Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.471

Çay üreticileri ve seçimler

  Ekonomi yazınında “seçim bütçesi” ya da “seçim ekonomisi” olarak bilinen bir kavram vardır. Mesele şudur: toplumun herhangi bir kesimine verilecek maaş ya da zam tüm zamana yayılmayıp, seçim öncesi döneme denk getirilerek, yapılan ödemeden azami yarar sağlanmaya çalışılır.

Bu uygulama hemen hemen tüm kapitalist ekonomilerde görüldüğü gibi, açıktır ki, görüş ufku çok dar olan geri toplumlarda daha güçlü çalışır. Ona rağmen, bu tür uygulamalar tüm toplumlarda makul karşılanır ve bir seçim hilesi olarak algılanmaz. 

Fakat AKP’nin seçim numaralarının haddi hesabı olmadığı için toplum istisnai dönemlerde bir defaya mahsus olarak değil, her defasında kandırılıyor. Bir acayip sözcük olan “kandırılmak” son iktidar dönemlerinde hem seçmen hem de seçilenler nezdine araçsallaştırılarak tehlikeli bir şekilde normalleşmeye başladı. Bilindiği üzere, bir kez kandırılmak olağandır ve makul karşılanır, fakat ikinci ve üçüncü kez kandırılan bir kişi veya toplumda bir bozukluğun olduğu kesindir. Umarım yanlış düşünüyorumdur! 

Gelelim başlıkta belirttiğim çay meselesine. İlgililerin anlattığına göre, çay derhal hasadı yapılıp kurutularak, fazla vakit geçirmeden işleme merkezine ulaştırılması gereken nazik bir üründür. Üretici son iki secim döneminde de AKP kurnazlığına tav olmuş,fakat seçim beklentisinin olmadığı bu yıl hem devletin verdiği fiyat düşük, hem de kamu kuruluşlarının alma kapasitesi daraltılmış, kısacası üretici, kurt gibi bekleyen tüccara mecbur ve mahkûm edilmiş.

Doğru söylemek gerekirse, böylesi bir saflığa bu sonuç müstahaktır, demeden edemiyorum! Bugünkü anormal fiyatlardan yakınanların bir kısmı da son seçimde bile iktidara oy verdikleri söyleyerek, bugün nedamet göstermekteler. Sanki AKP 22 yıldır ülkeyi yönetmiyor da, son seçimde karşımıza çıktı ve mahzun tavırlarla bizden oy istedi, biz de geçmiş uygulamalarla ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadan, bir de bu partiyi deneyelim diye AKP’ye oy verdik, fakat beklediğimiz gibi çıkmadı. Değerli dostlar, AKP başkanı değil mi, seçimlerden çok önceleri de demokrasiyi tramvaya benzeterek, gerektiği yerde binilip, gerektiği yerde inileceğini söyleyen şahıs! Doğrusu bu kadar açık ve dürüst bir ifadeden sonra nasıl aldanılır, hele de 20 yılı aşkın sürede kafasına göre yönetim sistemini millete dayatma becerisini gördükten sonra! Herkes hak ettiği yönetime kavuşur, eğer ders alınmazsa! 

Türkiye’nin tarım politikası iki politik oyundan fevkalade tehlikeli biçimde zarar görmüştür, görmeye de devam etmektedir. Bunlardan birincisi, Batılı emperyalistlerin ülkemizin tarımını çökertme manevralarına tav olarak tarımın ticarileşmesi politikasına geçilmesidir. Tarımın ticarileştirilmesi çiftçinin tüccarın insafına terk edilmesiyle, güçlü Batı tarımı karşısında ülke tarımının öldürülmesidir. Bu süreç şöyle çalışır: Tüccar ekiciye ülke koşullarına göre değil, dünya koşullarına göre fiyat verir. Bunun sebebi, iç üretim maliyetinin dünya fiyat düzeyinin üzerinde seyretmesi durumunda tüccarın görece ucuz ithalat yaparak iç piyasada yüksek fiyattan satıp yüksek kâr sağlama yolunu seçmesidir. Kısacası, tarımın tüccarın insafına terk edilmesi, diğer bir deyişle üretimin küresel verimlilik koşullarında sağlanması dayatmasının anlamı, ileri küresel koşulların ekici üzerinde demoklesin kılıcı gibi baskı oluşturmasıdır.

Batı tarımı sanayi tarımına geçmiş olduğundan verimliliği çok yüksektir. Hal böyle olunca, pahalı girdilerle üretimini sürdürmeye çalışan üretici dünya fiyatları karşısında yenik düşmektedir. Bunun sebebi de, genel üretimde verimsizlik yanında, genel ekonomik istikrarsızlık ve/veya tasarruf yetersizliğine bağlı olarak gerçekleşen yüksek kurdan her sektörün olduğu gibi, tarımın da olumsuz etkilenmesidir. Doğal olarak tarımda geri makineleşme farklılıkları da dünya tarımı karşısında ülke tarımını olumsuz kılmaktadır. Durum bu iken, tüm kalkınma politikalarına koşut olarak, makineleşme ve sanayi girdilerinin sağlanması yoluyla tarımın da kalkındırılması gerekiyorken, tam ters politikalarla, sübvansiyonların daraltıldığı ve yüksek kur koşullarında tarım kesimini dünya fiyat ve verimlilik düzeyinde üretim yapan ileri ülke koşullarıyla çalışan tüccara tesliminin tarımı katletmek olduğu gün gibi ortadadır. Bu politikanın başlangıç tarihi, eskilere, Özal ve daha geri dönemlere kadar gider.  

Tarım sektörünün karşılaştığı ikinci tehlike ise, iktisat yazınında örümcek-ağı teoremi olarak bilinen, fiyat-üretim ilişkisinin zaman içinde ters etkileşimi sonucunda tarım kesiminde diğer sektörlerden farklı işleyişidir. Şöyle ki, bir dönemde ürüne yüksek fiyat verildiğinde ekici bu mesajı üretimin arttırılması şeklinde algılar ve üretimi arttırır, fakat talep aynı hızda artmayacağı için gelecek dönem fiyat düşer. Bu kez üretimi kısan üretici talebin aynı hızda kısılmaması nedeniyle fiyat artışları ile karşılaşır. Kapalı ekonomi modelinde çalışan bu teorem açık ekonomi modelinde işlemez, fakat bu kez de tarım kesimi, yukarıda kısaca anlatılan, dünya fiyatları karşısında ezilebilir. Türkiye gibi henüz tam kalkınmasını yapamamış ülkelerde her koşulda ülkede gıda güvencesinin sağlanabilmesi için devletin bir eli tarımda olmalıdır. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Toprak Mahsulleri Ofisi silolar inşa ederek, çiftçiden ürününü makul fiyattan alıp, depolayıp piyasaya aşırı fiyat dalgalanmasına mahal bırakmayacak şekilde denetimli arz ederdi. Bu durum tüccarı tarım alanından uzak tuttuğu için, doğal olarak, devlete hâkim olan tüccar kesimlerin devletin tarımdan uzaklaşması talebini/dayatmasını gündeme getirdi. Hiçbir alanda plan ve programı olmayan hükümetler de bu talebi adeta modernleşme, hatta etkinliği ve üretimi yükseltme talebi olarak algılayarak bugünkü politika ve sonuçlara ulaştık.

Tarım politikasının bir veçhesi de, nüfus ve ekonomik faaliyetlerin kırsal kentsel dağılımında optimal koşulda hem gıda güvenliğinin güvence altına alınmasını hem de nüfusun ülke sathında makul yayılışının sağlanmasıdır. Bir ülke ne beton tüketir ne de siyasilerin cebini dolduran rant. O nedenle, tarım ve kentleşme politikaları açgözlü politikacılara bırakılamayacağı gibi, gidişatın uzun vadeli etkilerini algılayamayacak kadar felsefeden yoksun toplumların siyasi tercihlerine de bırakılamaz. Acaba Platon haklı mı idi! Bir toplumda tüm halk doğal olarak felsefi uzak görüşe sahip olamaz. Ama toplumun aydınları “yetmez, ama evet” fırsatçılığı yapmazsa, o toplum daha rasyonel siyasal kararlar verebilir. Türkiye’nin vahim trajedisi, kendini aydın zannederek topluma telkinde bulunmaya kalkan zifiri karanlık kafalar çukurunda debelenmesidir.

Bu faslı kapatmadan, Japonya’nın tarım ile ilgili yaşamsal kararını aktarmak isterim. Japonların geleneksel besin maddesi, bilindiği üzere, pirinçtir. Lokantada sipariş verdiğinizde ‘ekmek ya da pirinç’ diye tercihinizi sorarlar. Yani, Japonya’da pirinç ekmek yerine yenmektedir. Fakat birçok adadan oluşan Japonya’da pirinç de dâhil ekim alanları kıttır. Ekonomi kuralına göre, Japonya’nın pirinç ekmeyip, teknoloji yoğu ürün ihracından sağladığı gelirle pirinç ithal ederek Ricardo teoremine göre bugünkünden daha kârlı olabilir. Ama ilginçtir,Japonya bunu tercih etmemiştir. Gerekçe şöyle: eğer bir savaş olur da, Gıda ithalatı bir şekilde aksarsa, halk ölür. Japon halkı ve yöneticileri böyle düşünüyormuş. Japon halkı böyle düşünmemiş olabilir, fakat Japon aydınları halkı böyle düşünmeye itmiştir. 

Peki, biz ne yaptık? Hatırlarız, Ford firması otomobil fabrikasını Adapazarı bölgesinin en verimli patates üretim alanında kurarken yükselen eleştirilere, dönemin lideri Demirel, gelsinler de isterlerse yatak odama kursunlar gibi, anlamsız ve yakışıksız bir ifade ile karşılık vermişti. Bugün de aynı havayı sürdürmüyor muyuz? Tüm alanları betona dönüştürürken, hiç düşünüyor muyuz ki, beton ne oksijen üretir ne de gıda maddesi, ama rant üretir ve iktidara geldiklerinde kefen muhabbetini dillerinden düşürmeyen siyasilerin cebini doldurur. Halk da kendi sonlarını hazırlayan bu insanlara oy verip neticeyi görünce, “keşke ellerim kırılsaydı da, oy vermeseydim” nedameti karşılığında, hak ettiği şekilde  “at alan Üsküdar’ı geçti” yanıtını alır. Felsefesi olmayan her toplum ancak layığına kavuşur!