bir deyişle, Fitch ekonominin iç durumu ve görüntüsü ile ilgili değil, ekonominin yabancı sermayeye, ne pahasına olursa olsun, ne kadar hizmet edebilir, yani ne kadar sömürülebilir koşulu ile ilgilidir. Fitch’in yaktığı yeşil ışık ekonomimizin ne denli sömürüye açık ve elverişli olduğunu göstermektedir. Bu sinyal halkın aleyhinedir. Fakat özellikle de Türkiye’nin de içinde bulunduğu acilen sıcak paraya gereksinim olduğu durumlarda Fitch’in bu sinyali siyasilerin hoşuna gider, çünkü sıcak para ekonomiye girdiğinde ekonomiye canlılık getirir ve bu canlılığı siyasilerin becerisi olarak yorumlayan aziz halkımız da “yine bu yaptı!” imanıyla, ödeyeceği faiz yükünü dahi algılayamadan, siyasilere prim verir. Sonuç ne olur? Aynen 2000 IMF-Derviş programında olduğu gibi, ülke içeriden kuşatılır, yabancı sermayenin çıkarını ülke çıkarının üzerinde tutan siyasiler yap-işlet-devret ya da kamu-özel ortaklığı ile birinci dönemde ülkede olağanüstü maliyetli süslü yatırımlara girişir, ne var ki ikinci dönemde ülke halkı uzun süre bu tazminatı ödemeye mahkûm olur ve krize sürüklenir. Fitch ikazından sonra, OVP’de bütçenin halk yararına büyütüleceği, sosyal politikalar uygulanacağı gibi zıt başlıklara yer olabilir mi? Tabii ki, Fitch ve benzeri derecelendirme kuruluşlarının ima ettiği küçük bütçe, küçük bütçe açığı, büyük büyüme [nasıl olacaksa] ve sıkı para ve maliye politikası uygulamaları ve düşük enflasyon görüntüleri olmazsa olmaz koşullar olarak OVP’de yer almalıydı. 

İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde Türkiye ve benzeri ekonomiler “geri kalmış ekonomiler” konumundan” “gelişmekte olan ekonomiler” konumuna yükseltildiler, Bretton-Woods görüşmeleri ile kabul elen bu kurallar çerçevesinde Dünya Bankası bizlerin sorunlarını çözmeye yönelik olarak geliştirildi. Dünya Bankası fonları ile bir yandan gelişmekte olan ekonomilere proje-kredisi desteği verildi, diğer yandan da bir dizi öğretim üyesine kalkınma konusunda eserler yazdırıldı. Bundan dolayıdır ki, kalkınma konusundaki eserler genellikle 1945-55 aralığında yayınlaşmıştır. Yayınlanmış tüm eserlerde kesinlikle sömürü yer almamıştır. Kalkınma meseleleri bağlamında sömürü kavramı daha sonraları Paul A. Baran, Paul M. Sweezy ve Ernest Mandel gibi Marksist düşünürler tarafından gündeme getirilmiştir. 2008 neoliberal politikalar devreye girdiğinde ise, gelişmekte olan ekonomilerin adı ve niteliği yine değiştirildi, bu kez bizim gibi ekonomilere gelişen piyasalar “emerging markets” adını uygun görüldü. Son gelişmeyle, Sovyetler de çöküşte olduğundan,   hemen hemen tüm ekonomiler aynı düzlemde ele alınmaya başladı. Ondan dolayı 1999 krizi ertesinde Türkiye’ye IMF gelmiş ve 2000 programını yapmıştır. Şunu belirtmek istiyorum ki, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin yanyana gelmesi, gelişmekte olan ekonomiler için belki gurur verici olabilir, fakat ekonomik sonuçları itibariyle yararlı olamaz. Nitekim 2000 IMF programı uygulanırken ekonominin olumlu seyrettiği söylenir, hatta bu söylem bazı meslektaşlarımızın da dilinde pelesenk olmuştur. Çünkü yap-işlet-devret ya da kamu-özel ortaklığı ile uluslararası sermaye geldi ve işler canlandı. Peki, sonucu ne oldu? İşte, AKP’nin ikinci dönemi yaşanıyor. Kısacası, AKP’nin tüm dönemi bir bütündür. İlk dönemde sabun köpüğü yaşandı, ikinci, dönemde ise sabun köpüğünün faturası gündeme geldiği için krizde seyrediyoruz. Meseleleri bütünsellik ve sebep-sonuç ilişkisi içinde ele almayıp, anlık oluşumlar olarak algılamak, bizleri hiçbir zaman doğru sonuca götürmez. 

OVP, aynen bir otomobilin motorunun çalışmasının göstergelerde görülmesi gibi, ekonominin işleyişinin sonuçlarını gösterir. Kısacası, OVP yüzeysel hedeflenen görüntüler cetvelidir. Peki, bu görüntüler nasıl ve/veya ne kadar sağlanabilecektir konusu meçhuldür. Gerçi programın ara sayfalarında alınması gereken bazı önlemelere yer verilmiştir, ancak, her kamu programında her alanda tüm tedbirlerin alınacağı yazılır, fakat kayda değer hiçbir şey yapılmaz. Bundan dolayıdır ki, her programda, hatta yıl aralarında bazı tahminlerde değişikliğe gidiler. Henüz kalkınma aşamasını tamamlayamamış, orta gelir tuzağından çıkamamış olan ekonomimizin orta vadeli programa değil, ciddi uzun vadeli planlama ve programlama sistemine ihtiyacı vardır. Böyle bir planlama-programlana ve bütçeleme sistemine 1961 Anayasası doğrultusunda geçilmiştir. Ne var ki, kapitalist devlet yapıları böylesi kapsayıcı planlamaya yatkın olmadığı gibi, uluslararası sermaye de buna izin vermez. Bu sistem, siyasilerin halkın plana değil pilava gereksinimi var söylemi ile kaldırılmamış, fakat fiilen uygulanmamıştır. Benzer bir girişim, Türkiye İşçi Partisi tarafından “Demokratikleşme İçin Plan-1978-1980” başlıklı bir çalışma ile yapılmıştır. Bu da malum süreçlerle akamete uğramıştır. Farklı yapı ve dokularda olmakla beraber iki planlama faaliyetinin de akamete uğraması meselesini ciddi olarak düşünmeliyiz; acaba her iki planın da akamete uğraması rastlantısal mıdır, yoksa ülkenin ve hükümet yapısının politik bağlantıları ile mi alakalıdır? Evet, her sistem kendi siyasi kadrosunu çıkarır ve bünyesine uygun aracı kullanıma sokar. Hükümet yapılarının kapitalist ve sermaye yanlı olmaları onların sadakatsizlikleri ya da sistem aşkları ile ilgili olmayıp, sistemlerin organik yapıları ve kurumları yapılandırmaları ile ilgilidir. Meseleyi, maalesef istediğimiz şekilde düşünemeyiz. Fakat sistem içinde hapis edilmişliğimiz geçerli ise, sistemin sonuçlarını öngörmeye ve ona göre önlem almaya çalışmalıyız. Bu konuda ünlü bir söylemi kaydedemeden geçemeyeceğim: Rosa Luxemburg’un “ya sosyalizm, ya barbarlık!” söylemi. Avrupa hükümetlerinin dahi tedricen sağ ve despotik yapılanmalara kayması içimizi ürkütüyor olmalıdır.