Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

Devlet kendisini hukuksuzlukla savunabilir mi?

İnsanlık tarihinde feodal yapılardan devlet yapılanmasına geçilmesi modern hukuk sisteminin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bunun sebebi, feodal sistemde feodal beyin tek karar verici olma iradesinin, devlet yapılanmasında herkes tarafından kabul edilen kurallarla toplumsal yönetime geçiştir. Feodal yapılardan devlet yapılanmasına geçiş, de facto yukarıdan aşağıya mutlak irade ile yönetimden, de jure toplumsal irade ile yönetişime geçiş anlamında çok önemli bir dönüşümdür. 

Türkiye’ye baktığımızda, AKP iktidarının son dönem yönetim biçiminde mevcut bazı yasalara rağmen, kimi durumda olağanüstü yönetim biçimleriyle yönetim işlerinin sürdürülmüş olduğu, kimi dönemlerde ise fiilen var olan yasaların dahi uygulanmadığı gözlemlenmektedir. Öyle ki, yanılmıyorsam, ünlü başkanlık sarayı inşaatında ileri sürülen yasal itirazlara rağmen inşaatın durdurul(a)maması ve benzeri yasa ve anayasayı ihlal niteliğinde bazı uygulamalarla sistemi bugünlere taşıyan süreç tedrici olarak uygulamaya koyulmuştur.

Nitekim Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasında yaşanan ihtilaf, hatta adeta Anayasa Mahkemesi’nin iktidarını silmeyi kafalara çakma niyetiyle Mahkeme üyelerinin dava edilmesi iddiası, Anayasa Mahkemesi’nin ilgası ve AKP iktidarının uzun zamandan beri alttan alta dayattığı bizzat anayasal düzenin kaldırılması ve/veya değiştirilmesinin artık gündemde olduğunun göstergesi olmuştur. Bu sürecin, 1923 temellerinin yerine 2023 temellerinin inşası süreci olarak tarihe geçirilmesi istenmekte olup, bu amaçla da olası yeni anayasanın adının da “2023 Anayasası” olarak belirlenebileceği öngörülebilir. 

Bu değişimi, “yetmez, ama evet” aymazlarının ikinci cumhuriyet dayatmalarının eseri olarak görebilir miyiz? Bu sorunun yanıtı Hayır’dır, çünkü ikinci cumhuriyetçiler, AKP ile aralarında örtüşen alanlar olmakla beraber, AKP yaklaşımından farklı olarak ekonomik işleyiş ve devlet yönetimi bağlamında birinci cumhuriyetçi görüşten, özde Jakobenizm olarak niteledikleri Kemalizm anlayışından uzaklaşmak istemektedirler. Genel hatlarıyla ifade edilmek istenirse, ikinci cumhuriyetçi görüş neoliberalizm temellerine dayalı piyasacı ekonomiye geçiş olarak görülebilir. Buna karşın AKP yaklaşımının ise, ikinci cumhuriyetçilerden farklı olarak, Kemalist jakobenizmi yıkma enerjisini kullanarak, bunun yerine dinci Jakobenizmi dayattığı, yeni anayasayı da bu esas üzerinde oluşturmaya çalıştığı görülmektedir. 

İnşa edilemeye çalışılan yeni anayasanın din esaslı olacağı ve bu bağlamda şeriat anayasası olacağı anlamına gelebilir mi? Bu ihtimal, hem Türkiye halkının sosyal yapısı, hem de emperyalizmin AKP’ye biçtiği görev anlayışı çerçevesinde fazla olası görülemez. Kaldı ki, güney komşularımız olan çoğu İslâm ülkelerinde dahi kurallar zamanın ruhuna uygun olarak gevşetilirken Türkiye o ülkeler uygulamalarına dahi dönemez. Peki, hal bu ise İslâm esaslı bir anayasanın mantığı nereye oturabilir? Bu durumun anlaşılabilmesi, AKP’nin misyonu arkasındaki emperyalistin mantığı yanında, buna da iliştirilmiş AKP yöneticilerinin amacının irdelenmesini gerektirmektedir. 

Emperyalizmin AKP’yi iktidara taşıyan dinsel misyon anlayışı ne olabilir? Bunun yanıtı, çok açık ve net olarak İslâm dininin emperyalizm emrinde kullanılmasıdır. Bu amaç, Sovyetler’in Afganistan’ı işgali esnasında “yeşil kuşak” söyleminde, komünizmin sonlandırılmasından sonra ise, “ılımlı İslâm” söyleminde ifadesini bulmuştur. Birinci durumda İslâm âlemi komünizme karşı saldırı işleviyle görevlendirilmişken, ikinci durumda kendi felsefesini redde tetiklenmektedir. Kısacası birinci durumda İslâm, siyasal olarak komünizmi engelleme işlevi ile yükümlendirilmişken, ikinci durumda ideolojik olarak bizzat kendi özünün baskılanması işlevi ile yükümlendirilmiştir.

İşte, günümüzün “ılımlı İslâm” nitelemesi, Diyanet görevlilerinin anlayamayacağı şekilde, emperyalizmin İslâm dinini bizzat İslâm felsefesini aşındırmakla yükümlü kılarak İslâm’a yüklediği görev anlayışının yansımasıdır. Emperyalizmin, Türkiye’yi AKP üzerinden ılımlı İslâm anlayışı ile İslâm dünyasına model olarak görevlendirmesi meselesini ileri bir yazıda açmak üzere bunu burada sonlandırarak, şimdi de AKP’nin İslâm aşkının içeriğine ve AKP’nin din aşkının emperyalizmle nasıl bir ilişki içinde olduğunun irdelenmesine geçelim.

İslâm, ruhuyla değil fakat lafzı ve yüzeysel okunmasıyla bir tevekkül felsefesi olarak algılanarak, hem AKP’nin kendi dinamiklerinde, hem de emperyalistin emrindeki görevlerinin ifasında Althusser-vari ideolojik aygıt işlevi görür. Kurumsallaştırılmamasının en büyük meziyeti olan İslâm dininin, yanlış ve kör bir anlayışla kurumsallaştırılarak tarikat, cemaat ve toplum lideri anlayışına dayandırılması AKP’nin ve emperyalizm amacına yöneliktir. Böylece, İslâm tevekkül anlayışının hem emperyalistin ülkeyi sömürmesinde perde işlevi görmesi, hem de yoksullaşan ekonomide yönetimin kolaylaşması sonucu sağlayabilir. Çöken kapitalizmin emrinde giderek yoksullaşan toplum üzerinde dinsel görüntülü “kadife yumruk baskısı” yönetimi kolaylaştırıcı etkisiyle siyasilere fevkalade uygun yönetim biçimi sağladığı gibi, seçimlerde de yüksek başarı şansı verir. Tarikat ve cemaat ilişkileri minimal düzeyde sosyal hizmet sağlayarak, sermaye birikimi ve/veya emperyaliste kaynak aktarımı lehine kamusal sosyal güvenlik harcamalarında tasarruf sağlayarak da toplumda huzursuzluk oluşturulmadan merkez kapitalizmin amacına hizmet etmiş olur.

Çok temel çizgilerle açıklamaya çalıştığım anayasal gelişme süreci, görüldüğü üzere, halkımızın lehine olmayacağı gibi, hele de emperyalistin biçtiği misyonla iktidarı ele geçiren siyasiler eliyle yapıldığı koşulda tam bir yoksullaşma ve köleleşme yolunu açmış olacaktır. Halkımızın bu konuda güçlü bir siyasi irade sergilemesi emperyaliste olduğu kadar onun misyonu ile iktidarı korumaya çalışan siyasilere de iyi bir ders olacaktır.