Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.471

Devlet kendisini cinayet işleyerek savunamaz!

Vijad Prashad Hintli Marksist entelektüel, tarihçi ve yazardır. Prashad’ın Yordam Kitap’tan yayınlanan Üçüncü Dünya Üzerinde Kızıl Yıldız başlıklı harika kitabında şöyle bir pasaja yer alır:

“Almanlara göre, Lenin, 1918-19 Alman ayaklanmasının sosyal bir devrim yaratamamasına üzülüyordu. Ekim’de, bir milyon Alman işçisi greve gitti ve Sovyetlerin Alma eşdeğeri Rate ’yi (şûraları) kurdu. Wilhelmshaven’deki ana Alman filosunun denizcileri demir almayı reddetti. Denizcilerin bu isyanı emperyalist Alman monarşisini iliklerine kadar ürpertti. Sloganları, yine Sovyetler’den ilhamla, Frieden und Brot (Barış/Özgürlük ve Ekmek) idi. Bu devrimin yayılması küçük Alman monarklarının ve en sonunda da imparatorun tahttan çekilmesine yol açtı. Sosyal demokratlar, cumhuriyet ilan etti ama devrimin ilerleyişini hile ve şiddet kullanarak engellediler. 1918’in sonlarında Almanya Komünist Partisi’nin kuruluşu, bu devrimci hamlenin ve sosyal demokratların ihanetinin sonucuydu. 5 Ocak 1919’da düzenlenen bir kitle gösterisi yüzbinlerce insanı Berlin’de, devrimci hükmet ilan etmek üzere bir araya getirdi. Almanya’daki askerler, Rusya’dakinin aksine, kitlelerin üstüne yürümedi, Friedrich Ebert’in sosyal demokrat hükümetine bağlı kaldılar. Komünist Partisi’nin iki önderi, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht on gün sonra öldürüldü. Devrim başarısızlığa uğradı.” (s. 16-17)

Almanya’da sosyal demokratlarla Marksistler arasındaki amansız çekişme ve çatışmanın birinciler lehine kanlı sonuçlanması halkın zaferi olarak tarihe geçmemiştir. Tarihsel hikâyeden aldığımız birinci ders, sosyal demokrasinin sosyalizme ve halk iktidarına karşı kalkan olarak kullanıldığıdır. Halk iktidarı kavramı ve olgusu soyut olarak devletsel bir nitelik içermez. Zira devletin niteliği bizatihi kendi özünden değil, korumakla sorumlu olduğu ekonomik sistemin sınıfsal karakterinden kaynaklanır ve o bağlamda tanımlanır. Bu anlatımdan çıkarılacak ikinci ders ise, Alman Komünist Partisi’nin liderleri Rosa Luxemburg’u ve Karl Liebknecht’i katleden gücün devlet ajanları olduğu kesin olmakla beraber, bu görüntünün arka planında sistemin asıl sahibi olan sermayenin varlığının tartışma götürmez gerçeklik olduğudur. Böylece, sermaye kendi çıkarını devlet eli ile korur ve sürdürürken, halk aleyhine işlenen bu vahşeti sistemin sürdürülmesi söylemi ile meşruiyete büründürülürken, aynı zamanda da kendisini suçtan azat eder. 

Böylesi cinayetler “faili meçhul” olarak resmi belgelere geçmekle beraber, tüm âlem cinayeti işleyeni de, azmettireni de bilir ve her şeyi eriten ve hafızalardan silen güçlü zaman akışına rağmen katiyen unutmaz ve unutturmaz. Çünkü böylesi cinayetler halkın aleyhine işlenmiş olduğundan, failleri lanetlenirken, kurbanları halk kahramanı olarak hafızalara kazınır. İşin ilginci devletler bu suçun lekesi ile tarihe geçmeyi dahi göze alarak, “sistemi ve toplumsal düzeni koruma” sahteciliği adına, aslında halk üzerine çöreklenmiş sömürücü sermayeyi ve emperyalizmi koruma ve kollama işlevini büyük bir vefa anlayışıyla sürdürür. Burjuva devletleri, ulus-devlet döneminde ulusal, günümüzde ise uluslararası sermayenin bekçiliğini yapma işlevi ile donanmış olarak ideolojik ve baskıcı tüm devlet aygıtlarını seferber ederek söz konusu kutsal işlevini sürdürmeyi sürdürmektedir. Ne zamana kadar bu kutsal görev devam edecek? Kendi aleyhine sermaye-siyaset işbirliğinin bilincine varan halkın uyanışını müjdeleyen şafak sökene kadar! 

3 Mart Cumhuriyet’in üç önemli yasasının kabul günüdür. Bu yasaların biri hilafetin meclis uhdesine verilerek iktidarın halk temsilcilerine geçmesini sağlayan yasa, ikincisi Şeriye ve Evkaf Vekâletinin İlgası Yasası ve üçüncüsü ise Tevhid-i Tedrisat Yasası’dır. Bu üç yasa da, Cumhuriyet’in laiklik esasına oturtulmasını ve laik eğitimle ülke çapında yeknesak eğitim sisteminin kurulmasını amirdi. Bunun yanında, anayasamıza eklenen sosyal devlet niteliği anayasanın ve devletin temel kimliğinin belgesidir. Devletin temel kimliği, her ne kadar sosyal devlet ilkesi çerçevesinde tanımlanmış olsa da, ekonomik hamlelerin gereği düzeyde yapılamamış olması sosyal politikaları aksatmıştır. Bu eksikliğin kaynağı da sermayedir, zira devlet, sosyal politika uygulamalarına gerekli kaynağı kendi iradesi ile değil, katma değerden sermayenin birikime çektiği kaynaklardan arta kalanla yürütmek zorundadır. Sosyal demokrasi politikalarına dahi yeterli kaynak ayırmada sermayenin çıkarları doğrultusunda hareket eden devletin, halk iktidarına yönelmesi hayal bile edilemezdi.

Bundan yirmi yıl önce yine bir 3 Mart günü Türkiye’de de aynen Almanya’dakine benzer bir faili meçhul cinayet işlenmiş idi. Bir hukuk öğrencisi olan Önder Babat sanki kopyası yaşanır gibi, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katline benzer şekilde ensesinden vurularak öldürüldü. Yirmi yıl sürüklenen ve sürüncemede tutulan hak arayış mücadelesi, çok şükür (!) zaman aşımına uğradı da başta sermaye ve tüm yandaşları rahat bir nefes aldı. Baltanın sapı odundan yapılır, ciğer kediye teslim edilirse, bundan farklı sonuç oryaya çıkmaz!

Kim tarafından ne adına işlenirse işlensin cinayet bir suç ise ki, bu tanım bizzat parlamentoda kabul edilmiş ilgili ceza yasasında yer almaktadır, sorumluları bulmak çok temel bir kamusal görevdir. Suçun zaman aşımına uğramasına göz yumak bu görevi yerin getirmeyen bir kamu gücünün kimden oy aldığı ve kimi örtülü ya da açık koruduğu sorgulanır. Hiçbir devlet, halkın yanında olarak kendisini hizmete adamış ve bu söylemle halktan oy almış hiçbir devlet hiçbir gerekçe ile suçluyu bulup, adalete teslim etme kamusal görevinden vareste tutulamaz.